MEARİC SURESİ
Üçüncü ayetinde geçen me”âric kelimesinden dolayı bu isimle anılan sure, Mekke döneminin ortalarına aittir. Bu sure, her ikisini de insan tabiatında mevcut bulunan sürekli arayışın/tatminsizliğin belirlediği, inançsızlığın -yahut daha doğrusu, inanmaya isteksizliğin- inanca yönelttiği meydan okumayı ele almaktadır.
1 SORUP araştırmak isteyen biri, [öteki dünyada] başa gelecek azabı sorabilir,1 2 hakikati inkar edenlerin2 (başına).
[Öyleyse, bil ki] hiçbir şey ona mani olamaz; 3 [çünkü o,] Allah’tan [gelir,] katına yükselmenin birçok yolu olan3 (Allah’tan): 4 bütün melekler ve [insana bahşedilmiş olan] ilham O’na [bir günde] yükselir,4 uzunluğu elli bin yıl [gibi] süren bir günde.5
5 Bu nedenle, [sen ey iman eden], bütün sıkıntılara sabırla katlan: 6 bak, insanlar6 o [hesaba] uzak bir şey olarak bakıyorlar, 7 ama Biz onu yakın görüyoruz!
8 [Bu hesap,] göğün erimiş madene benzeyeceği Gün [vuku bulacak], 9 ve dağların yün topakları gibi olacağı, 10 ve hiç kimsenin arkadaşını(n durumunu) sormayacağı, 11 ama onların birbirlerinin gözü önünde olacaklar[ı gün]: [çünkü,] her suçlu, o Gün çocuklarını feda ederek kendisini kurtarmak ister, 12 ve eşini ve kardeşini, 13 ve kendisini himaye etmiş bütün akrabalarını, 14 ve yeryüzünde yaşayan [başka] herkesi, onların tümünü; böylece yalnız kendini kurtarabilsin diye.
15 Ama hayır! [Onu bekleyen] tek şey alev saçan bir ateştir, 16 derisini kavuran (bir ateş)!
17 O, [iyiye ve doğruya] sırtını dönenleri ve [hakikatten] uzaklaşanları kendine çeker, 18 ve [servet] biriktirip, [onu öteki insanların elinden] alanları.
19 GERÇEK ŞU Kİ, insan tatminsiz bir tabiata sahiptir.7
20 [Kural olarak,] başına bir kötülük geldiği zaman sızlanmaya başlar,8 21 bir iyilik ile karşılaşınca da onu bencilce [sahiplenip başka insanlardan] uzak tutar.
22 Ancak namazda bilinçli olarak Allah’a yönelenler9 böyle değildir, 23 [ve] namazlarında devamlı ve kararlı olanlar;
24 ve şunlar: malları üzerinde (başkasının) hak sahibi olduğunu kabul edenler, 25 [yardım] isteyenlerin ve [hayatın güzel şeylerinden] yoksun bulunanların;10
26 ve Hesap Günü’nü[n geleceğini] tasdik edenler;
27 ve Rablerinin azabına karşı korku ve saygı içinde bulunanlar, 28 zaten Rabbinin azabına karşı hiç kimse kendini [tam] bir güven içinde hissedemez;11
29 Ve iffetlerine karşı duyarlı olanlar,12 30 eşleri; yani [nikah yoluyla] meşru şekilde sahip oldukları dışında13 [isteklerini frenleyenler:] çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar, 31 ama o [sınır]ın ötesine geçmek isteyenler, gerçek haddi aşanlardır;
32 emanetlere ve ahidlerine riayet edenler;
33 ve şahitlik yaptıkları zaman kararlı duranlar;
34 ve namazlarını [bütün dünyevî endişelerden] uzak tutanlar.
35 İşte bunlardır [cennet] bahçeler[in]de ağırlanacak olanlar!
36 O HALDE bu hakikati inkara şartlanmış olanlara ne oluyor ki senin önünde şaşkın vaziyette oraya buraya koşturuyorlar, 37 sağdan ve soldan kalabalıklar halinde [sana gelerek]?14
