MUTAFFİFİN SURESİ
Adı: Sure adını birinci ayette geçen ‘mutaffifin’ kelimesinden almıştır.
Nüzul zamanı: Muhtevasından da anlaşılacağı gibi, bu sure Mekke’nin ilk dönemlerinde nâzil olmuştur. O dönemlerde Mekkeliler’in zihinlerine ahiret düşüncesinin yerleştirilebilmesi için, peyderpey bu gibi sureler nâzil oluyordu. Bu surenin nâzil olduğu o dönemlerde, Mekkeliler çarşılarda, yollarda, meclislerde ve Müslümanları nerede görürlerse, onlara sataşıyor ve onlarla alay ediyorlardı. O zaman fiilî saldırı ve zulüm devri henüz başlamamıştı. Bazı müfessirler bu surenin medenî olduğunu iddia etmişlerdir. Bu yanlış anlamaya İbn Abbas’tan gelen bir rivayet neden olmuştur. Şöyleki, “Rasulullah (s.a) Medine’ye geldiğinde, orada ölçü-tartıda hile yapma adeti çok yaygın idi. Fakat Mutaffifin Suresi nâzil olduktan sonra, Medineliler bu adetten vazgeçtiler. Tartıda dürüst davranmaya ve tam tartmaya başladılar.” (Neseî, İbn Mace, İbn Merdûye, İbn Cerir, Beyhâkî) İnsan Suresi’nin girişinde de açıklandığı gibi, sahabe ve tabiin, bazen bir konu ile ilgili bir sureyi beyan ederlerken ‘bu sureden sonra, halk ona uydu’ şeklinde konuşurlardı. Yani Rasulullah (s.a) Medine’ye geldikten sonra, bu sureyi Medinelilere tebliğ etmiş ve onlar da ölçü-tartıda ve alışverişte hile yapmaktan vazgeçerek, dürüst davranmaya başlamışlardır. Bu surenin Medine’de nâzil olduğu anlamına gelmez.
Konu: Bu surenin konusu ahiret ile ilgilidir. Ancak ilk 6 ayette, toplum içerisinde, alışverişte haksızlık ve sahtekârlık çok yaygın olduğu için, özellikle bu konu üzerinde durulmuştur. Vay haline o kimselerin ki alırlarken tam alırlar, verirlerken eksik verirler. Toplum içinde sayısız kötülükler olmasına rağmen kimse bu işi (ölçü-tartıda hile yapmayı) hoş karşılamazdı. Buna dayanarak Cenab-ı Allah, bu kötülüğün öbür dünyaya inanmamanın ve ahiretten gafletin bir sonucu olduğunu beyan ediyor. Bir toplum, en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba çekileceğine inanmıyorsa eğer, kötülüğün giderilmesi ve dürüst olunması mümkün değildir. Bir kimse ne kadar dürüst olmaya çalışırsa çalışsın ticaretini yaptığı şeyin meblağı büyüdüğünde, pekâla bu dürüstlükten vazgeçebilir. Çünkü dürüstlük onun için müstakil bir değer değil sadece bir prensiptir. Ancak bir kimse, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa işte o zaman o kimse dürüstlüğü müstakil bir değer olarak kabul ettiği gibi, doğruluğu da üstüne bir görev olarak telakki eder. Bu kimse dürüst davrandığı zaman çıkarını ve zararını düşünmez. Zira onun dürüstlük anlayışı daha üst değerlere, yani Allah’a ve ahiret günü inancına dayanır.
Ahiret ile ahlâk arasında yakın bir ilişki olduğu hususu açıklandıktan sonra, 7. ayetten 17. ayete kadar kötü işler yapanlar için amel defterlerinin hazırlandığı ve öbür dünyada onların şedid bir azabla karşılaşacakları, 18. ayetten 28. ayete kadar ise, iyi işler yapanları bir refah hayatının beklediği ve onların hesap defterlerinin şerefli meleklerin ellerinde olduğu anlatılmaktadır.
