MÜZZEMMİL SURESİ
Adı: Birinci ayette geçen “el-müzzemmil” kelimesi surenin ismi olmuştur. Muhteva ile pek ilgisi yoktur.
Nüzul Zamanı: Bu surenin iki rukü’su (ayn işareti) ayrı ayrı zamanlarda nazil olmuştur.
Birinci rukü ittifakla Mekkî’dir. Muhtevadan ve hadis rivayetlerinden de böyle olduğu anlaşılmaktadır. Ama Mekke’nin hangi döneminde nazil olduğuna dair rivayetlerden bir bilgi alamamaktayız. Ne var ki, bu bölümün kapsadığı konular bunun nüzul zamanını tesbit etmede bize yardımcı olacaktır.
İlkin, bu rukü’da, Allah, Rasulü’ne gece kalkarak Allah’a ibadet etmesi ve bu sayede Nübüvvet gibi ağır bir yükü omuzlamada kendisine kuvvet verileceği nasihatında bulunmaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, bu emir Allah Rasulü’nü Nübüvvet yükünü taşımak için hazırlamaktaydı.
İkincisi, teheccüd namazı için gecenin yarısı veya biraz azında ya da biraz fazlasında Kur’an-ı Kerim’i okuyun emri verilmiştir. Bu da, o zamana kadar gecenin yarısında bu uzunlukta kıraat edecek kadar Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğunun delilidir.
Üçüncüsü, burada Allah Rasulü’ne, muhaliflerinin haksızlıklarına karşı sabırlı olması telkin edilmektedir. Mekke’li kafirler ise azap ile tehdid edilmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, bu rukü nazil olduğu zaman Allah Rasulü İslâm’ı alenî olarak tebliğ etmeye başlamış ve O’na karşı muhalefet Mekke’de şiddetli bir hal almıştı.
İkinci rukü’ya gelince, bir çok müfessire göre bu bölüm de Mekke’de nazil olmuştur. Fakat bazılarına göre ise Medenî’dir. Bu bölümün içerdiği konular da bu ikinci görüşü teyid etmektedir. Çünkü bu bölümde Allah yolunda savaştan bahsedilmektedir. Oysa bilmekteyiz ki Mekke döneminde savaş emredilmemişti. Ve ayrıca zekat emrolunmaktadır. Bilindiği gibi zekata mahsus açıklama ve nisabların tayini de Medine’de farz olmuştu.
Konu: İlk yedi ayette, Allah Rasulü’ne “Bu sana yüklenen büyük sorumluluk için kendini hazırla ve bu işin amelî şekli gecelerin aşağı yukarı yarısında kalkarak namaz kılmandır” emri verilmektedir.
8. ila 14. ayetler arasında Allah Rasulü’ne “Her şeyden ilgini keserek kendini yalnızca kainatın sahibi olan Allah’a mahsus kıl. Bütün işlerini Allah’a havale ederek mutmain ol. Karşı çıkanların sana karşı söylediklerine sabret. Onlara karşılık verme, onların hesabını Allah’a bırak” denilmiştir.
Bundan sonra ayet 15-19 arasında Mekke’de Rasul’e karşı çıkan insanlar ikaz edilmektedir ki “Biz size, daha önce Firavun’a gönderdiğimiz Rasul gibi bir Rasul gönderdik. Firavun’un o peygamberin davetine kulak asmadığı ve karşı çıktığı zaman hali nasıl olmuştu, bir hatırlayın. Bu dünyada üzerinize azabın gelmeyeceğini farzetsek bile kıyamet günü bu inkarınızın cezasından nasıl kurtulabileceksiniz?”
Buraya kadar olanlar birinci rukü’nun muhtevasıdır. İkinci rukü ise Said bin Cübeyr’in rivayetine göre bundan on sene sonra nazil olmuştur. Ve burada, birinci rukü’da Teheccüd Namazı hakkında bildirilen emir hafifletilmiştir. Teheccüd namazı için “Ne kadar kolayına gelirse o kadar oku” buyurulmuştur. Fakat müslümanların asıl önem verecekleri şey, beş vakit namaz ve zekat farzının tam olarak yerine getirilmesi ve Allah yolunda mallarını ihlas ile sarfetmeleridir. Sonunda ise müslümanlara, dünyada yaptıkları iyiliklerin karşılıksız kalmayacağı söylenilmiştir. O yapılan iyiliklerin misali tıpkı bir yolcunun varacağı yere daha önceden malını göndermesi gibidir; Allah’a (c.c) kavuştuğunuz zaman bunların hepsini kendi önünüzde bulacaksanız. Bu gönderdiğiniz mal dünyada bıraktığınız maldan daha hayırlıdır. Allah’ın indinde ise aslından daha fazla bir mükafaat vardır.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Ey örtüsüne bürünen,1
2 Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk:2
3 (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan da biraz eksilt.
