NAZİAT SURESİ
Adı: Sure adını ilk kelimesi olan Nâziât’tan almıştır.
Nüzul Zamanı: Hz. Abdullah İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, bu sure Nebe’ Suresi’nden sonra nâzil olmuştur. İlk dönemlerde nazil olduğu surenin muhtevasından da anlaşılmaktadır.
Konu: Naziat Suresi, Kıyamet gününün ve ölümden sonraki hayatın ispatlanması ile ilgili delilleri kapsar. Ayrıca insanları Allah’ın (c.c.) elçisini yalanlamanın sonuçlarından da sakındırır.
Surenin girişinde, Allah Teâlâ’dan aldıkları emirleri hiçbir tereddüt duymadan ve geciktirmeden hemen yerine getiren, kainat nizamını idare eden melekler adıyla yemin edilmektedir. Kıyamet gününün ve ölümden sonraki hayatın gerçekleşeceği katiyyetle teyid edilerek, meleklerin dünyada can almak ile de görevlendirildiklerine işaret ediliyor. Dolayısıyla bugün Allah’ın (c.c.) emriyle kainatın işlerini yürüten melekler, niçin birgün bu nizamı alt-üst ederek, yeni bir dünya kurmaya memur olmasınlar?
Daha sonra buyuruluyor ki; Siz bu işi imkânsız sanıyorsunuz. Oysa Allah (c.c.) için bu, hiç de güç değildir ve bu konuda Allah’ın (c.c.) hazırlık yapmaya ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah (c.c) herşeye kâdirdir. Bir anda içinde yaşadığınız bu nizamı yok eder ve sizin de kendinizi içinde bulacağınız yeni bir nizamı yaratır. Bugün “ölümden sonra diriliş mümkün değildir” diyenler, o an geldiğinde korku ve dehşet içinde titreyerek, bu işin nasıl mümkün olduğunu bizzat kendi gözleriyle göreceklerdir.
Bu bölümün devamında ise, Hz. Musa (a.s) ve Firavun kıssası örnek verilerek, Allah’ın (c.c.) elçisini yalanlayanların, ona sırt çevirenlerin ve onu hile ile yenilgiye uğratmak için çalışanların sonunun ne olacağı anlatılmaktadır. Yani kısaca, bu sonucu Firavun görmüştü, eğer ibret almazsanız, sizlerin sonu da Firavun’un sonu gibi olacaktır, deniliyor.
27. ayetten 33. ayete kadar; tekrardan Kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat hakkında deliller veriliyor. Önce inkârcılara, ‘sizi yaratmak, bu kainatı yaratmaktan daha mı zordur?’, ‘Gökyüzünün sayısız yıldızlarla süslenmiş olduğunu görmüyor musunuz?’ ‘Bu görkemli nizamı yaratmaya kâdir olan Allah, sizi tekrar diriltmekten aciz midir?’ biçiminde sorular sorulmaktadır. Ve böylece delilleri sunduktan sonra, Allah Teâlâ, insanları yeryüzü ve yeryüzünün üzerindeki nimetleri düşünmeye çağırıyor. Ve diyor ki; Bakınız, insanlar ve hayvanlar için, yeryüzünde bir çok nimeti nasıl yaratmışız? Bu nizamın gayesi ile birlikte yaratılmış olmasının en büyük delili, bütün bunların bizzat kendisi değil midir? Bundan sonrası, insanın düşünmesi için kendi aklına bırakılıyor. Bu muhteşem nizam içinde önemli bir mevki işgal eden insanoğluna, bir çok yetkiler verilmiş ve kendisine geniş bir serbesti tanınmıştır. Durum bu merkezdeyken, insanın elindeki yetkileri dilediğince kullanabilmesi karşısında, ölümünden sonra diriltilerek amellerinden hesaba çekilmesi ve karşılığını bulması mı, yoksa toz olması mı daha akla yatkındır?