38 Onların her biri [bu şekilde] bir esenlik bahçesine gireceğini mi sanıyor?15
39 Asla! Çünkü, Biz onları [çok iyi] bildikleri bir şeyden16 yarattık!
40 Evet! Bütün gündoğumu ve günbatımı noktalarının17 Rabbini [Bizim varlığımıza] tanıklık etmeye çağırırım: şüphesiz Biz muktediriz, 41 onları kendilerinden daha hayırlı [bir toplum] ile değiştirmeye: çünkü Bizi [istediğimizi yapmaktan] alıkoyan hiçbir şey yoktur.18
42 O halde, bırak onları, kendilerine vaad edilen [Hesap] Günü ile karşılaşıncaya kadar boş konuşmalarla oyalansınlar ve [kelimelerle] oynayıp dursunlar;19 43 ki o Gün bir hedefe doğru yarışıyorlarmış gibi mezarlarından aceleyle fırlarlar, 44 gözleri düşmüş, zillete dûçâr bir vaziyette: işte onlara defalarca haber verilen Gün…20
DİPNOTLAR
1 Lafzen, “Bir soruşturucu soruşturdu” yahut “soruşturabilirdi”.
2 “Hakikati inkar edenler”in -ve dolayısıyla, bu kasıtlı inkarın sonucu olarak kötülük işleyenlerin- birçoğunun bu dünyada refah içinde bulunduğu gerçeği karşısında, şüpheci biri, bu durumun değişip değişmeyeceğini yahut ne zaman değişeceğini ve değerlerin ilahî adalete göre tanzim edilip edilmeyeceğini sorabilir. “Değişip değişmeyeceği”nin cevabı 2. ayetin ikinci yarısında, “ne zaman” değişeceği de, vecîz şekilde 4. ayetin sonunda verilmiştir.
3 Lafzen, “[Birçok] yükselmelerin sahibi”: insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve böylece O’nunla ruhsal “yakınlık” kurmaya “yükselten” birçok yolun olduğuna işaret eden mecazî bir ifade -bu sebeple, kendisini Allah’a götüren yollardan uzaklaştırmanın insanın kendi elinde olduğuna işaret (karş. 76:3).
4 Rûh‘u “ilham” olarak çevirmem konusunda bkz. sure 16, not 2. Meleklerin ve ilhamın “yükseliş”i, sık sık tekrarlanan “her şey [kaynağı olan] Allah’a döner” ifadesi ile aynı bağlamda anlaşılmalıdır (Râzî).
5 “Zaman” kavramının, zamansız ve sonsuz olan Allah ile ilişkili olarak kullanılması anlamsızdır: karş. 22:47’nin son cümlesi ile ilgili not 63 -“Rabbinizin ölçüsüyle bir gün, sizin hesabınızla bir yıl gibidir”: başka bir deyimle, bir gün, bir çağ, bin yıl, yahut elli bin yıl, O’nun için aynıdır; çünkü (bu ölçüler,) yalnızca yaratılmış dünyada açık bir gerçekliğe sahiptirler ve Yaratıcı ile hiçbir ilgileri yoktur. Keza öteki dünyada zaman, insan için anlamını yitirmiş olacağından, zalimlerin “ne zaman” azaba uğrayacaklarını ve dürüst ve erdemlilerin ne zaman ödüllerini alacaklarını sormanın hiçbir anlamı yoktur.
6 Lafzen, “onlar”.
7 Lafzen, “insan tatminsiz (halû”an) yaratılmıştır” -yani insan, kendini aynı derecede hem verimli başarılara hem de kronik memnuniyetsizlik ve hayal kırıklıklarına sürükleyen bir iç tatminsizlik ile donatılmıştır. Başka bir deyişle, bu donanımın pozitif yahut negatif bir karakter göstereceğini belirleyen, insanın bu Allah-vergisi donanımı kullanma tarzıdır. Bundan sonra gelen iki ayet (20 ve 21) ikinci duruma işaret ederlerken, 22-25. ayetler, yalnızca gerçek ruhî ve ahlakî bilincin o fıtrî tatminsizliği pozitif bir güce dönüştüreceğini ve böylece iç huzuruna ve kalıcı hoşnutluğa yol açacağını gösterir.
8 Cezû” isim-fiili, –ceze”a fiilinden türetilmiştir- hem “sabırsızlık”, hem de “kendi şanssızlığına yakınma” kavramlarını birleştirir ve bu nedenle de sabr‘ın karşıtı olarak görülür (Cevherî).
9 Bunun musallîn (lafzen, “namaz kılanlar”) deyiminin karşılığı olduğuna inanıyorum. Çünkü bu deyim, sadece namazın şeklî tarafını değil, daha çok, sonraki ayetin gösterdiği gibi, onun gerisindeki zihnî durumu ve ruhî ihtiyacı anlatır. Bu anlamda, 19. ayetteki “insan tatminsiz bir tabiata sahiptir” ifadesi ile bağlantılıdır; ki bu tatminsizlik, doğru şekilde kullanıldığında, insanı, hem bilinçli ruhî gelişmeye, hem de bütün bencillik ve düşkünlüklerden uzaklaşmaya iter.
