DUHAN SURESİ
Hâ-Mîm serisinin öteki altı suresi ile aynı dönemde -orta Mekke döneminin son yarısında- nazil olan bu sure, mutad başlığını 10. ayetinde geçen duhân kelimesinden almıştır.
1 Hâ-Mîm.1
2 DÜŞÜN özünde açık olan ve hakikati bütün açıklığıyla ortaya seren2 bu ilahî kelâmı!
3 Biz onu kutlu bir gecede3 indirdik: zaten Biz, [insanı] her zaman uyarmaktayız.4
4 O [gece]de, bütün [iyi ve kötü] şeyler arasındaki farklılık, hikmetle ortaya konmuştur,5 5 katımızdan bir emir gereği: çünkü biz [doğru yola ileten mesajlarımızı] her zaman göndermekteyiz, 6 Rabbinin [insana] rahmetini yerine getirmek için. Şüphesiz yalnız O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir: 7 göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi -buna bütün kalbinizle inanıp bağlanmışsanız!6
8 O’ndan başka ilah yoktur, hayat bağışlayan ve ölüm veren O’dur: O sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da.
9 Evet, ama onlar, [bütün kalpleriyle inanıp bağlanmaktan uzak olanlar,] yalnızca kendi şüpheleriyle oyalanıp duruyorlar.7
10 ÖYLEYSE, gökyüzünde [Son Saat’in yaklaştığını] haber veren bir duman tabakasının belireceği Gün’ü bekle, 11 bütün insanlığı sarıp kuşatan [ve günahkarları] “Bu azap ne acı!” [diye feryad ettiren ve] 12 “Ey Rabbimiz, bizi azaptan uzak tut, çünkü biz [artık Sana] inanıyoruz!” [dedirten].
13 [Ama] bu hatırlama [Son Saat’te] onlara ne fayda sağlar ki? Çünkü onlara daha önce hakikati apaçık ortaya koyan bir elçi gelmişti, 14 ama yüz çevirip uzaklaşmışlar ve “O [başkalarınca] öğretilmiş biridir,8 bir delidir!” demişlerdi.
15 Biz [yine de] bu azabı kısa bir süre erteleyeceğiz,9 oysa siz [kendi saplantılarınıza] yeniden döneceksiniz: [ama] 16 [bütün günahkarları] şiddetli bir hamle ile kuşatacağımız Gün, [sizden de] intikamımızı mutlaka alacağız!
17 BİZ onlardan [uzun zaman] önce Firavun halkını [aynı yolla] sınadık: onlara soylu bir elçi gelmiş [ve,] 18 “Bana teslim olun, ey Allah’ın kulları!10 Ben size [gönderilen] bir elçiyim, güvene layık [bir elçi]!” demişti.
19 “Ve Allah’a karşı büyüklük taslamayın: Çünkü ben size [O’ndan] açık bir delil getiriyorum; 20 ve bana yaptığınız bütün hakaretlerden11 Rabbime ve sizin de Rabbinize sığınıyorum. 21 Ve eğer bana inanmıyorsanız, [hiç olmazsa] yolumdan çekilin!”
22 Ama sonra, [onların düşmanlığından bezdiğinde,] “Bunlar [gerçekten] günaha batmış bir toplumdur!” diye Rabbine seslendi.
23 [Ve Allah,] “Sen kullarımla geceleyin ilerle” dedi, “çünkü mutlaka takip altında olacaksınız 24 ve denizi [seninle Firavun’un adamları arasında] öyle, olduğu gibi bırak:12 zaten onlar boğulmaya mahkum bir topluluktur!” dedi.
25 [Onlar böylece yok oldular: ve] arkalarında nice bahçeler bıraktılar, nice çeşmeler, 26 nice ekin tarlaları, nice güzel yurtlar, 27 ve hoşlandıkları nice rahatlıklar, kolaylıklar!
28 İşte böyle oldu. Ve [sonra] başka bir toplumu [onların geride bıraktıklarına] varis kıldık; 29 onlara ne gök ne de yer ağladı ve ne de bir mühlet verildi.13
30 Biz gerçekten, İsrailoğulları’nı aşağılayıcı azaptan kurtardık, 31 Firavun[un onların başına sardığı azap]tan; zaten o, kendi kişiliklerini harcayıp duranların14 en başta gelenlerindendi; 32 ve Biz onları bilerek bütün diğer toplumlardan üstün kıldık,15 33 ve onlara açıkça bir sınavı haber veren16 [rahmetimizin] işaretler[ini] verdik.
