KALEM SURESİ
Adı: Bu sure adını El-Kalem veya En-Nun kelimelerinin geçtiği birinci ayetten almıştır.
Nüzul Zamanı: Bu sure, Mekke devrinin başlarında nazil olan surelerdendir. Muhtevadan bu surenin, Mekke’de Allah Rasulü’ne karşı çıkışların şiddetlendiği bir zamanda nazil olduğu anlaşılmaktadır.
Konu: Bu surede üç konu ele alınmaktadır: Muhaliflerin ileri sürdükleri itirazlara cevap; onları ikaz edip tavsiyede bulunmak; ve Allah Rasulü’ne (s.a) sabrın ve istikametin telkin edilmesi.
Surenin bidayetinde görülüyor ki; her ne kadar sen (Allah’ın Rasulü) onlara bu Kitabı takdim etmekteysen ve en güzel ahlaka sahipsen de onlar gene sana deli ve mecnun demektedirler. Aslında sırf bu iki keyfiyet yani Kur’an ve senin örnek ahlâkın onların ithamlarını çürütmeye yeter. Yakında kimin deli olduğuna şahit olacaklar. Sen, bunların tazyiklerine karşı hiçbir tavizde bulunma. Zaten onların kastı da senden tavizler kopararak seni uzlaşmaya razı etmektir. Daha sonra, insanları göstermek için o zaman Mekke’de herkesçe bilinen bazı simaların, adları zikredilmeden, ahlaki portreleri çizilmektedir. Bu sayede insanlar Hz. Muhammed’in (s.a) yüksek ve temiz karakteriyle bunlarınkini mukayese ederek karşı çıkanların karakter ve tavırlarının ne kadar çirkin olduğunu göreceklerdir.
Bundan sonra, onyedinci ayetten otuz üçüncü ayete kadar olan bölümde Allah Teâlâ’ya karşı nankörlük yaptıklarında içlerinden biri ikaz etmiş olmasına rağmen ona kulak vermediklerinden sonunda Allah Teâlâ’nın onları bu nimetten mahrum bıraktığı ve bilahare gerçeğin farkına vardıkları bahçe sahiplerinin öyküsü anlatılmaktadır. Bu misal ile Mekkelilere, tıpkı yukarıdaki bahçe sahiplerinin, salih bir kul tarafından ikaz edilmesi gibi Hz. Muhammed’in (s.a) gönderilişinin de bir ikaz ve imtihan olduğu uyarısı yapılmaktadır. “Eğer Allah’ın Rasulü’ne kulak vermezseniz bu dünyada muhtelif sıkıntı ve mahrumiyetlere müptela kılınacağınız gibi öte tarafta da şüphesiz çok daha büyük azaba müstehak olacaksanız.” denilmektedir.
Daha sonraki 34 ila 47. ayetler arasında müteakiben kafirlere hitap edilmektedir. Bazen doğrudan doğruya bunlarla muhatap olunurken, bazı yerlerde de Allah Rasulü’ne hitap edilmiş ama dolaylı olarak onlar ikaz edilmişlerdir. Özetle denilmek istenen şudur: Öbür dünyanın güzellikleri ve iyilikleri şüphesiz Allah’tan korkarak yaşayanlar içindir. Allah indinde, O’na itaat eden kulların suçlu sayılacağı apaçık mantıksızlıktır.
Kafirlerin, Allah’ın onların iddia ettikleri gibi davranacağı hayalleri tamamen saçmadır. Buna hiç bir delilleri yoktur. Bu dünyada bazı insanlardan Allah Teâlâ’nın önünde secdeye kapanmaları istendiğinde inkar etmişlerdir ama kıyamet günü farkına varıp secde etmek istediklerinde bu sefer secde edemeyecekler ve zelil olacaklardır. Kur’an’ı yalanlayanlar Allah’ın azabından kurtulamaz. Bu dünyada onlara verilen mühlet kendilerini aldatmaktadır. Bu yalanlamalarına rağmen azap olunmayacaklarını ve azap gelmediğinde de doğru yolda olduklarını zannediyorlardı. Halbuki helâke doğru sürüklendiklerinden habersizdiler. Ellerinde, Allah Rasulü’ne karşı direnmeleri için hiçbir ma’kul sebepleri yoktur. Çünkü O, hiçbir menfaat ve karşılık gözetmeyen bir habercidir. Bunda hiçbir şahsî menfaati yoktur. Ayrıca O’nun Allah’ın Rasulü olmadığını ve getirdiği şeyin ise asılsız bir yalan olduğunu da ileri sürecek bir bilgileri yoktur bunların. Bölümün sonunda Allah Rasulü’ne, Allah’ın emri kesinleşinceye kadar “İslâmî tebliğ” yolundaki zorluklara göğüs gererek sabır göstermesi, Yunus (a.s) gibi sabırsızlık ederek onun düştüğü belalara düşmemesi bildirilmektedir.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Nûn, Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.1
2 Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.2
AÇIKLAMA
1. Müfessirlerin İmamı Mücahid; Kalem’den murad kendisiyle ez-Zikr (Kur’an) yazılan kalemdir. Bundan da yazılmakta olan şeyin (yesturun) Kur’an olduğu anlaşılmaktadır.
