TEĞABÜN SURESİ
Müfessirlerin büyük kısmı bu sureyi Medine dönemine ait görürler, bir kısmı da Mekke döneminin sonlarında nazil olduğunu iddia ederler.
Bu sureye ismini veren anahtar sözcük 9. ayetinde geçen teğâbün (“kayıp ve kazanç”) ifadesi olmuştur.
1 GÖKLERDE ve yerde olan her şey, Allah’ın sınırsız şanını yüceltir: bütün otorite O’nundur ve bütün övgüler O’na mahsustur; O dilediğini yapmaya kâdirdir.
2 Sizi yaratan O’dur: içinizden kimi hakikati inkar eder, kimi de [ona] inanır.1 Ve Allah her yaptığınızı görür.
3 O, gökleri ve yeri [derunî bir] anlam ve amaç üzere2 yaratmış ve size (belli bir) şekil vermiştir; hem de öyle güzel bir şekil ki:3 yolculuğunuzun varışı O’nadır.
4 O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir; ve O, sakladıklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilmektedir: çünkü Allah, [insanların] kalpler[in]de olanın her türlü bilgisine sahiptir.
5 GEÇMİŞTE hakikati kabule yanaşmayanların kıssasından haberin yok mu? [Onlar hakikati inkar ettiler] ve böylece yaptıklarının sonucuna katlanmak zorunda kaldılar,4 [öteki dünyada da] onları bekleyen şiddetli bir azap [vardır]: 6 böyledir, çünkü onlara elçileri hakikatin bütün kanıtları ile defalarca geldiler,5 ancak onlar [her defasında]: “Yalnızca ölümlü insanlar mı bizim rehberimiz olacak?”6 şeklinde cevap verdiler. Böylece hakikati inkar ettiler ve ondan uzaklaştılar.
Ama Allah [onlara] muhtaç değildi: çünkü Allah Kendine yeterlidir, övgüye layık olandır.
7 Hakikati inkara şartlanmış olanlar, tekrar diriltilmeyeceklerini iddia ediyorlar!7
De ki: “Evet, Rabbime andolsun! Siz kesinlikle diriltileceksiniz ve o zaman, [hayatta iken] yaptıklarınız size mutlaka gösterilecektir! Bu, Allah için kolay bir şeydir!”
8 Öyleyse, [ey insanlar,] Allah’a ve Elçisine ve [size] bahşettiğimiz [vahiy] aydınlığına inanın! Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
9 O’nun sizi [Nihaî] Toplanma Günü bir araya toplayacağı zaman[ı düşünün8], o Kayıp ve Kazanç Gününü!
Kim, Allah’a inanıp iyi ve doğru işler yaparsa, [o Gün] Allah onun kötü fiillerini silecek ve onu içinden ırmaklar akan, sonsuza kadar kalacağı bahçelere koyacaktır: bu, büyük bir kurtuluş olacak!
10 Hakikati inkara ve mesajlarımızı yalanlamaya şartlanmış olanlara gelince, işte onlar ateşi hak edenlerdir, orada kalıp dururlar: ne kötü bir son!
11 ALLAH’IN izni olmadıkça [insanın] başına hiçbir musibet gelmez: o halde, kim Allah’a inanırsa kendi kalbini [bu hakikate]9 açmış olur; ve Allah her şeyi bilendir.
12 Öyleyse Allah’a ve Elçi’ye itaat edin: eğer yüz çevirip uzaklaşırsanız [bilin ki] Elçimiz’in görevi, yalnızca bu mesajı açık bir şekilde iletmektir: 13 Allah, O’ndan başka ilah yoktur!10
Öyleyse, inananlar yalnız Allah’a güvensinler.
14 SİZ EY imana ermiş olanlar! Bakın, eşlerinizden ve çocuklarınızdan bazısı11 size düşmandır: öyleyse onlara karşı dikkatli olun!12 Ama [hatalarını] hoş görür, tahammül eder ve affederseniz, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.
15 Sizin malınız mülkünüz ve çocuklarınız, sadece bir sınama ve bir ayartma aracıdır,13 halbuki Allah katında muhteşem bir ödül vardır.
16 O halde, elinizden geldiği kadar Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, [O’nu] dinleyin ve itaat edin. Ve kendi iyiliğiniz için karşılıksız harcamada bulunun: böylece açgözlülüklerinden kurtulmuş olanlar, işte onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar!14
17 Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, O bunu fazlasıyla size geri ödeyecek ve günahlarınızı bağışlayacaktır: çünkü Allah, şükrün karşılığını her zaman verendir, halîmdir; 18 yaratılmışların kavrayış alanının ötesindeki şeyleri de, insanların duyguları ve akılları ile görüp gözleyebildiklerini de15 bilir; Kudretlidir, Hikmet Sahibidir!