Bu konu üzerinde daha fazla durulmaksızın 34. ayetten 41. ayete kadar doğrudan doğruya, kıyamet gününde insanın sonunun kendi amellerine göre karara bağlanacağı anlatılmaktadır. İnsanoğlu Allah’a isyan ederek dünyanın geçici lezzetleri peşinde mi koşmuştur; yoksa Allah’tan sakınarak, O’nun huzuruna çıkacağını hesaplayıp, nefsinin arzularını mı dizginlemiştir? İnatçı olmayan, samimi insanlar bu soruların cevaplarını rahatlıkla bulabilirler. Çünkü insana seçme özgürlüğü ve sorumluluk verilmiştir.
Bunun karşılığında cezalandırılması ya da ödüllendirilmesi akla, mantığa ve ahlâka zaten uygun düşmektedir.
Surenin sonunda Mekkeli müşriklerin, ‘Kıyametin kopacağı zaman’ ile ilgili sorularına cevap verilmektedir. Çünkü Mekkeliler sürekli kıyametin kopacağı zamanla ilgileniyorlardı. Allah (c.c) Kıyametin ne zaman kopacağını ancak kendisinin bilebileceğini, Rasul’ün görevinin sadece uyarmak olduğunu ve bu ‘haber’in kesinlikle gerçekleşeceğini beyan ederek bu kısır tartışmaları sonuçlandırdı. Artık bundan sonra dileyen, hak yola döner, dileyen de sapıklığında ısrar eder. O an geldiğinde, onları büyülenmişcesine peşinden koşturan bu dünya hayatının bir kaç saniyeden ibaret olduğunu bizzat görecekler ve ebedî bir hayat karşılığında, birkaç saniyelik bir hayatı bu kadar ucuza tercih etmelerinin yanlışlığını anlayacaklardır.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlara andolsun.
2 Yumuşacık çekip alanlara,
3 Yüzdükçe yüzerek gidenlere,
4 Öncü olarak yarışıp geçenlere,
5 Derken işi bir düzen içinde evirip çevirenlere.1
6 O sarsıntının sarsacağı gün,
7 Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek.2
8 O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak.3
AÇIKLAMA
1. Bu ayetlerde beş özelliğe sahip kimselere yemin edilmiş, ancak niçin yemin edildiği açıklanmamıştır. Fakat daha sonra gelen konulardan bu yeminin, vukûbulacağı kesinlik kazanmış Kıyamet hakkında olduğu anlaşılıyor. Bu beş özelliğe sahip kimselerin kimliğinin açıklanmamasına rağmen bazı sahabe, tabiin ve müfessirlerin çoğuna göre, bu kimseler, meleklerdir.
“Söküp çıkaranlar” ve “Yavaşça çekenler”, İbni Mes’ud, İbn Abbas, Mesruk, Said bin Cübeyr, Ebu Salih, Ebu ed-Duha ve Süddî’ye göre, vücudun ta derinlerinden canı çıkaran meleklerdir.
“Yüzüp yüzüp gidenler”, ayetiyle kastedilen, Allah’ın (c.c.) emri ile kainatı idare eden ve Allah’ın (c.c.) emirlerini süratle yerine getiren meleklerdir. Yani o kadar hızlı hareket ediyorlar ki, adeta yüzüyorlar. Bu görüşü Hz. Ali, İbn Mes’ud, Mücahid, Said bin Cübeyr ve Ebu Salih ileri sürmektedirler.
“Yarışıp geçenler” ayeti hakkında ise, Hz. Ali, Mücahid, Ata, Ebu Salih, Hasan Basrî; Allah (c.c.) işaret ettiği zaman, emri yerine getirmek için hemen harekete geçen melekler kastediliyor, demişlerdir.
“Derken işi düzenleyenler” ayeti de, Hz. Ali, Mücahid, Ata, Ebu Salih, Hasan Basrî, Katâde, Rebî ibn Enes ve Süddî’ye göre, meleklere işaret etmektedir. Başka bir ifadeyle, Allah’ın (c.c.) emriyle melekler bu kainatı idare etmektedirler. Her ne kadar bu konuda Rasulullah’tan bir hadis rivayet edilmemişse de, her halûkârda bu yorumun dayanağı Rasulullah olmalıdır.