4 Veya üzerine ilave et. 3Ve Kur’an’ı da belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku.4
5 Gerçek şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız. 5
6 Doğrusu gece neşesi6 (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, 7okumak bakımından da daha sağlamdır.8
AÇIKLAMA
1. Bu kelime ile, Allah Rasulü’ne “Kalk ve geceleri ibadetle geçir” emri verilmektedir. Bundan anlaşılıyor ki o an Rasulullah uyuyor idi. Veya uyumak için bir örtü çekerek uzanmıştı. O zaman Allah (c.c) O’na “Ey üstüne örtü çekerek uyuyan” diyerek hoş bir üslub ile seslenmişti. Bundan, “Şimdi artık rahat yatma zamanı geçmiştir. Büyük bir yük yüklendin, bu işin sorumluluğu başkadır” sonucunu çıkarmaktayız.
2. Bunun iki anlamı olabilir. Birincisi, “Geceyi namazla kıyamda geçirin ve çok az bir kısmında uyuyun.” İkincisi ise “Bütün geceyi namazla geçirmen emrolunmaktadır. Hem istirahat et ve hem de gecenin az bir kısmında ibadet et,” şeklindedir. Fakat, bir sonraki ayetlerden birinci anlamın daha uygun olduğu anlaşılmaktadır. İnsan Suresi 26. ayet de bunu teyid etmekte ve “Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O’nu tesbih et” denilmektedir.
3. Bu gecenin ne kadarını ibadetle geçirecektir? Ayet, bu vaktin miktarını açıklamaktadır. Burada, gecenin yarısından biraz fazla veya biraz az ibadet etmesi konusunda Allah Rasulü serbest bırakılmıştır. Ama anlaşılmaktadır ki, burada gecenin yarısı tercih edilmektedir. Çünkü o, yarı ölçüt kılınarak bunun biraz azı veya çoğu hususu ona bırakılmıştır.
4. Yani, çok hızlı okumayın, yavaş yavaş ve kelime kelime okuyun. Her bir ayet üzerinde durun ki zihninizde ilahi kelâm’ın manası ve esprisi iyice yerleşsin ve muhtevası size tesir etsin. Bazen geçen, Allah’ın zatının ve sıfatlarının zikri de kalbinize kök salsın, O’nun büyüklüğünü, heybetini hissettirsin, Allah’ın Rahmeti’nin beyanı içinizde şükran cezbesi uyandırsın. O’nun gazab ve azabının zikri ise içinizde korku yaratsın. Eğer bir şey emrolunmuşsa veya bir şeyden menolunuyorsa bu emir ne içindir ve bu nehiy hangi şey içindir iyice anlaşılsın.
Velhasıl, Kur’an’ı okumak sadece kelimeleri telaffuz etmek değildir. Onun üzerinde tefekkür etmek gerekir. Hz. Enes’ten, Allah Rasulü’nün kıraatı sorulmuştu. O da cevaben dedi ki: Allah Rasulü kıraat ettiğinde kelimeleri uzatırdı. “Mesela, Allah, Rahman, Rahim kelimelerini med ile (çekerek) okurdu.” (Buhari). Aynı soru Ümmü Seleme’den soruldu. O da şöyle cevap verdi: “Allah Rasulü tane tane ve ara vererek okur, her ayet üzerinde dururdu. Meselâ, Elhamdülillahi-Rabbil-Alemin der bir dururdu, sonra Errahmanirrahim der durur, sonra maliki yevmiddin derdi.” (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi) Ümmü Seleme başka bir rivayette de dedi ki: “Allah Rasulü kelime kelime, açık ve net okurdu.” (Tirmizi ve Nesei). Hz. Huzeyfetü’l-Yemani diyor ki “Bir kere bir gece Rasulüllah’ın yanında namaza durdum. Azap ayeti gelince kıraatı kesip istiazede bulunur, rahmet ayeti gelince de kıraatı keser dua ederdi.” (Müslim ve Nesei). Hz. Ebu Zer diyor ki: “Bir kere gece namazında Allah Rasulü, sabah oluncaya kadar ‘eğer onlara azab edersen, onlar senin kulların, şayet onları affedersen Sen aziz ve hakimsin’ (5/122) ayetini tekrarladı durdu.” (Müsned-i Ahmed, Buhari ve Nesei)
5. Yani, sana gece namazını kılman emri, “Sana yüklediğimiz bir ağır sözü taşıyabilmek için sende tahammül gücü geliştirsin” diye verilmiştir. Bu güç, eğer sen gecenin rahatını bırakır da aşağı yukarı yarısını ibadetle geçirirsen hasıl olacaktır. Kur’an için “çok ağır bir söz” denmesi, O’nun emirlerini uygulamanın, onun talimatına göre bir örnek oluşturmanın, onun davetini yaparken bütün dünyayı karşısına almanın, bu Kitabaa göre inanç, düşünce, ahlâk, edeb, kültür ve medeniyet düzeninde bir inkilab oluşturmanın güç bir misyon olduğu içindir. Ayrıca bu kelâmın nüzulune tahammül etmek çok güç bir işti.