10 Zımnen, “ama yardım dilenmeyen yahut dilenemeyenler”; bkz. 12. notta zikredilen 51:19’daki benzer bir ifade ile ilgili Râzî’nin açıklamaları.
11 Mürâîce bir böbürlenmeye karşı yapılan bu uyarı, ne kadar “iyi” olursa olsun, bir kimsenin her zaman ahlakî bir hata yapmasının (mesela, bir arkadaşını incitmesi) ve sonra bu günahını unutmasının her zaman mümkün olduğunu gösterir. Bu uyarı, dolaylı olarak, kişinin bütün eylemlerinde bilinçli olmayı elden bırakmamaya bir çağrıdır -çünkü, “kötülük ayartısı (fitne), yalnızca hakikati inkar edenlere musallat olmaz” (8:25), ama aynı zamanda dürüst ve erdemlilere de musallat olabilir.
12 Lafzen, “mahrem yerlerini koruyanlar”.
13 Bkz. 23:5-7’deki aynı ifadeli pasaj ve 3 nolu dipnot. O notta, ev mâ meleket eymânuhum ifadesini neden “yahut [evlilik yoluyla] meşru olarak sahip oldukları” şeklinde çevirdiğimi açıklamıştım. Bu yorum konusunda ayrıca bkz. Râzî’nin 4:24 ile ilgili açıklamaları ve sözkonusu ayet ile ilgili olarak Taberî’nin İbni “Abbâs ve Mücâhid’den naklen yaptığı alternatif çevirilerden biri.
14 Bu, yine 19. ayetteki “insan tatminsiz bir tabiata sahiptir” ifadesi ile bağlantılıdır (bkz. yukarıdaki not 7). Allah’ın varlığı hakikatini görmek istemeyen ve bu sebeple dünya görüşlerini üstüne oturtacakları sağlam bir temelden yoksun bulunan insanlar, aynı zamanda belli bireysel ve sosyal değer ölçülerinden de uzak olurlar. Bu nedenle, ne zaman pozitif bir iman çağrısı ile karşılaşırlarsa ruhî bir şaşkınlık içinde “oraya buraya koşuştururlar” ve kendilerini entellektüel olarak haklı çıkarmak için, her tarafa çekilebilir çelişkili kanıtlarla sözkonusu iman çağrısını çürütmeye çalışırlar -“sağdan ve soldan sana gelerek” istiâresinde dile getirilen tavır, bu tavırdır; ve onlar bütün güçlerini yüzeysel bir “çoğunluk iradesi” ile uyumlu olmaktan aldıkları için bunu yalnızca “kalabalıklar halinde” yapabilirler.
15 Yani, “başka birinin inancını “çürütmek” suretiyle iç huzuru ve tatmini sağlayacaklarını mı sanırlar?”
16 Yani, “toz-toprak”tan -yerin, altında ve üstünde bulunan aynı temel organik ve inorganik maddelerden: bundan çıkarılacak sonuç, yalnızca ruhî bilincin ve tavrın insanı maddî varlık kalıplarının üstüne çıkarabileceği ve ona burada mecazen “esenlik bahçesi” olarak tanımlanan iç tatmini sağlama gücü verebileceğidir.
17 Yani, güneş yılı süresince güneşin “doğduğu” ve “battığı” noktaların bütün hareketlerinin: böylece, Allah’ın evrendeki bütün yörünge hareketlerinin Nihaî Sebebi (the Ultimate Cause) ve dolayısıyla evrenin yaratıcısı olduğu gerçeği vurgulanmaktadır (karş. 37:5 ve 55:17).
18 Bunun anlamı şudur: Bu dünyada “hakikati inkar edenler”i müminler ile yer değiştirtmek Allah’ın iradesi değildir; çünkü böyle bir “değiştirme”, inancın her zaman inançsızlık ile sınanmasına veya tersinin yapılmasına imkan veren Allah’ın insan varlığını çok-biçimli olarak yaratması gerçeği ile çatışır.
19 Yani, “yaratılmamış” saydıkları bir dünya ve “kendi kendine oluştuğu”nu farzettikleri bir hayat üzerine felsefe yapsınlar; ayrıca, ölümden sonraki hayat ile Allah’ın varlığı hakkındaki desteksiz kaba “inkarcılık”larını sürdürsünler .
20 “Defalarca” kavramı -yani, peygamberlere inen vahiylerin çağlar boyunca ardarda gelmesi- genellikle tekrar ve/veya süreklilik içeren kânû yardımcı fiilinden çıkmaktadır.