Ancak şimdi bu, ortaya bir sorun çıkarmaktadır. Kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat gibi, hissedilmeyen, gözetlenemiyen bir mahlûk olan meleklere Allah (c.c.) niçin yemin ediyor? Doğrusunu Allah (c.c.) bilir, ama benim düşünceme göre, Araplar meleklerin varlığını inkâr etmiyorlar ve insanın canını meleklerin aldığına inanıyorlardı. Ayrıca onlar, meleklerin müthiş bir surette hareket ettiğine ve yeryüzünden, gökyüzüne anında inip-çıktıklarına da inanıyorlardı. Bununla birlikte, meleklerin kendilerine verilen emirleri saniyen yerine getirdikleri ve Allah’ın (c.c.) emriyle bu kainatın nizamını idare ettikleri, şeklinde bir anlayışa sahiptiler. Serbest bir iradeleri olmadığını kabul ederlerken, cehaletlerinden ötürü, melekleri Allah’ın (c.c.) kızları sanarak onlara tapıyorlardı. Fakat buna rağmen Mekkeliler, meleklerin mutlak iktidar sahibi olmadıklarını biliyorlardı. Kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat anlatılırken, melekler kastedilerek şöyle denmiştir: “Biliyorsunuz ki, melekler canlarınızı alırlar. Eğer onlar Allah’ın (c.c.) emriyle can alabiliyorlarsa, yine Allah’ın (c.c.) emriyle canı iade edebilirler. Allah’ın (c.c.) emriyle bu kainatın nizamını düzenleyebildiklerine göre, Allah’ın (c.c.) emriyle yine bu nizamı alt-üst ederek yeni bir dünya kurabilirler. Ve bu işi yapmak için, verilen emri hiç geciktirmez ve oyalanmazlar.
2. Burada birinci sarsıntı ile, Kıyametin koptuğunda dünyanın alt-üst olması kasdedilirken, ikinci sarsıntı ile, ölülerin ayağa kalkmasına işaret olunmaktadır. Bu hususa, Zümer-68’de şöyle değinilmiştir:
“Sûr’a üflendi. Göklerde ve yerde olanlar düşüp bayıldılar. Ancak Allah’ın (c.c.) dilediği kaldı. Sonra ona bir defa daha üflendi, birden onlar ayağa kalktılar, bakıyorlar.”
3. “Bazı kalpler” kelimesinin burada kullanılmasının sebebi Kur’an’a göre, Kıyamet günü yalnızca kâfirler, fâcirler ve münafıklar korku ve dehşet içinde olacaklardır. Fakat müminler bu dehşetten berî olacaklardır. Enbiya: 103’de şöyle buyurulmuştur:
“O an büyük korku, onları asla tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılar: İşte bu, size va’dedilen gününüzdür.”
9 Gözler de zillet içinde düşecek.
10 Kendileri; derler ki: “Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz?”
11 “Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?”
12 Dediler ki: “Şu durumda, zararına bir dönüştür4 bu.”
13 Oysa bu, yalnızca tek bir haykırıştır.
14 Bir de bakarsın ki, onlar, yerin üstündedirler.5
15 Musa’nın haberi sana geldi mi?6
16 Hani Rabbi ona, kutsal vadi7 Tuva’da seslenmişti:
17 “Firavun’a git; çünkü o, azdı.”
18 “Ona de ki: -Temizlenme isteğin var mı?”
19 “Seni Rabbine yönelteyim, böylece (O’ndan) korkmuş olursun.”8
20 (Musa) Ona büyük mucizeyi9 gösterdi.
21 Fakat o, yalanladı ve isyan etti.
22 Sonra da (karşıt olarak) çaba harcayıp sırtını döndü.10
AÇIKLAMA
4. Birbirlerine alaylı alaylı, ‘eğer öbür dünya böyleyse, biz çok zararlı olacağız’ diyorlardı.
5. Yani onlar, bu işin imkânsız olacağını sanıyorlardı. Halbuki Allah (c.c.) için bu, hiç de güç bir iş değildir. Toz olmuş kemikleriniz nerede olurlarsa olsunlar Allah’ın (c.c.) emriyle biraraya gelirler ve bir de bakarsınız ki Allah’ın (c.c.) huzurundasınız. Bu dönüş gerçekten de sizler için zararlıdır. Bu sebepten dolayı, nereye kaçarsanız kaçın, bu olay sonuçta vukû bulacaktır ve o zaman inkârınız ve alaylarınız hiçbir işe yaramayacaktır.