Bu konuda Zeyd bin Sabit diyor ki “Bir defasında Allah Rasulü’ne vahiy geldiğinde O’nun dizi benim dizime dayanmaktaydı. O esnada dizlerimin üzerinde o kadar yük hissettim ki nerdeyse dizlerim kırılacak sandım.” Hz. Aişe buyurmuştu ki, “Şiddetli soğuk ve kış bir günde Allah Rasulü’ne vahiy geldiğinde ellerinden ter damladığını gördüm.” (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Nesei.) Başka bir rivayette yine Hz. Aişe diyor ki, “Allah Rasulü’ne vahiy geldiğinde o deve üzerindeydi. Vahiy bitene kadar devenin göğsü yerde kaldı, çökmüş vaziyette. Vahiy bitmeden kıpırdayamadı.” (Müsned-i Ahmed, Hakim, İbn Cerir)
6. Metinde geçen “Gece Neşîesi-Naşietel-leyl” hakkında müfessirler ve dilciler arasında dört değişik görüş vardır. Birincisi, “Naşia”dan murad “gece kalkan kimse”. İkinci görüş; bundan kastolunan “gecenin vaktidir.” Üçüncü görüş; “geceleyin kalkmaktır.” Dördüncüler ise, “sadece gece kalkmak değil, biraz uyuduktan sonra kalkmaktır.” anlamını verdiler. Hz. Aişe ve Mücahid bu dördüncü görüşte olanlardandır.
7. Metinde “tesirce daha kuvvetlidir- ” ibaresi geçmektedir. Bunun manası çok geniştir, bir cümle ile açıklamak mümkün değildir. Bir manası şudur; gece ibadet için kalkmak ve uzunca bir kıyam etmek insan mizacının tersidir,bu saatte insan istirahat ister. Bu yüzden bu eylem nefsi kontrol altına almak için çok etkili bir çabadır. Bu şekilde eğer bir kimse nefsi ve bedeni üzerinde hakimiyet sağlar ve onları Allah yolunda kullanmaya muktedir olursa, o kimse Hak dininin tebliğini dünyaya galip kılmak için daha başarılı olacaktır. İkinci anlamı ise, kalp ve dil arasında bir harmoni oluşturmak için çok etkili bir vasıta olduğu şeklindedir. Çünkü gecenin bu saatlerinde kul ile Allah arasına başka bir şey giremez. Bu halde insan diliyle ne söylüyorsa kalbinin sesiyle de onu söyler. Kalp ve dilde bir ahenk meydana gelir. Bir diğer anlamı da insanın zahir ve batınında ahenk meydana getirmek için çok tesirli bir vasıta olduğu şeklindedir. Çünkü gece yalnızlığında eğer bir kimse istirahatını terkederek ibadet için kalkarsa bu muhakkak ihlasındandır. Çünkü bunda gösteriş yapmanın bir unsuru yoktur. Bir diğer dördüncü mana da şöyle verilebilir; Bu gece ibadeti insan için gündüz ibadetinden daha ağırdır. Dolayısıyla bu ibadete devam eden kimsede sebat oluşturur. O kişi Allah’ın yolunda daha bir bilinçle ve kesin iradeyle gider ve her türlü zorluğa karşı direnç gösterir.
