CUMA SURESİ
Medine döneminin başlarında nazil olan bu sure, ismini, Cuma namazını ifayı emreden 9-10. ayetlerinden almaktadır.
1 GÖKLERDE ve yerde olan her şey, Mülkün Sahibi, Mukaddes, Kudret ve Hikmet Sahibi Allah’ın sınırsız şanını yüceltmektedir.
2 O, Kitap ile ilgisiz bir topluma, kendi içlerinden1 kendilerine Allah’ın mesajlarını aktaran, onları arındıran, ilahî kelâmı ve hikmeti öğreten bir elçi göndermiştir ki, o’ndan önce, açık bir sapıklık içindeydiler; 3 ve başka toplumlarla temasa geçmeleri sonucunda, kendilerinden diğerlerine [bu mesajın yayılmasını sağlamıştır]:2 çünkü yalnız O, güç ve hikmet Sahibidir.
4 Bu, Allah’ın lütfudur: Allah, onu, [elde etmek] isteyen herkese bağışlar:3 çünkü Allah lütfunda sınırsızdır.
5 TEVRAT’IN yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu,4 sırtına kitaplar yüklenmiş [ama onlardan habersiz bulunan] merkebin durumuna benzer.
Allah’ın mesajlarını yalanlamaya şartlanmış olanların durumu ne acıdır, çünkü Allah rehberliğini böyle zalim bir halka ihsan etmez!
6 De ki: “Siz ey Yahudi akîdesine mensup olanlar!5 Eğer, [yalnız] kendinizin Allah’a yakın olduğunu iddia eder ve diğer bütün insanları dışlarsanız, o zaman ölümü özlüyorsunuz demektir; eğer söylediğinizde samimî iseniz!”6
7 Ama aslında onu hiçbir zaman özlemezler, çünkü bu dünyada kendi elleriyle yapıp-ettiklerini[n farkındadırlar];7 ve Allah zalimleri hakkıyla bilendir.
8 De ki: “Bakın, kendisinden kaçtığınız ölüm,8 eninde sonunda sizi yakalayacaktır; o zaman, hem yaratılmışların zihinsel kavrayışlarının ötesinde olanları, hem de duyular yoluyla yahut akıl ile kavranabilen şeyleri9 bilen Allah’a döndürüleceksiniz; ve O, orada size [hayatta iken] yaptıklarınızın tümünü gösterecektir.
9 SİZ EY imana ermiş olanlar! Cuma günü10 namaz için çağrıldığınızda her türlü dünyevî alış verişi bırakıp Allah’ı anmaya koşun: eğer bilseniz, bu sizin yararınızadır. 10 Ve namaz bittiğinde yeryüzüne serbestçe dağılın11 ve Allah’ın lütfundan [rızkınızı] aramaya devam edin; mutluluğa ulaşabilmek için de Allah’ı sıkça anın!
11 Ama insanlar,12 dünyevî bir kazanç13 [fırsatı] veya geçici bir eğlence gördükleri zaman ona doğru koşup seni ayakta [ve konuşur durumda] bırakıverirler.14
De ki: “Allah katında olan, bütün geçici eğlencelerden ve bütün kazançlardan çok daha hayırlıdır! Ve Allah rızık verenlerin en iyisidir!”
DİPNOTLAR
1 “Kitap ile ilgisiz toplum” (ümmiyyûn) terimi, daha önce kendilerine ait vahyedilmiş kitapları olmayan bir toplumu veya milleti gösterir (Râzî). Hz. Peygamber’in “kendi içlerinden” bir insan olarak adlandırılması, bu bağlamda, onun da kelimenin ilk anlamıyla “kitap ile ilgisiz” (ümmî) olduğu (karş. 7:157 ve 158) ve bu nedenle, Kur”an mesajını “uydurmuş” yahut o düşünceleri eski metinlerden “çıkarmış” olamayacağı gerçeğini vurgulamak içindir.
