MÜRSELAT SURESİ
Adını ilk ayetinde geçen mürselât (ki, Kur”an’ın tedrîcen vahyine işaret eder) kelimesinden alan bu sure, kronolojik olarak, 104. sure (Hümeze) ile 50. sure (Kâf) arasındaki bir zamana, yani hemen hemen Hz. Peygamber’in risalet görevini yüklenmesinin dördüncü yılına yerleştirilebilir.
1 DÜŞÜN bu [mesaj]ları, dalga dalga1 gönderilen 2 ve sonra fırtına şiddetiyle patlayan!
3 Düşün bu [mesaj]ları, [hakikati] dört bir yana yayan,
4 böylece [doğru ile eğriyi] kesin şekilde2 ayıran,
5 ve sonra bir öğüt ve hatırlatmada bulunan,
6 suçlardan arınma[yı vaad eden] veya bir uyarı[da bulunan]!3
7 BAKIN, bekleyip görün denilen4 her şey mutlaka gerçekleşecektir.
8 Yıldızlar söndüğü zaman [gerçekleşecek,]
9 ve gök parçalandığı zaman,
10 ve dağlar toz gibi ufalandığı zaman,
11 ve bütün elçiler belirlenen bir vakitte toplanmaya çağırıldıkları zaman…5
12 Ne zaman gerçekleşecek [bütün bunlar]?
13 [Doğruyu yanlıştan] Ayırd etme Günü!6
14 Bu Ayrım Günü’nün nasıl bir gün olacağını bilebilir misin?
15 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
16 Biz, geçmişin o [günahkar]larını yok etmedik mi? 17 İşte sonrakileri de onlarla aynı yola sokacağız:7 18 [çünkü] Biz, günaha batmış olanlarla böyle uğraşırız.
19 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
20 Sizi basit bir sıvıdan yaratmadık mı, 21 [rahmin içinde] sağlam bir şekilde muhafaza ettiğimiz [bir sıvıdan], 22 önceden belirlenmiş bir süreyle?
23 Biz, [insanın yaratılışını] işte böyle gerçekleştirdik: ne mükemmeldir Bizim [bir şeyi] gerçekleştirme kudretimiz!8
24 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
25 Biz toprağı toplanma yeri yapmadık mı 26 diriler ve ölüler için?9 27 Onun üzerinde haşmetli, sarsılmaz dağlar meydana getirmedik mi ve size içmeniz için tatlı sular vermedik mi?10
28 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
29 HAYDİ, yalanlayıp durduğunuz şu [kıyamete] doğru gidin bakalım!
30 Üç katlı gölgeye11 doğru gidin, 31 hiçbir [serinliği] olmayan ve ateşten korumayan (gölgeye), 32 [yanan] kütükler gibi (ateşten) kıvılcımlar saçan, 33 kızgın dev halatlar gibi!12
34 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların, 35 hiçbir söz söyle[ye]meyecekleri, 36 ve özür dilemelerine izin verilmeyeceği o Gün.
37 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların, 38 [onlara şöyle denilecek, doğru ile eğri arasındaki] o Ayrım Günü: “Sizi eski zamanların o [günahkar]ları ile bir araya getirdik; 39 ve eğer bir bahaneniz [olduğunu sanıyorsanız], haydi (onu kullanıp) Beni atlatmaya çalışın!”
40 O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
41 [AMA,] Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, [serin] gölgeler altında ve pınarlar arasında oturacaklar, 42 ve canlarının istediği her meyve[den tadacaklar]; 43 [ve onlara:] “[Hayatta iken] yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyip için!”13 denilecek.
44 İyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz; 45 [ama] o Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
46 [DOYUNCAYA] kadar yiyip için ve biraz sefanızı sürün, siz ey günahkarlar!14 47 [Ama] o Gün, vay haline hakikati yalanlayanların! 48 Ve onlara “[Allah’ın huzurunda] baş eğin!” denildiğinde buna uymazlar: 49 o Gün, vay haline hakikati yalanlayanların!
50 Peki, bundan sonra, başka hangi habere inanacaklar?
DİPNOTLAR
1 Yani, birbiri ardından: Kur”an’ın tedricî olarak, safha safha vahyedilişine işaret. Bir sonraki cümle ise (ayet 2), tersine, ilahî kelâmın bir bütün olarak sahip olduğu gücü ve etkiyi anlatmaktadır. Yemin edatı ve‘yi “Düşün” şeklinde çevirmem konusunda bkz. sure 74, 23. notun ilk bölümü.