34 [Şimdi] bakın, bu [insan]lar derler ki:17 35 “Bu [önümüzde bulunan,] bizim ilk [ve tek] ölümümüzdür,18 ve hayata yeniden döndürülmeyeceğiz. 36 O halde, eğer iddianızda haklı iseniz atalarımızı [şahit olarak] getirin!”19
37 Yoksa onlar, [aynı] günahları işlediklerinden dolayı yok ettiğimiz Tubbe” halkından ve onlardan önce yaşamış olanlardan daha mı iyiydiler?20
38 İşte [böyle:] Biz gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunan her şeyi sırf bir oyun olsun diye yaratmadık.21 39 Bunların hiç birini [derunî bir] hakikatten yoksun yaratmış değiliz:22 ama çoğu bunu anlamaz.
40 GERÇEK ŞU Kİ, [doğru ile yanlış arasında] Karar Günü, onların tümü için belirlenmiş olan bir gündür:23 41 ki o Gün hiç kimsenin arkadaşına bir hayrı dokunmayacak ve hiç kimse bir yardım görmeyecektir, 42 Allah’ın rahmetini ve şefkatini bağışladığı kimseler hariç: yalnız O, kudret sahibidir, rahmet kaynağıdır.
43 Gerçek şu ki, [öteki dünyada] ölümcül meyve ağacı24 44 günahkarların25 gıdası olacaktır: 45 tıpkı karın boşluğunda kaynayan sıvı kurşun gibi, 46 tıpkı kabaran yakıcı ümitsizlik26 gibi.
47 [Ve emir gelecektir:] “Onu yakalayın [ey cehennem güçleri,] ve yanan ateşin ortasına sürükleyin; 48 sonra başının üstüne yakıcı ümitsizliğin acısını boşaltın! 49 Bunları tat ey [yeryüzünde] kendini böyle kudret sahibi, böyle üstün gören!27 50 İşte siz [hakikat inkarcı]larının sorguladığı şey28 budur!”
51 [Buna karşılık,] Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyanlar, kendilerini emniyet içinde bulacaklardır, 52 bahçeler ve pınarlar arasında, 53 ipek ve altından giysiler içinde birbirlerine [sevgiyle] yaklaşarak.29
54 İşte böyle olacak. Ve Biz onları güzel gözlü saf ve temiz eşler ile30 birleştireceğiz.
55 Orada, [cennette,] güven içinde, [geçmiş fiillerinin]31 bütün meyvelerini [meşru şekilde] isteyip tadabilecekler; 56 ve orada önceki ölümlerinden sonra [başka] bir ölüm tatmayacaklar.32
Böylece Allah, onları yakıcı ateşin azabından korumuş olacaktır. 57 Rabbinizin bir lütfu bu:33 ve en büyük zafer bu olacak!
58 BÖYLECE [ey Peygamber,] Biz bu [ilahî kelâmı] senin kendi dilinde kolay anlaşılır kıldık ki, insanlar düşünüp ondan ders alabilsinler.34
59 Öyleyse [geleceğin ne getireceğini] bekle: unutma, onlar da bekliyorlar.35
DİPNOTLAR
1 Bkz. Ek II.
2 Bkz. 12:1, not 2.
3 Yani, Kur”an’ın vahyedilmeye başladığı gecede; bkz. sure 97.
4 Kur”an vahyi, insan bilincinin şafağından başlayarak bugüne kadar gelen bütün ilahî vahiylerin devamı ve zirvesidir. Onun temel hedefi, her zaman, insanı maddî ihtiraslarına ve zevklerine köle olmaması ve böylece manevî değerlere karşı duyarlığını kaybetmemesi yolunda uyarmaktır.
5 Lafzen, “her şey hikmetle ayırd edilmişti”; yani “hikmetli bir şekilde” yahut “hikmet içinde”: “hikmetli” sıfatı -ki, gerçekte, bu ayrımın yapıcısı olan Allah’a yönelik bir sıfattır- bu şekilde ayırd edilmiş olan şeye telmih yoluyla atfedilmiştir (Zemahşerî ve Râzî). Bunun anlamı şudur: İlk defa indiği “kutlu gece” ile sembolize edilen Kur”an’ın vahyedilişi, insana iyi ile kötü arasında yahut Allah’ın varlığının derinliğine kavranışı (ma”rifet) sayesinde manevî gelişmeye yol açan şeyler ile manevî körleşme ve kendi kendini tahriple sonuçlanan şeyler arasında ayrım yapmayı sağlayan bir standart verir.
6 Lafzen, “eğer yakîn bir inanca sahip olsaydınız.” Ebû Müslim el-İsfehânî, Râzî tarafından nakledildiğine göre, bu ifadenin, eğer tereddütsüz (yakîn) bir inancı gerçekten istemiş ve onun için yalvarmış/yakarmış olsaydınız onu elde ederdiniz anlamına geldiğini belirtmiştir.