6. Mekkeli müşriklerin Kıyamet ve Ahiret ile alay etmelerinin sebebi, aslında bir felsefeyi reddetmek değil, Allah’ın (c.c.) elçisini yalanlamaktı. Yani onların yalanlamaları sıradan bir insanı hedef almıyor, bir peygamberi hedef alıyordu. Bundan dolayı Allah (c.c) Ahiret hayatıyla ilgili deliller vermeden önce, Hz. Musa (a.s) ve Firavun’un kıssasını anlatarak, Mekkelileri, Allah’ın (c.c.) elçisine karşı çıkmanın ve ona başkaldırmanın sonuçlarından sakındırıyor.
7. Müfessirlerin çoğu ‘Tuva’ kelimesinin sadece bir isim olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Tuva vadisi ile ilgili olarak iki anlam öne sürülmüştür. Birincisi, bu Vadi’nin iki kez şereflenerek mukaddes olduğu biçimindedir. İlki, Allah (c.c) Hz. Musa (a.s) ile burada konuşmuştu, diğeri ise, Hz. Musa (a.s) Mısır’dan çıktıktan sonra bu Vadi’ye gelmiştir. İkinci anlamı da, Arapça bir deyime ‘filan şahıs gecenin geç vaktinde geldi’ dayandırılmıştır.
8. Buradaki bazı noktaları iyi kavramak gerekir.
a) Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Musa (a.s) ile Allah (c.c) arasında geçen konuşmalar, gerekliliğine göre, bazı yerlerde kısaca, bazı yerlerde de ayrıntılı bir biçimde zikredilmiştir. Burada konuşmalara az yer verildiğinden, sözkonusu mahâlden uzunca bahsedilmemiştir. Aşağıda işaret olunan ayetlere ayrıntılı bilgi için bkz. Tâhâ: 9-48, Şuara: 10-17, Neml: 7-12 Kasas: 29-35
b) Firâvun’un azgınlığı iki ayrı sahada mütealâ edilebilir. Birincisi, Firavun’un Yaratıcısına karşı isyanı; ikincisi, yaratılana karşı zulmüdür. Firavun halka topluca “Ben sizin en Yüce Rabbinizim” demekle Yaratıcısına karşı isyan etti. Halkını grup grup parçalayıp, onları aldatarak köleleştirdi. Ve böylece müstez’aflara çokça zulmetti. Bu husus Kassas-4 Zuhruf-54’de açıkça görülebilir.
c) Hz. Musa’ya (a.s) “Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar” (Tâhâ – 44) diye emredilmişti. Bu ayet, davetçinin yumuşak söz ve hikmetle bir âsîyi hidayete çağırmasının gerekliliğine örnek teşkil eder. Diğer örnekler, Tâhâ – 49 – 52, Şuara – 23 – 28, ve Kassas – 37’de verilmiştir. Bütün bu ayetler bizlere, Kur’an’da tebliğin metodlarını bildirmektedir.