8. Burada “” geçmektedir. Lugat manası bir sözü daha doğru yapmak ve düzeltmektir. Fakat burada kastolunan o zaman insanın Kur’an-ı Kerim’e daha sakin ve ihtiram ile kalbi ona yönelik olarak ve daha iyi anlayarak okumasıdır. İbn Abbas bunu şöyle izah etmiştir: “… ecdaren yefkahu fil-Kur’an” yani insanın Kur’an üzerinde daha derin düşünmeye uygun olduğu vakit. (Ebu Davud).
7 Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.
8 Rabbinin ismini zikret9 ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
9 (Allah,) Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O’nu vekil tut.10
10 Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup-ayrıl.11
11 Yalanlamakta olan nimet (refah ve servet) sahiplerini sen bana bırak12 ve onlara az bir süre tanı.
12 Çünkü bizim yanımızda bukağılar13 ve cayır cayır yanan bir ateş vardır;
13 Boğazı tıkayıp kalan bir yemek ve acı bir azab da vardır.
14 (Öyle) Bir gün ki, yer yüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum yığını olur.14
AÇIKLAMA
9. Gündüzün meşguliyeti anlatıldıktan sonra “Rabbinin adını an” buyurulmaktadır. Bundan şu anlam çıkar; dünyada bir iş yaparken daima ve her durumda Allah’ın adını zikretmeli ve O’ndan gafil olunmamalıdır. (Ahzab an: 63)
10. “Vekil” kendisine güvenerek kendi işlerimizi ona havale ettiğimiz şahıstır. Bizim dilimizde de hemen hemen aynı manada kullanılmaktadır.
Mahkemedeki işlerimizi bu vekilin yürütebileceğine inanır ve işlerimizi ona havale ederiz. Bizim bir şeyler yapmamıza hacet yoktur. O halde bu ayetin anlamı şöyledir: “Senin bu dine çağrıda bulunmana karşılık muhaliflerin veryansın ediyorlar ve sana her türlü zorluğu çıkarmaktalar. Ama sen bunun için kaygılanma. Sen işini doğunun ve batının Rabbi ve bütün kainatın sahibine havale et ve O’nun seni savunacağından ve muhaliflerine karşı bütün işlerini düzelteceğinden emin ol.”
11. Buradaki “Onlardan ayrıl”dan kasıt, “onlara tebliğ yapmayı bırak” demek değil. Yalnız, onlar beyhude şeyler söylediklerinde onları muhatap alma denilmek istenmektedir. Onların terbiyesizliklerine cevap vermeyin ve bunlara karşı kızmayın, öfkelenmeyin. Yani senin tavrın tıpkı serseri birisinin şerefli bir kimseye hoş olmayan laflar söylemesine karşılık o kimsenin onu hiç muhatab almaması ve aldırış etmemesi gibi olmalıdır. Burada Rasulüllah’ın tavrı zaten böyle değildi de Allah O’na böyle olmasını öğütlemişti gibi bir anlayışa gidilmemeli. Aslında Allah Rasulü’nün tavrı zaten böyleydi. Ama Kur’an-ı Kerim’deki bu irşaddan maksat kafirlere, eğer Allah Rasulü onların bu hareketlerine cevap vermiyorsa bunun O’nun zayıflığı dolayısıyla olmadığını bildirmektir. Rasul şerefli bir kimsedir ve Allah’ın talimatı gereğince onların bu gibi terbiyesiz tavırlarına bir karşılık vermemektedir.
12. Bu şuna işarettir: Mekke’de o yalanlayan ve türlü hileler ile Allah Rasulü’ne karşı halkın taassubunu kışkırtanlar kavimlerinin zengin olanları idiler. Çünkü İslâm inkilâbına çağrı onlara dokunmaktaydı. Kur’an-ı Kerim bize bunun sadece Hz. Muhammed’e (s.a) yönelik bir şey olmadığını bildirmektedir. Her zaman ıslahatçı bir harekete hep bu zenginler sınıfı karşı çıkmışlardı. Açıklama için bkz. Araf: 60, 66, 75, 88. ayetler. el-Muminun 33. ve es-Sebe: 34,35, ez-Zuhruf: 23.
13. Cehennemde bunların ayaklarına zincir vurulmuş olması, bunların kaçma tehlikeleri olduğu için değildir. Aslında yerlerinden kalkamamaları için bir azap ve cezadır.
14. Çünkü o zaman yer çekimi kalmayacaktır. Dağlar parçalanacak ve önce bir kum yığını haline gelecek, daha sonra zelzele ile yer sallanacak ve bu sayede bu tepeler çökerek dümdüz bir hale gelecektir. Aynı husus Taha Suresi 105-107 arasında da açıklanmaktadır: “Sana dağların ne olacağından soruyorlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. Yerlerini de dümdüz bir toprak olarak bırakacak. Öyle ki orada da bir eğrilik ve bir tümsek de göremeyeceksiniz.”