2. Burada yemin Kalem ve Kitap üzerinedir. Yani bu Kur’an Vahiy katibinin elleriyle işlenmektedir. Bu husus Allah Rasulü’nün deli olmadığının açık bir hüccetidir. Rasulüllah (a.s) Peygamberlik davasından önce Mekkeliler tarafından yörenin en iyi ve en faziletli insanı olarak kabul edilmekte ve herkesçe O’nun dürüstlüğüne ve ferasetine güven duyulmaktaydı. Ama Kur’an vahyolunmaya başlayınca aynı insanlar O’na deli, mecnun demeye başladılar. Şu anlaşılıyor ki, aslında buna sebep Kur’an’dır. İşte bu yüzden Kur’an’ın bu gibi iddialar için yeterli bir reddiye olduğu buyurulmaktadır. Yüce, açık ve beliğ kelamın içerdiği konular da aynı yüksek meziyete sahiptir. Bu Kur’an, Rasulüllah’a Allah’ın bir lütfudur, kafirlerin iddia ettikleri gibi bir delilik sebebi değildir. Burada dikkate değer bir husus da şudur; hitap Allah Rasulü’ne olmakla beraber aslında kafirlerin ithamlarına cevaplar verilmektedir. Yani, bu ayet Peygamber’e, O’nun deli olmadığına kendisini ikna etmek üzere gönderildiği zannedilmesin. Zaten Rasulüllah’ın böyle bir şüphesi yoktur ki bunu izale etmek için ayet nazil olsun. Asıl gaye kafirlere, Kur’an yüzünden Allah Rasulü’ne mecnun dediklerini ve bu iftiraya en açık kati cevabın Kur’an’ın bizatihi kendisi olduğunu anlatmaktır. (Bkz. et-Tur, dip not: 22)
3 Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.3
4 Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.4
5 Artık yakında göreceksin ve onlar da görmüş olacaklar.
6 Sizden hanginiz ‘fitneye tutulup-çıldırdığını.’
7 Elbette senin Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir.
8 Şu halde yalanlayanlara itaat etme.
9 Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.5
AÇIKLAMA
3. Yani, insanları hidayete getirmek için çabalaman ve bu yüzden bir sürü eziyet ve cefalara uğramana rağmen, bu vazifeyi yerine getirmen senin için bir ecirdir. Bunun karşılığında sana sayısız ve sonsuz mükafatlar vardır.
4. Bu cümlede iki anlam vardır. Birincisi; insanları hidayete götürebilmek için katlandığı bütün bu eziyetler yüksek bir ahlâk üzere olduğundandır. Aksi takirde, zayıf ahlaklı olan bir insan bunlara tahammül edemez. İkincisi; Kur’an’ın yanında sırf senin bu yüksek ve temiz ahlakın, kafirlerin sana delilik ithamlarında bulunmalarına karşı açık bir delilidir. Onların bu ithamları tamamen mesnetsiz bir yalandır, çünkü yüksek ahlak ve delilik bir arada bulunamaz. Deli, aklî dengesini kaybetmiş kimsedir. Öte yandan, bir kimsede bulunan yüksek ahlak, o kişinin sağlam bir akıl ve fıtrata sahip olduğunun ve zihni dengesinin gayet yerinde olduğunun delilidir. Rasulüllah’ın ahlaki meziyetlerinin Mekkeliler tarafından çok iyi bilindiği malum. Aslında buna işaret etmek yeter.
Mekke’de bulunan her akıl sahibi insan Peygamber (s.a) gibi yüksek ahlak sahibi bir kimseye mecnun demenin ne kadar hayasızlık olduğunu düşünmek zorunda kalacaktır. Bu beyhude ithamlar en sonunda Peygamber’e (s.a) değil bilakis kendilerine zarar verecektir. Muhalefetlerinin şiddetinden muhakemelerini kaybederek Hz. Muhammed (s.a) gibi bir insanı öyle şeyle itham ediyorlardı ki bunu hiç bir akıl sahibi düşünemezdi bile. Enterasandır, bu gün de kendini araştırmacı ve ilim adamı sanan bazı kimseler Peygamber (s.a) için saralı ve cinli ithamında bulunmaktalar. Kur’an-ı Kerim dünyada her yerde kolayca elde edilebilir. Öte yandan Rasulüllah’ın sireti, hayatı da en ince ayrıntısına kadar yazılı olarak her yerde mevcuttur. Herkes inceleyebilir. Kur’an gibi emsali olmayan bir kitabı getiren ve yüksek ahlaka sahip olan Hz. Muhammed’i akıl hastalığı ile itham eden kişi ancak O’na muhalefetinin şiddetinden yapar bunu. Aklını ve muhakeme gücünü kaybetmiş bir insan O’na karşı bu tür iddialarda bulunabilir.