d) Bazı kimselerin sandığı gibi, Hz. Musa (a.s) yalnız İsrailoğulları’nı kurtarmak için gönderilmemiştir. Hz. Musa’nın (a.s) peygamber olarak gönderilmesinin birinci nedeni, Firavun’a ve kavmine yol göstermek idi. İkinci neden ise, onlar tebliğe karşı koydukları takdirde, İsraioğulları’nı (onlar aslında Müslüman bir kavimdi) Firavun’a köle olmaktan kurtararak, Mısır’dan çıkarmak. Bu ayetlerde İsrailoğulları’nın adı bile geçmemektedir. Sadece Firavun’u İslâm’a davet etmek için Hz. Musa’ya (a.s) emir verildiğinden bahsetmektedir. Diğer yerlerde ise, Hz. Musa hem Firavun’a İslam’ı tebliğ ediyor, hem de İsrailoğulları’nı bırakmasını istiyor. Bkz. A’raf 104-105, Tâhâ: 44 – 52, Şuara: 16 – 17 ve 23 – 28, Ayrıca bkz. Yunus an: 74
e) Burada “temizlenmek” kelimesi ile akide, ahlâk ve amellerin temizlenmesi kastolunuyor. Diğer bir anlamı da, İslâm’ı kabullenmek demektir. İbn Zeyd, Kur’an’da “temizlenmek” kelimesinin İslâm’ı kabullenmek anlamında kullanıldığını söyler ve iddiasına örnek olmak üzere aşağıdaki üç ayeti zikreder.
-“Temizlenmeleri onlar için bir mükafattır.” Yani İslâm’ı kabul etmeleri.
-“Ne biliyorsun belki de o temizlenecek?” Yani belki İslâm’ı kabul edecek?
-“Onun temizlenmemesinden sana ne?” Yani müslüman olmamasından. (İbn Cerir)
f) “Seni Rabbine ileteyim de O’ndan korkasın.” Yani Rabbinizi tanıdığınızda, O’nun kölesi olduğunuzu da bilirsiniz. Bu bilgi sizde bir sakınma, korkma duygusu meydana getirir. Ve böylece Allah (c.c.) korkusu insanoğlunu doğru yola iletir. Allah’ı tanımayan bir insanın arınması düşünülemez.
9. “Büyük ayet” kelimesi ile, Âsâ’nın yılan olmasına işaret olunmaktadır. Bu husus çeşitli yerlerde zikredilmiştir. Ne kadar büyük bir mucizedir ki bu, cansız bir âsâ herkesin gözüönünde yılana çevriliyor ve sihirbazların sopa ve iplerinden sunî olarak yaptıkları yılanları yutuyor. Hz. Musa (a.s) onu eline aldığı zaman ise, normal bir âsâ oluveriyor. Bu büyük mucize Hz. Musa’nın (a.s) Allah’ın (c.c.) gönderdiği bir elçi olduğunun çok açık bir delilidir.
10. Bu konunun ayrıntıları diğer yerlerde de açıklanmıştır. Kısaca; Firavun Mısır’da bulunan tüm sihirbazları toplayarak, onlara sopa ve iplerden sahte yılanlar yaptırmış, böylelikle Hz. Musa’nın (a.s) diğer sihibazlar gibi bir sihirbaz olduğunu ve peygamberlikle alâkası bulunmadığını göstermek ve dolayısıyla ispat etmek istemiştir. Ancak sihirbazlar, yenilince Hz. Musa’nın sihir değil, bir mucize gösterdiğini anladılar. Sonunda da Firavun’un silahı geri tepmiş oldu.
23 Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi;