15 Hiç şüphesiz biz size,15 üzerinize şahid olacak bir peygamber gönderdik; Firavun’a da bir peygmber gönderdiğimiz gibi.16
16 Fakat Firavun peygambere isyan etti, biz de onu pek vahim bir tarzda (azabla) yakalayıverdik.
17 Eğer küfredecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan17 bir günde, siz kendinizi nasıl koruyacaksınız?
18 Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O’nun va’di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir.
19 Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.
20 (Ey Nebi)18 Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilmektedir;19 seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilmektedir).20Geceyi ve gündüzü Allah takdir etmektedir. Sizin bunu sayamayacağınızı bildi, böylece de tevbenizi (O’na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur’an’dan kolay geleni okuyun.21 Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah’ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını 22ve diğerlerinin de Allah yolunda çarpışacaklarını 23bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur’an’dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin24 ve Allah’a güzel bir borç verin.25 Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz.26 Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır çok esirgeyendir.
AÇIKLAMA
15. Şimdi, Allah Rasulü’ne karşı çok hararetle karşı çıkan Mekke’deki kafirlere hitap edilmektedir.
16. Allah Rasulü’nü insanlar üzerine şahit olarak göndermenin anlamı, dünyada onlar için hem söz, hem de eylem ile Hakk’a işaret etmesidir. Ayrıca şu da düşünülebilir; ahirette Allah’ın mahkeme-i kübrası kurulduğu zaman Allah Rasulü “Ben onlara doğruyu göstermiştim” diye şahitlikte bulunacaktır. İzah için bkz. el-Bakara an: 144; Nisa an: 64; en-Nahl: 84-89; Ahzab an: 82; Fetih an: 14.
17. Yani siz, eğer Rasul’ün dediklerine kulak vermezseniz o zaman bu dünyada tıpkı Firavun’un başına gelenler gibi size de aynı akibetin geleceğinden korkun. Farzedelim ki bu dünyada sizin üzerinize azab gelmeyecek, peki kıyamet günü nasıl kurtulacaksınız?
18. Bu ayetle, teheccüd namazının hükmü hafifletilmiştir. Bunun hakkında değişik rivayetler vardır. Müsned-i Ahmed, Müslim ve Ebu Davud’da Hz. Aişe’den ilk emirden sonra ikinci emrin bir yıl sonra nazil olarak gece kıyamını farz bir ibadetten nafileye çevirdiği naklolunmaktadır. Hz. Aişe’den, başka bir rivayette de İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim birinci emir ile ikincisi arasında sekiz ay olduğunu nakletmişlerdir. Diğer bir üçüncü rivayette de İbn Ebi Hatim’den sekiz yerine, on altı ay şeklinde naklolunmuştur. Ebu Davud, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Hz. Abdullah bin Abbas’tan bu müddetin bir sene olduğunu nakletmişlerdir. Fakat Said bin Cübeyr’in beyanına göre ise bu ikinci emrin nüzulu on sene sonra olmuştu. (İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim).
Bana göre de doğru olan budur. Çünkü birinci bölümün muhtevasından o bölümün Mekke ve Mekke döneminin başlarında, nübüvvetten en fazla dört yıl kadar sonra nazil olduğu açıkça anlaşılıyor. Öte taraftan ikinci bölümün muhtevasından da bu bölümün Medine’de nazil olduğu (çünkü o zaman kafirlere karşı savaşa izin verilmiş ve zekat farz kılınmıştı) açıkça anlaşılmaktadır. O halde bu iki bölüm arasında en azından on sene bir fark olmalıdır.
19. İlk başlarda gecenin yarısı veya ondan biraz fazla ya da az gece namazı emredilmişti, çünkü namazın meşguliyeti içerisinde vakti tam olarak bilebilmek mümkün değildi. Saat yoktu vs. Bazı gecelerin üçte ikisi, bazı gecelerin de üçte biri kalkılıp kıyam ediliyordu.
20. Başlangıçta, bu emrin muhatabı yalnızca Allah Rasulü idi; fakat zamanla ashabtan bazıları sevab kazanmak için coşkuyla Allah Rasulüne uyarak gece namazına önem vermeye başladılar.