2 Lafzen, “[bütün] farklılığıyla (farkan)”. Karş. 8:29 ve ilgili not; ayrıca 2:53, not 38.
3 Yani, suçtan arınmayı sağlayan şeyi -başka bir deyişle, doğru davranışın prensiplerini- ve ahlakî olarak yanlış olan ve kaçınılması gereken şeyleri göstererek.
4 Lafzen, “size vaad edilen”, yani yeniden dirilme.
5 Yani, Allah’ın mesajlarını ilettikleri kişi ve topluluklar aleyhine veya onlar lehine şahitlik yapmaları için (karş. 4:41-42, 5:109, 7:6 veya 39:69).
6 Bu, her zaman Kıyamet Günü’ne işaret eden yevmu’l-fasl ifadesinin kronolojik olarak Kur”an’da ilk geçtiği yerdir (karş. 37:21, 44:40, 78:17 ve bu surenin 38. ayeti): yeniden dirildiğinde insanın kendisine ve geçmişteki eylem ve tavırlarının gerisindeki sebep ve saiklere mükemmel, kusursuz bir bakış açısı kazanacağını sık sık tekrarlayan Kur”ânî ifadeye telmîh (karş. 69:1 ve ilgili not 1).
7 Sümme bağlacının -ki burada “İşte” olarak çevrilmiştir- kullanılması, “sonraki” günahkarların (âhirûn), bu dünyada Allah’ın akıl-sır ermez, derinliğine erişilmez hikmeti gereği bir belaya uğramasalar da öteki dünyanın azabına mutlaka uğrayacaklarını ifade eder.
8 İnsanın varoluş sahnesine çıkarılma süreci (23:12-14’de tasvir edilmiştir) açık bir şekilde Allah’ın yaratıcı faaliyetine ve dolayısıyla varlığına işaret etmektedir. Sonuç olarak, insanın bundan dolayı şükretmeyişi, Kur”an’ın “hakikati yalanlamak” olarak tanımladığı bir nankörlük derecesine varmaktadır.
9 Bu, yalnızca toprağın diri ve ölü insanlar ve hayvanlar için bir kalım/yerleşim yeri olduğu gerçeğine işaret etmekle kalmaz, ama aynı zamanda bütün organik hayatta, ilahî bir kanun olarak, doğma, büyüme, yaşlanma ve ölme devr-i dâim şeklindeki hareketine işaret eder -böylece, “ölüden diriyi ve diriden ölüyü meydana getiren” Yaratıcı’nın varlığının bir kanıtı olarak görülür (3:27, 6:95, 10:31 ve 30:19).
10 Bu ayet, önceki ile paralel olarak, Allah’ın cansız varlıkları yaratmasına işaret etmekte ve böylece O’nun, evrenin hem organik hem de inorganik bütün tezahürleriyle Yaratıcı’sı olduğu gerçeğini teyid etmektedir.
11 Yani, ölümün, yeniden dirilmenin ve Allah’ın yargısının (gölgesine); ki üçü de günahkarların kalbine korku salar.
12 Lafzen, “bükülmüş sarı halatlar gibi”, sarı renk, “ateşin rengidir” (Beğavî). Birçok müfessir ve Kur”an’ın şimdiye kadarki bütün çevirmenlerinin cimâlât‘ı (hem cimâlet, hem de cimâleh olarak okunmuştur) “develer” şeklinde çevirmeleri, son derece uygunsuz bir karşılık olduğu için kabul edilemez durumdadır; bu bağlamda bkz. 7:40’ın ikinci bölümü ile ilgili not 32 -“halatın iğne deliğinden geçebilmesinden daha kolay giremeyecekler cennete”. Yukarıdaki ayette de çoğul isim cimâleh (veya cimâlât), “bükülmüş halat” veya “dev halatlar”ı gösterir -bu anlam, İbni “Abbâs, Mücâhid, Sa”îd b. Cubeyr ve başkaları tarafından kuvvetle vurgulanmıştır (karş. Taberî, Beğavî, Râzî, İbni Kesîr; ayrıca Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr). Ayrıca yıldız kaymalarının hareketini gözlememiz de, “kızgın dev halatlar” şeklindeki çevirimizi haklı çıkarmaktadır. Benzer şekilde, kasr kelimesini tamamen anlamsız olan “kaleler”, “saraylar” vb. şeklindeki klasik karşılıklarının yerine bu bağlamda “[yanan] kütükler” şeklinde çevirmem de yukarıda zikredilen otoritelere dayanmaktadır.
13 Cennet zevklerinin bu sembolizmi için bkz. Ek I.
14 Lafzen, “siz, günaha batmışlardansınız (mücrimûn)”.