24 Dedi ki: “Sizin en yüce Rabbiniz benim.”11
25 Böylelikle Allah (c.c.) onu, ahiret ve dünya azabıyla yakaladı.
26 Gerçekten bundan, ‘içi titreyerek korkacak’ olan bir kimse12 için elbette bir ibret (ders) vardır.
AÇIKLAMA
11. Firavun’un bu iddiasına Kur’an’ın çeşitli yerlerinde değinilmiştir. Firavun bir yerde, “Andolsun ki, eğer benden başkasını ilah edinirsen, seni zindana atılanlardan yaparım.” (Şuara: 29) diyerek Hz. Musa’yı (a.s) tehdit ederken, yine başka bir yerde Firavun “dedi ki: Ey ileri gelenler, ben sizin için benden başka ilah bilmiyorum.” (Kasas: 38). Firavun bu sözleri, “Allah’a hiç inanmıyorum, kainatın yaratıcısı benim” anlamında söylememiştir. Firavun alemlerin Rabbi olduğunu ve ayrıca insanların tek mabudunun kendisi olduğunu da iddia etmiyordu. Kur’an’a göre Firavun başka ilâhlara tapıyordu. Bir mecliste onun ileri gelenleri şöyle diyorlardı: “Musa’yı ve kavmini bırakıyorsun ki, senin ilahlarını terkedip yeryüzünde fesat mı çıkarsınlar? (A’raf: 127) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, onların şu iddialarını da görmekteyiz: “(Eğer Musa Râsul olsaydı) üzerine altın bilezikler atılmalı, yahut yanında melekler de gelmeli değil miydi?” (Zuhruf: 53)
Buraya kadar söylediklerimizi özetlersek, Firavun’un dinî anlamda değil, siyasî anlamda ilâhlığını ilân ettiğini görürüz. Yani onun iddiası; “İktidarın tek sahibi benim ve bu beldede benim üstümde iktidar sahibi olmadığı gibi, kimseye de iktidar hakkında bir söz hakkı verilmemiştir.” biçimindedir. Daha fazla açıklama için bkz. Şuara. an:24-26, Tâhâ. an:21, A’raf. an:85, Zuhruf. an:49, Kasas. an:52-53
12. Yani Allah’ın (c.c.) elçisini yalanlayanlar, Firavun’un akıbetinden ders alsınlar.
27 Yaratmak bakımından 13siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü?14 (Allah) Onu bina etmiştir.
28 Onun boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
29 Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı.15
30 Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.16
31 Ondan da suyunu ve otlağını çıkardı.17
32 Dağlarını dikip-oturttu;
33 Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere.18
34 Ancak o, ‘her şeyi batırıp gömen büyük-felâket 19(kıyamet)’ geldiği zaman.
35 O gün, insan, neye çaba harcadığını düşünüp-anlar?20
36 Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir.
AÇIKLAMA
13. Şimdi Kıyamet gününün ve Ahiret hayatının vukû bulması ve hikmetleri hakkında çeşitli deliller verilmiştir.
14. Burada “yaratılış” kelimesiyle, insanların yeniden dirilişi; “gökyüzü” kelimesiyle de, tüm yıldızlar, samanyolu ve güneş sistemi kastolunmaktadır. Yani şöyle denilmek isteniyor; Sizler tekrar tekrar, “kemikler çürüyüp toz olduktan sonra nasıl canlandırılacak?” diye sorup duruyorsunuz. Bu muazzam kainatı ve sizleri ilk defa yaratan Allah (c.c) için hiçbir şeyin güç olamayacağını düşünmüyor musunuz? İlk defa yaratan, tekrar yaratmaya niçin kâdir olmasın? Ölümden sonraki hayat ile ilgili bu gibi delillere Kur’an’da çokça yer verilmiştir.
Örneğin Yâsin-81’de şöyle buyurulmaktadır: “Gökleri ve yeri yaratan onların benzerini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette o çok Kâdirdir. O yaratmayı en iyi bilendir.” Mü’min-57’de de şöyle denmektedir: “Elbet gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmez.”
15. Gece ve gündüz ile gökyüzüne dikkat çekilmiştir. Çünkü güneş battıktan sonra gece gelir ve güneşin doğmasıyla da gün başlar. Güneşin batmasıyla birlikte karanlığın bir örtü gibi yayılmasından dolayı, burada gece ‘örtmek’ anlamında kullanılmıştır.