2 Yani, Kur”an mesajının Araplar ve onların dilleri aracılığıyla öteki iklimlerdeki yahut gelecek zamanlardaki insanlara ulaşmasını sağlamıştır: bu ifadeyle, Muhammed (s)’e indirilmiş olan hakikatin evrenselliği ve zamanlar üstü geçerliliği vurgulanmaktadır.
3 Yahut: “onu dilediğine bağışlar”. Bu her iki karşılık da, dilin gramatik kuruluşu açısından doğrudur: ama bu pasajda zikredilen Allah’ın lütfu, Elçisine indirilmiş olan vahiy aracılığıyla insana bağışlanan ilahî rehberlik ile bağlantılı olduğundan benim seçtiğim ifade tarzı daha uygun görünmekte ve Allah’ın rehberliği lütfunun onu samimiyetle isteyen kişiye her zaman açık olduğu fikrini dile getirmektedir.
4 Daha önceki pasajda işaret edilen, Allah’ın vahyinin hem kutsal bir emanet hem de bir lütuf olduğu düşüncesiyle bağlantılı olarak söylem, şimdi de, Yahudilerin Tevrat sonrası dönemde gösterdikleri, bu emanete ihanet problemine geçmektedir.
Onlara, Allah tarafından, O’nun birliği ve benzersizliği mesajını bütün dünyaya ulaştırma görevi emanet edilmişti. Ama onlar, Hz. İbrahim, İshâk ve Yakub soyundan gelmiş olmaları sebebiyle kendilerini “Allah’ın seçilmiş toplumu” olarak gördüklerinden ve dolayısıyla, ilahî mesajın başka bir toplum için değil yalnız kendileri için geldiğine inandıklarından bu görevi yerine getiremediler. Bundan dolayı, peygamberliğin İsrailoğullarına mensup olmayan herhangi bir kimseye verilmiş olması ihtimalini inkar ettiler (karş. 2:90 ve 94 ve dipnotlar 75 ve 79) ve böylece Muhammed (s)’in peygamberliğini, bizzat Tevrat’ta bile o’nun gelişi ile ilgili açık bir haber bulunmasına rağmen, reddettiler (bkz. 2:42, not 33). Onlar, Hz. Musa’ya indirilen ilahî kelâmın temel anlamını böylece çarpıtmak suretiyle, bizzat kendileri ondan gerçek bir manevî fayda elde etmeyi ve onun öğretilerine uygun şekilde yaşamayı sağlayamadılar.
5 Yani, Tevrat’ın orijinal muhtevasından koparılmış olan şimdiki şekliyle.
6 Bu ve bir sonraki ayet için karş. 2:94-95.
7 Lafzen, “ellerinin öne sürdüklerinin”.
8 Bu ifade 2:96’da söylenenlere bir telmîhtir.
9 Bkz. sure 6, not 65.
10 Yani, öğle vaktinde cemaatle namazın farz olduğu, Cuma günü. Ama, surenin devamının gösterdiği gibi, Cuma, İslam Hukuku’nda zorunlu tatil günü değildir.
11 Yani, “vaktinizi dünyevî kazançlara ayırabilirsiniz”.
12 Lafzen, “onlar”.
13 Lafzen, “ticaret” veya “alışveriş”.
14 Zımnen, “seni ey Peygamber” -burada, Hz. Peygamber’in kıldırdığı Cuma namazının ortasında, uzun zamandır beklenen ticaret kervanının Suriye’den geldiğinin işitilmesi üzerine topluluğun çoğunun camiden dışarı fırlaması olayı îma edilmektedir. Ancak daha geniş anlamıyla yukarıdaki ayet, gerçek müminlerin bile her zaman uzak kalamadıkları beşerî zaafları kasdetmektedir: yani, geçici, dünyevî menfaatler uğruna dinî vecîbelerin ihmal edilmesi eğilimi.