7 Lafzen, “şüphe içinde eğleniyorlar”: yani, Allah’ın varlığının mümkün olduğunu yarı-gönüllü kabul etmeleri, şüphe ve istihzanın bileşiminden ibarettir (Zemahşerî) -Allah’ın varlığı gerçeğinden şüphe duyulması ve ilahî vahyin hafife alınıp küçümsenmesi.
8 Hz. Peygamber’in muhaliflerinin, Kur”an’da ifade edilen fikirleri birinin o’na “öğrettiği” (bkz. 16:103 ve ilgili notlar 129 ve 130), yahut en azından mesajını oluşturmasında o’na “yardım ettiği” (karş. 25:4 ve notlar 5 ve 6) iddialarına atıf.
9 Lafzen, “kaldıracağız”. Bu, açıkçası, içinde yaşanılan anda -yani, Son Saat’in gelmesinden önce– söylenmektedir ki günahkarlara pişmanlıklarını ifade etmeleri için bir fırsat verilmiş olsun.
10 Klasik müfessirlerin büyük çoğunluğu (mesela Taberî, Zemahşerî, Râzî, Beydâvî), bu ifadenin iki şekilde anlaşılabileceğine işaret ederler: Ya, “bana teslim olun, ey Allah’ın kulları (“ibâd)” şeklinde, ki Mısırlılar’a (bütün insanlar “Allah’ın kulları” olduğu için) Hz.Musa’nın kendilerine tebliğ etmek üzere olduğu ilahî mesajı kabul etmeleri çağrısını kasdeder; yahut “Allah’ın kullarını bana teslim edin”, yani Mısır’da köle olarak tutulmuş olan İsrailoğulları’nı şeklinde. “İbâde kelimesinin telaffuzunun hem hitap/seslenme halini (münâdâ bih/vocative) hem de nesne/belirtme (mef”ûl bih/accusative) halini kapsıyor olması, bu her iki yorumu da mümkün kılmaktadır.
11 Lafzen, “beni taşlamanızdan”. Raceme fiilinin hem “taşlama/taş atma” şeklindeki maddî anlamda, hem de “laf atma” yahut “hakaret etme” şeklinde mecazî anlamda kullanıldığı gözönünde tutulmalıdır.
12 Yahut: “ayrık/çatlak halde” –rahven ifadesi bu her iki anlamı da ifade etmektedir (Cevherî, özellikle yukarıdaki ifadeye atfen). Bkz. aynı zamanda 26:63-66 ile ilgili not 33 ve 35.
13 Yani, “günahlarından tevbe etmeleri için”.
14 Musrif teriminin bu şekildeki çevirisi için bkz. sure 10, not 21.
15 Yani, bütün müfessirlere göre, kendi zamanlarının bütün toplumlarından; çünkü o dönemde İsrailoğulları tek Allah’a ibadet eden biricik topluluktu: onların kölelikten kurtulmaları kıssasına Kur”an’ın sık sık atıfta bulunmasının sebebi budur. Allah’ın “onları bilerek üstün kılması”nın vurgulanması, onların daha sonraki dönemlerde ahlakî olarak bozulacaklarını ve böylece O’nun rahmetinden kovulacaklarını önceden bilmesi anlamına gelir (Zemahşerî ve Râzî) .
16 Lafzen, “içlerinde açık bir sınav bulunan”: hem onların arasından çıkan uzun peygamberler silsilesine, hem de Vaad Edilen Topraklar’da yaşadıkları özgürlük ve refaha bir işaret. Bu, onların kendilerini başlangıçta “öteki bütün toplulukların üstü”ne çıkaran manevî değerler konusundaki samimiyetlerinin ve böylece bütün dünyaya Allah’ın mesaj-tebliğcileri olarak davranma isteklerinin sınanacağını haber vermektedir. Yukarıdaki cümlenin ifade tarzı onların bu sınavı geçemediklerine dolaylı olarak işaret etmektedir. Çünkü onlar, üstünlüklerinin sebebini oluşturan manevî misyonu kısa zamanda terk ettiler ve Allah’ın “seçilmiş topluluğu” olmalarını, sadece Hz. İbrahim soyundan gelmiş olmalarına bağlamaya başladılar: Bu, Kur”an’ın birçok yerde kınadığı bir anlayıştır. Bunun dışında İsrailoğulları’nın çoğunluğu, bu dünya hayatının yalnızca bir başlangıç olduğu ve insan hayatının son safhası olmadığı inancını kısa zamanda kaybettiler ve -Tevrat’taki kıssanın da gösterdiği gibi- kendilerini tamamen maddî refah ve iktidar hırsına kaptırdılar. (Bkz. bir sonraki not.)