16. “Bundan sonra da yeryüzünü serip-döşedi.” ifadesi, yeryüzünün gökyüzünden sonra yaratıldığı anlamına gelmez. Nasıl ki konuşurken, olayların kronolojik sıralamasını hesaba katmayız, burada da aynı şekilde bir kronolojik sıralama sözkonusu değildir. Bu hususun Kur’an’da diğer örneklerini açıkça görebiliriz. Örneğin, “Kaba, sonra da kötülükle damgalı” (Kalem-13) ayetinde, sözkonusu kişinin öncelikle kaba ve daha sonra da kötülükle damgalı olduğu kastedilmiyor elbette. Sadece burada o kişinin kaba ve ayrıca da kötülükle damgalı olduğu anlatılmaktadır. Yine “Bir boynu çözmek ……….ve sonra iman edenlerden olmak” (Beled:13-17) ayeti önce köleleri azad eder ……ve sonra iman edenlerden olur anlamını tazammun etmez. Burada sadece bir müminin nitelikleri verilmektedir. Dikkat ederseniz Kur’an’ın bazı yerlerinde, yeryüzünün yaratılışı önce zikredilirken, gökyüzünün yaratılışı sonra zikredilmiştir. (Örneğin, Bakara-29) Fakat bazı yerlerde de, gökyüzü önce, yeryüzü sonra zikredilmiştir. Aslında bu ayetlerde hiçbir çelişki yoktur. Çünkü asıl gaye kronolojiyi vermek olmadığından, bu ayetler sözün gelişi gereği böyle ifade edilmişlerdir. Allah (c.c.) sadece nimetlerini saymak ve insanoğluna bunları hatırlatmak istemiştir. Daha fazla bilgi için bkz. Secde. an:13-14
17. Burada, “otlak” kelimesi ile hayvanların yemi kastedilmektedir. Ancak bununla birlikte, bu kelime ile insanlar ve hayvanlar için gıda anlamı da kasdediliyor olabilir. Çünkü deyim genellikle yem anlamında kullanılmakla beraber, bazı zamanlar insan için de kullanılır. Örneğin Yusuf suresinde, Hz. Yusuf’un (a.s) kardeşleri babalarına şöyle demişlerdir: “Yarın onu da bizimle (kıra) gönder, gezsin (yerde), oynasın.” (Yusuf-12) Yani ağaçlardan meyveler yesin. Burada çocukların kırlarda, ormanlarda meyvelerden yeme olayı ile anlatılır.
18. Bu ayetlerde, Kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat, iki ayrı açıdan incelenmiştir. Birincisi, bu muazzam kainatı ve içindeki herşeyi bir ölçüye göre yaratan Allah için, Kıyamet gününden sonra bütün bunları yaratmanın imkânsız olmadığı hususudur. İkincisi, Allah’ın (c.c.) kemalât ve hikmetinin her yerde müşahede edilebileceğidir. Bu kemalât, hiçbir şeyin maksatsız yaratılmadığını ispat etmektedir. Örneğin gökyüzünde sayısız yıldızlar ve samanyolu tam bir ahenk içindedirler. Bu sistemin bir raslantı eseri meydana gelmediği açıkça görülmektedir. O halde bu nizâmın bir yaratıcısı olmalıdır. Gece ve gündüzün düzenli bir biçimde deveran etmeleri, bir hikmete dayalı olarak sürmektedir. Öyle ki, ancak bu şekilde, içinde yaşadığımız nizâmın ve hayatın devamı mümkün olabilmektedir. Yeryüzünün bazı bölgelerinde gece ve gündüz 24 saat içinde tamamlanırken, bazı bölgelerde, gündüzler de çok uzundur. Bu bölgelerde çok az insan yaşar, çünkü hayat buralarda çok zordur. İnsanların çoğunluğu ise, gece ve gündüzün 24 saat olduğu bölgelerde yaşamaktadırlar. Nitekim bazı bölgelerde de 6 ay gündüz, 6 ay gecedir. Bu bölgelerde hayatı devam ettirmek hiç mümkün değildir. Tüm bunlar, herşeyin Allah’ın (c.c.) hikmeti gereğince vukû bulduğunu ve rastlantı olmadığını göstermektedir. Hayatın uygun şartlarda sürebilmesi için, kainat belirli esaslar üzerine yaratılmış ve yeryüzü bu şekilde düzenlenmiştir. Su da yaratılmıştır, çünkü su, insanlar, hayvanlar ve bitkiler için zaruri bir ihtiyaçtır. Herşeyin bir hikmet gereği yaratıldığını gören akıl sahibi bir insan, Kıyamet ve hesap gününün olmasını mı, olmamasını mı daha akla yatkın bulur? Buna rağmen bir kimse hesap gününün olamayacağını iddia ederse, “bu kainatın yaratılmasının bir maksadı vardır ama insanın yaratılışı maksatsızdır” anlamına gelir. Hiç bundan daha saçma bir düşünce olabilir mi? İnsan hem geniş bir seçme özgürlüğüne ve serbest iradeye sahip olarak yaratılacak, hem de ömrünün sonunda kendisi hiçbir hesaba çekilmeyerek, iyi de kötü de bir iş yapsa farkeden bir şey olmayacaktır.