Surenin sonunda, müslümanlara müjde verilirken, aynı zamanda da kafirler uyarılmaktadırlar. Bugün mü’minleri hor görüyorsunuz ama kıyamet günü mü’minleri hor gören bu mücrimler zulümlerinin kendilerine feci bir son hazırladığını da göreceklerdir. Mü’minler de onların bu feci sonlarını görerek sevinçle onları seyredeceklerdir.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Eksik ölçüp tartanların vay haline,1
2 Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar.
3 Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler.2
4 Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyor mu?
5 Büyük bir günde.3
AÇIKLAMA
1. Ayette geçen mutaffifin ifadesi, tatfif’ten türemiştir. Arapçada tafif, küçük ve hakir görülen şeyler için kullanılır, tatfif ise, tartıda belli etmeden hile yapmak anlamına gelir.
2. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde, alışverişte hile yapmak şiddetli bir şekilde kınanmıştır. “Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz.” (En’am-152), “Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha iyidir ve sonu da daha güzeldir.” (İsrâ-35) ve “Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın. Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.” (Rahman-8-9). Hz. Şuayb’ın (a.s) kavmine işte bu sebepten dolayı azap inmiştir. Çünkü o kavim, Hz. Şuayb’ın (a.s) kendilerine ısrarla yaptığı ikazlara rağmen, bu kötülükten vazgeçmemişti.
3. Kıyamet gününe, büyük bir gün denmektedir. Çünkü insanlar ve cinler Allah’ın adaleti önüne çıkacaklar ve o gün ceza ve mükâfat verilmesi hakkında, kendileriyle ilgili önemli bir karar alınacaktır.
6 İnsanların, alemlerin Rabbi için kalacağı günde.
7 Hayır,4 facir olanların kitabı şüphesiz “Siccin”5 dedir.
8 “Siccin”in ne olduğunu sana öğreten nedir?
9 Yazılı bir kitaptır.
10 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.
11 Ki onlar, din gününü yalanlamaktadırlar.
12 Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan,’ günahkâr olandan başkası yalanlamaz.
13 Ona ayetlerimiz okunduğu zaman:6 “Geçmişlerin masallarıdır” dedi.
14 Asla, hayır; onların kazanmakta oldukları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur.7
15 Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır.8
16 Sonra onlar, kuşkusuz cehenneme yollanacaklardır.
17 Sonra onlara: “İşte sizin yalanlamakta olduğunuz budur” denir.
18 Hayır;9 ebrar olanların kitabı, “İlliyîn” dedir.
19 “İlliyîn”in ne olduğunu sana öğreten nedir?
20 Yazılı bir kitaptır.
21 Ona yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar şahid olurlar.
22 Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler.
23 Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler.
24 Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanıyıverirsin.
25 Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir.
AÇIKLAMA
4. Yani onların, hiçbir hesap vermeden kurtulacakları ve Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere çıkmayacakları şeklindeki zanları yanlıştır.
5. Ayetin aslında siccin kelimesi geçmektedir. Siccin, sicn’den türemiştir. Sicn hapishane anlamına gelmektedir. Sonraki ayetlerden siccin ile ceza ve azabı hakketmiş olanların hesap defterlerinin kastedildiği anlaşılmaktadır.
6. Bu ayetler ceza ve mükâfat gününü haber vermektedirler.
7. Yani ceza ve mükâfaat gününü inkâr etmektedirler ve onların bu konuda hiçbir makûl ideali bulunmamaktadır. Ancak günah işlemekten kalpleri öylesine paslanmıştır ki, gâyet makûl ve açık delillere rağmen bile, ceza ve mükâfaat gününü inkar etmektedirler. Rasulullah (s.a) kalbin paslanmasını şöyle izah etmektedir: “Bir kul günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul tevbe ederse, bu siyah leke kaybolur. Şayet tevbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, bu leke onun tüm kalbini sarar.” (Müsned-i Ahmet, Tirmizi, İbn Mace, Neseî, İbn Cerir, Hakim, İbn Ebi Hatim, İbn Hibban)
8. Yani onlar Allah’ın cemâlini görmekten mahrum kalacaklar ve bu şeref sadece salih kullara nasip olacaktır. İzah için bkz. Kıyame. an: 17.