DİPNOTLAR
1 İnsanın Allah’ın yaratıcılığı hakikatini kabul veya inkar etmesine işaret eden yukarıdaki ifade tarzı, hem Taberî’nin hem de Zeccâc’ın bu pasaj ile ilgili (Râzî tarafından nakledilen) yorumlarına uygundur. Zemahşerî’ye göre bu hakikati inkar edenler ilk sırada sayılmıştır, çünkü onlar, bilinçli olarak Allah’a inananlardan sayıca daha fazladırlar ve daha büyük bir etkiye sahiptirler. Bu ifadenin başka bir anlamı ise şudur: Bütün insanlar, Yaratıcı’nın varlığını kavrama içgüdüsel yeteneği ile donatılmış (karş. 7:172 ve ilgili not 139) olduklarından, birinin bu hakikati inkar etmesi ile başka birinin ona inanması, son tahlilde, özgür seçimin bir ürünüdür.
2 Bkz. sure 10, not 11.
3 Yani, insan hayatının gerekleri ile uyumlu bir şekilde. Bkz. ayrıca 7:11, not 9.
4 Bu, tarihin gösterdiği gibi, temel ahlakî hakikatleri ve dolayısıyla bütün maneviyat ve ahlak ölçülerini reddetmiş olan her toplumun veya milletin kaçınılmaz bir şekilde uğrayacağı felaketlere ve belalara bir işarettir.
5 Yani, özellikle kendileriyle ilgili ilahî mesajların emanet edildiği kendi içlerinden çıkmış elçiler. “Defalarca” deyimi, tekrarı ve sürekliliği anlatan kânet te”tîhim ifadesinden çıkarılmıştır.
6 Lafzen, “bize rehberlik edecek”. Bu olumsuz cevap, kendileri bütün manevî/ahlakî ölçülerden uzaklaşmış olmalarından dolayı, içgüdüsel olarak bütün beşerî olgulara karşı derin bir güvensizlik duyan ve bu nedenle, ilahî mesajın kendileri için “tabiatüstü” hiçbir anlam taşımayan sade bir beşer aracılığıyla tezahür edeceği düşüncesini kabul edemeyen insanların ayırıcı özelliğidir.
7 Onların yeniden dirilmeyi ve öteki dünyaya inanmayı reddetmeleri, hiç kimsenin, ölümünden sonra hayatta yaptıklarının hesabını vermeye çağrılmayacağı kanaatine işaret eder.
8 Çeviride hemen kendisinden önce yer alan ve bu bağlamda “zaman” olarak çevirmiş bulunduğum yevme (lafzen, “gün”) isminin Kur”an’da mansûb halde kullanılmış olması, yukarıdaki ya da benzeri bir parantez-içi ifadenin kullanılmasını zorunlu kılmıştır.
9 Yani, Râzî’nin sözleriyle, “Allah’ın iradesine teslimiyete … [ve böylece] rahatlık zamanlarında şükretmeye, felaket zamanlarında ise sabır göstermeye”. Bu ifadeyi -bazı müfessirlerin anladığı gibi- başka bir şekilde, yani “kim Allah’a inanırsa, O [yani Allah] onun kalbini hidayete ulaştırır” şeklinde anlamak da mümkündür. Ancak benim tercih ettiğim çeviri şekli daha uygun görünmektedir, çünkü bu şekildeki çeviri Allah’a bilinçle inanmanın, insan aklını, duyguları ve temayülleri, bu inancın işaret ettiği doğrultuda kontrol etmeye ve yönlendirmeye zorladığı düşüncesini vurgular.
10 Bu pasajın yukarıdaki şekilde ifade edilmesi şu iki hususu açıklığa kavuşturmaktadır: Birincisi, Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini kavramak, Allah’ın insana verdiği mesajın temel amacı ve dolayısıyla başı ve sonudur. İkincisi, peygamberler, bu mesajı insana iletmek ve açıklamaktan başka bir şey yapmazlar, onu kabul veya reddetmeyi ise insanın aklına ve özgür seçimine bırakırlar.
11 Yani, “bazan, eşleriniz…” vd. Kur”an öğretisinde ahlakî sorumluluklar kadına olduğu kadar erkeğe de yüklenmiş olduğundan, ezvâcukum terimi “hanımlarınız” şeklinde çevrilmemeli, tersine -klasik Arapça kullanımına göre- evliliğin hem erkek hem de kadın tarafını eşit şekilde kapsadığı dikkate alınarak ona göre çevrilmelidir.
12 Ailesini sevmesi, bazan erkek veya kadın mümini, inancının ve bilincinin gereklerine aykırı davranmaya itebilir: ve bazan da sevilen taraflardan biri veya diğeri -karı, koca veya çocuk- kişiyi, bazı gerçek veya sunî “ailevî çıkarlar”ı korumak amacıyla ahlakî taahhütlerini terk etmeye ve böylece ötekinin ruhsal “düşman”ı olmaya bilinçli olarak teşvîk edebilir. Bir sonraki cümlenin işaret ettiği, işte bu son durumdur.
13 Bir açıklama için bu pasajın hemen hemen aynısı olan 8:28 ile ilgili not 28’e bkz.
14 Karş. 59:9’un son cümlesi ve bununla ilgili not 14.
15 Bkz. sure 6, not 65.