19. “Büyük felâket” ile Kıyamet kastediliyor. et-Tâmme; herşeyi kaplayacak büyüklükte bir afet anlamına gelir. Bu kelime Kubra kelimesi ile izafe olunarak, afetin daha şiddetli olacağı ifade edilmektedir.
20. Yani insanoğlu hesab günü (ki onun hakkında bu dünyada iken kendisine haber verilmişti) eline hesab defteri verilmeden önce, dünyada tüm yaptıklarını tek tek hatırlamaya başlayacaktır. Bu husus, bazı kimseler için dünyada iken bile tecrübe konusu olmaktadır. Örneğin ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalındığında, insanın tüm hayatı boyunca yaptıkları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başlar.
37 Artık kim taşkınlık edip-azarsa,
38 Ve dünya hayatını seçerse,
39 Hiç şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir.
40 Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsi de heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa,
41 Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.21
42 “O ne zaman demir atacak?”22 diye, sana kıyamet-saatini soruyorlar.
43 Onunla ilgili bilgi vermekten yana, sende ne var ki…
44 En sonunda o (ve onunla ilgili bilgi), Rabbine aittir.
45 Sen, yalnızca ondan ‘içi titreyerek korkmakta’ olanlar23 için bir uyarıp-korkutansın.
46 Kendileri onu gördükleri gün, sanki onlar, bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden başkasını yaşamamış gibidirler.24
AÇIKLAMA
21. Burada hesap günündeki ceza ve mükâfatın ölçüsü açıklanmıştır. Dünyadaki iki farklı hayat tarzı sürdürülür. Birincisinde insan, Allah’a isyan ederek bütün ümitlerini bu dünyaya bağlar ve bu dünyadaki zevkleri tadabilmek için iyi-kötü ne varsa yapar. İkincisinde ise, bu dünyada yaşadığı sürece insan, ne yaparsa yapsın, birgün Allah’ın (c.c.) huzurunda bulunacağı ve O’na karşı davranışlarından hesap vereceğini düşünür.
Böyle bir hayat tarzı sürdüren bir kimseyi Allah korkusu kötü bir iş yapmaktan ve nefsinin aşırı isteklerine boyun eğmekten alıkoyar. Çünkü bu kimse, “Kıyamet günü Allah’ın (c.c.) huzurunda bulunacağım ve beni sorguya çektiği zaman, O’na nasıl cevap vereceğim?” diye düşünecektir. İşte birinci hayat tarzını örnek edinenlerin gideceği ebedî yer cehennemdir. İkinci hayat tarzını örnek edinenlerin ise, gideceği ebedî yer cennettir.
22. Mekkeli müşrikler Allah (c.c.) Rasûlü’nden tekrar tekrar Kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı. Ancak asıl maksatları tarih ve vakit tespit etmek değil, sadece alay etmekti. Bkz. Mülk. an:35
23. Bunun izahı Mülk suresinin 36. açıklama notunda verilmiştir. “Sen sadece ondan korkacak olanları uyarabilirsin” ayetinin anlamı ‘Peygamber (s.a) Kıyametten korkanlara tebliğ etsin’ demek değildir. Bu ayet ‘senin tebliğine sadece Kıyametten korkanlar kulak verecek ve ancak onlar bundan istifade edeceklerdir’ anlamına gelmektedir.
24. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de pekçok yerde geçmiştir. Ayrıca Tefhimu’l-Kur’an’da da açıklamalar yapılmıştır. Bkz. Yunus. an:53, İsrâ. an:56, Tâhâ. an:80, Mü’minun. an:101, Rum. an:81-82, Yâsin. an:48 ve ayrıca Kaf-35’e de bakabilirsiniz. Biz burada açıklama yapmadık, çünkü bu konu daha önce de açıklanmıştı.