9. Yani onların yaptıklarına karşılık ceza ve mükâfat görmeyecekleri şeklindeki düşünceleri yanlıştır.
26 Ki onun misktir.10 Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar.
27 Onun karışımı “tesnim”dendir.11
28 Bir kaynak ki, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar ondan içer.
29 Doğrusu, ‘suç ve günah işleyenler,’ kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi.
30 Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi.
31 Kendi yakınlarına döndükleri zaman da ‘sevinç ve neşeyle’ dönerlerdi.12
32 Onları gördükleri zaman ise: “Bunlar kuşkusuz şaşkın-sapıklardır”13 derlerdi.
33 Oysa kendileri onların üzerine gözcü olarak gönderilmemişlerdi.14
34 Artık bugün de, iman edenler, kâfir olanlara gülmektedirler;
35 Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmek suretiyle.
36 Nasıl, kâfir olanlar, işlemekte olduklarının ‘feci karşılığını gördüler mi’?15
AÇIKLAMA
10. Burada “hıtamühü misk” ifadesi geçmektedir. Bu ifade cennette verilecek olan şarapların kabı (mektup zarfı anlamında) toprak ya da mum yerine misk ile mühürleneceği anlamına gelmektedir. Yani kabın içindeki şaraplar, nehirden akan şaraplardan bile daha kaliteli olacaktır. Bu şarapları cennetteki hizmetçiler özel kaplarda misk ile mühürlenmiş bir şekilde getireceklerdir. Diğer bir anlamının da şöyle olması mümkündür. Bu şaraplar insanın boğazından geçerken misk kokusu hissedilecektir. Bu özellik dünyadaki şarapların tam tersidir. Çünkü daha şarabın kapağı açılırken etrafa pis bir koku yayılır ve içildikten sonra da pis bir koku hissedilir. Hatta insanın boğazından geçtikten sonra, şarabın koku ve tesiri zihne sirayet ederek, içenin yüzünden belli olur. Yani kişinin yüzünü buruşturur.
11. Tesnîm, yükseklik anlamına gelir. Bir çeşmeye tesnîm denilmesinin nedeni de, suyun yüksekten gelerek akmasıdır.
12. Yani, artık evlerine dönerlerken, bugün müslümanlarla nasıl alay ettik, küçük düşürerek onlarla nasıl eğlendik, diye düşünürlerdi.
13. Yani bunlar (Müslümanlar), sadece Hz. Muhammed’in (s.a) ahiretten, cennet ve cehennem’den söz etmesinden korkarak aptallaştılar ve dünyanın bunca zevkinden vazgeçtiler. Tehditleri ve musibetleri göze aldılar. Tüm bunları sadece bir ümit için yaptılar. Dünyanın nimetlerinden vazgeçerek, uzak bir ümit için çile çekiyorlar. Güya cehennem diye bir yer varmış da, onlar oradaki azaptan korkuyorlarmış!..
14. Böylesine veciz bir ifadeyle müslümanlar ile alay eden kimselere ders verici bir uyarıda bulunulmuştur. Yani Müslümanların inandıkları hususların yanlış olduğunu farzetsek bile, bunun size ne zararı olabilir? Müslümanlar kendi inançlarına göre hareket etmekte ve özel ahlâkî bir tavır ortaya koymaktadırlar. Sizler onların üzerinde bekçi değilsiniz ki! Onlar sizlere karışmıyorlar fakat sizler onlara eziyet veriyor, alay ediyorsunuz. Müslümanlar sizlere karışmadıkları halde, sizler Müslümanlara karışıyorsunuz.
15. Bu çok latif ve ince bir ifadedir. Çünkü kâfirler müslümanlara eziyet ederek sevaba girdiklerini zannediyorlardı. Ahiret gününde mü’minler cennette keyif ve refah içindeyken, kâfirler kendilerini ateşin içinde yanar bulacaklar ve mü’minler için için sevinerek, ‘bekledikleri sevabı gerçekten bulmuşlar” diyeceklerdir.