21. Çünkü namazda en uzun olan şey Kur’an kıraati idi. Onun için teheccüd namazında Kur’an’ın ne kadarı kolayınıza gelirse o kadarını okuyun, buyurulmaktadır. Bu tabii ki namazın hafifletilmesi olacaktır. Bu buyruk görünüşte bir emir gibi gözüküyorsa da, teheccüd namazının farz değil, nafile bir namaz olduğu hususunda ittifak vardır. Bir hadis-i şerfte de şöyle denilmektedir: Birisinin sorusu üzerine Allah Rasulü “Size gece ve gündüz beş vakit namaz farzdır” dedi. O zat “Bunun dışında bir şey lazım mı? diye sorunca Allah Rasulü “Hayır, yalnız kendin arzuluyorsan o başka” diye cevapladı. (Buhari ve Müslim)
Bu ayetten aynı zamanda, rükû ve secde etmek nasıl namazın farzı ise, Kur’an’ı kıraat etmenin de öyle farz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü pekçok yerde namazın karşılığı olarak rükû etmek ve secde etmek kelimeleri kullanıldığı gibi, kıraat zikredilerek namazın kast edildiği de vakidir. Bundan yola çıkarak “teheccüd namazı madem ki nafiledir o halde onda Kur’an okumak nasıl farz olabilir?” şeklinde bir soru sorulmamalıdır. Gene de cevap olarak deriz ki: İnsan nafile bir namaz kılmak için bedeni ve elbiseyi temizlemek, abdest almak, avret yerlerini örtmek vs. gibi şartları yerine getirmek gerekmez diyemez. Öyleyse bu namazda kıyam, ruku, secde etmek ve teşehhüde oturmak da nafiledir denilemez.
22. Caiz ve helal görülen yollardan rızık kazanmak için sefer etmeyi Kur’an “Allah’ın fazlını aramak” tabiri ile ifade etmiştir.
23. Burada Allah (c.c) helal rızık aramak ile Allah yolunda cihada çıkmayı nasıl birarada zikretmişse, aynı şekilde, hastalığın yanısıra iki sebep nedeniyle teheccüd namazını affetmek ya da hafifletmek de zikredilmiştir.
Burada, İslâm’da helal rızk kazanmanın ne kadar büyük bir fazilete sahip olduğu anlaşılmaktadır. Abdullah bin Mesud’dan rivayet edilen bir hadiste, Allah Rasulü şöyle söylüyor: “Her kim ki müslümanların meskûn oldukları yere buğday getirir de o buğdayı günün fiyatına göre satarsa işte o, Allah’a yakınlığa nail olacaktır. Bunun üzerine bu ayeti okudu. (İbn Merduye) Hz. Ömer, bir keresinde “Eğer Allah yolunda cihaddan başka bir yolda canımı teslim etmek istesem o da Allah’ın ihsanını aramak için bir vadiden geçerken ölümün beni yakalamasıdır.” dedi ve sonra bu ayeti okudu. (Beyhaki – imanın şubeleri)
24. Müfessirler beş vakit namaz kılmanın ve zekat vermenin farz olduğu hususunda müttefiktirler.
25. İbn Zeyd, “Bundan murat zekatın dışında malından sarf etmektir” demiştir. Bu Allah yolunda cihad için de, Allah’ın kullarından birisine yardım etmek gayesiyle de veya halkın refahını sağlamak ya da başka bir hayır iş için de olabilir. Allah’a borç vermeyi ve karz-ı haseni daha önce bir çok yerlerde açıklamıştık. Bkz. el-Bakara an: 267; el-Maide an: 33; Hadid an: 16
26. Yani, ahiret için önceden ne göndermişsen sana faydası dokunacak olan odur. Bu dünyada tuttuğun ve Allah rızası için bir iyilikte harcamadığın malın Abdullah İbn Mesud’tan rivayet edilen şu hadiste ne işe yarayacağı güzel izah edilmektedir: “Bir defa Allah Rasulü ‘içinizden kim kendi varisinin malını kendi malından daha çok sever?’ dedi. Hepimiz ‘Kendi malımızı daha çok severiz’ dedik. Allah Rasulü ‘İyice bir düşünün bakalım’ dedi. Yeniden hepimiz, ‘Ey Allah’ın Rasulü! Doğrusu budur’ dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Senin malın ileriye ahiret için gönderdiğindir, burada bıraktıkların ise onlar senin varislerinindir.” (Buhari, Müslim, Ebu Ya’lâ.)