17 Görünüşte “bu insanlar” ile İsrailoğulları kasdedilmiş olmasına rağmen, atıf, ayetin devamında ifade edilen görüşleri benimseyen bütün toplulukları ve özellikle de Muhammed (s)’in müşrik çağdaşlarını kapsayan daha genel bir anlam taşımaktadır. Bununla birlikte, bu pasaj ile İsrailoğulları’nın karşı karşıya bulundukları “sınav”a yapılan önceki atıf arasında ince bir bağlantı bulunmaktadır. Çünkü İkinci Mâbed’in yıkılmasına ve Roma İmparatoru Titus tarafından dağıtılmalarına kadar geçen zamanda, Sadukîler olarak bilinen Yahudiler arasındaki din adamları aristokrasisinin, yeniden dirilme, öteki dünyadaki ilahî yargılanma ve hayat sürme kavramlarını açıkça inkar ettikleri ve tamamen materyalist bir hayat görüşünü savundukları, tarihî bir gerçektir.
18 Yani, “arkasında başka bir şey olmayan son ölümdür”.
19 Yani, “atalarımızı yeniden hayata döndürün ve bir öteki dünyanın var olduğuna tanıklık yapmalarını sağlayın.” Bu müstehzî talep, inkarcıların 43:22 ve 23’de zikredilen şu sözleriyle aynı mahiyettedir: “Biz atalarımızı bir inanç üzerinde bulduk ve ancak onların izinden giderek doğru yolu buluruz!” Böylece, sonuçta, atalarının öteki dünyaya inanmadıkları gerçeği, onlar için, bugüne kadar hiç kimsenin hayata geri dönüp yeniden dirilme hakikatini teyid etmediği gerçeği kadar etkili ve ikna edici bir delildir.
20 “Tubbe”” adı, bütün Güney Arabistan’ı yüzyıllar boyu yönetmiş ve sonuçta M.S. 4. yüzyılda Habeşliler tarafından devrilmiş olan güçlü Himyer krallarına takılan bir addır. Bunlar, Kur”an’ın başka bir yerinde (50:14), yeniden dirilme ve Allah’ın yargılaması hakikatini inkar eden bir topluluk olarak zikredilmiştir.
21 Yani, anlamsız veya amaçsız şekilde (karş 21:16) -eğer bir öteki dünya olmasaydı insanın yeryüzündeki hayatı kesinlikle anlamsız hale gelirdi ve böylece hem yukarıdaki hem de bir sonraki ifade ile çelişirdi: “bunların hiç birini [derunî bir] hakikatten yoksun yaratmış değiliz”.
22 Bkz. 10:5, not 11.
23 Bkz. 77:13, not 6.
24 Bkz. sure 37, not 22.
25 Esîm (lafzen, “günahkar kişi”) terimi, burada yeniden dirilmenin ve Allah’ın yargılamasının, başka bir deyişle, insanın yaratılışındaki bütün anlamın ve amacın bilinçli olarak inkarına işaret eden özel bir anlama sahiptir.
26 Hamîm‘in bu mecazî anlamı için bkz. sure 6, not 62.
27 Lafzen, “zaten sen, … idin” -ölümden sonra hayatın devamına ve bu sebeple insanın Allah’a karşı nihaî sorumluluğuna inançsızlıktan doğan kibirlenme günahına bir işaret. (Karş. 96:6-7 -“şüphe yok ki insan ne zaman kendisini yeterli görse fütursuzca azar”- ve ilgili not 4.)
28 Yani, ölümden sonra hayatın devamı.
29 Cennet’teki hayatın bu belirli temsîlleri için bkz. 18:31, not 41.
30 Hûrin “înin deyiminin “güzel gözlü saf ve temiz eşler” olarak çevrilmesi konusunda bkz. sure 56, not 8 ve 13. Zevc teriminin (lafzen “bir çift” yahut -metindeki bağlama göre- “çiftlerin biri”) zevvece geçişli fiilinde olduğu gibi (“çift kıldı” veya “bir kişiyi başka bir kişi ile birleştirdi”) her iki cinsi de kapsadığına dikkat edilmelidir.
31 Karş. 43:73.
32 Lafzen, “birinci [yani, önceki] ölümden başka” [yahut onun “ötesinde”] (karş. 37:58-59).
33 Yani onlara, kendilerine faydası olan rehberliği sunmak suretiyle: böylece, nihaî mutluluğa ulaşmak, Allah ile insan arasındaki ilişkinin ve insanın Allah ile birlikteliğinin bir sonucudur.
34 Bkz. 19:97, not 81.
35 Yani, onu ister bilsinler ister bilmesinler, Allah’ın iradesi yerine gelecektir.