Allah Rasulü’nün ahlakını en güzel şekilde Hz. Aişe’nin şu sözü tarif etmektedir. “Onun ahlakı Kur’an idi” Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Nesei, İbn Mace, Darimî ve İbn Cerir lafzen çok az farklılıklarla bunu rivayet etmekteler. Bunun anlamı şudur: Rasulullah (s.a) yalnızca Kur’anî talimatları insanlığa tebliğ etmekle kalmamış, o talimatları kendi zatında da tatbik ederek buna örnek olmuştur. Eğer Kur’an bir şeyin yapılması için emir vermişse onu ilk önce kendi nefsinde uygulamış ve eğer bir şeyden menetmişse gene en fazla kendisi o şeyden sakınmıştır. Kur’an’ın fazilet olarak saydığı sıfatlarla muttasıf, kötü saydığı sıfatlardan da kendini uzak tutan idi. Başka bir rivayette gene, Hz. Aişe şöyle anlatıyor: “O hiçbir zaman kendi hizmetinde bulunan birisini dövmemiş, hiçbir zaman bir kadına el kaldırmamıştır. Allah için cihaddan başka hiçbir yerde hiçbir zaman kimseye eliyle dahi vurmamıştır. Kendisi için kimseden intikam almamıştır. Fakat eğer bir kimse Allah’ın koymuş olduğu hudutları aşmışsa o zaman sadece Allah’ın rızası için ondan intikam almıştır. İki yoldan kolay olanı seçmek onun sünnetiydi. Ne var ki, kolay olan günah ise müstesna, o zaman ondan en uzak kalan O olurdu.” (Müsned-i Ahmed) Hz. Enes (r.a) diyor ki: “Ben Allah Rasulü’nün on sene kadar hizmetinde bulundum. Hiçbir zaman öf dememiş, hiçbir zaman bana bunu niye yaptın, bunu niye yapmadın dememiştir.” (Buhari ve Müslim).
5. Yani, onlar senden İslâm’ı tebliğde biraz gevşeklik göstermeni isterler. Karşılığında da sana karşı muhalefetlerini hafifletecekler. Onların sapıklıklarına uyarak kendi dininden taviz verirsen onlar da seninle uzlaşacaklar.
10 Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edipduran, aşağılık,6
11 Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan).
12 Hayrı engelleyip sürdüren,7 saldırgan, olabildiğince günahkâr,
13 Zorba-saygısız,8 sonra da kulağı kesik,9
14 Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,10
15 Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır” diyen.
16 Yakında biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.11
17 Gerçek şu ki, biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. 12Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.
18 (Bu konuda) Hiç bir istisna da yapmıyorlardı.13
19 Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela onun üstünü sarıp-kuşatıverdi.
AÇIKLAMA
6. Metinde, “mehîn” kelimesi geçmektedir. Kelime hakir, zelil ve alçak insanlar için kullanılmaktadır. Burada ise her sözün sonunda çokça yemin eden insanlar için kullanılmaktadır. Bu kimse, herkesin onu yalancı bildiğini ve yemin etmeden kendisine kimsenin inanmayacağını zanneder. Bu yüzden bu kişi hem kendi nazarında zelildir ve hem de toplum içerisinde değer verilmeyen bir yaratıktır.
7. Ayette “Mennain-lil-hayr” deniliyor. Hayr: Arap dilinde hem mal için ve hem de iyilik için kullanılır. Burada mal için kullanıldığını farz edersek o zaman bunun manası şöyle olur: “O çok cimri bir insandır, zerre kadar kimseye bir hayırda bulunmaz.” Eğer iyilik anlamında kullanıldığını düşünürsek o zaman “Her iyi işe karşı çıkar ve diğer insanların İslâm’a girmelerini önlemek için tüm çabasını sarfeder” anlamına gelir.
8. Ayette, “Utullin” geçmektedir. Arapça’da bu kelime çok sıhhatli ve fazla yemek yiyen insan için kullanılır. Aynı zamanda kötü ahlaklı ve kavgacı insanlar için de kullanılır.
9. Metinde geçen “Zenim” kelimesi, Arap dilinde zina mahsulü çocuk için kullanılmaktadır. Yani bir kimse, bir ailenin ferdi değilken o aileden sayılmakta. Said ibn Cübeyr ve Şa’bi bu kelimenin kötü şöhret sahibi insanlar için de kullanıldığını söylemekteler.
Bu ayette özel olarak hangi şahsın kastedildiği müfessirler arasında ihtilaflıdır. Bazıları bunun Velid bin Muğiyre olduğunu, bazıları ise Esved bin Abd-i Yagus olduğunu söylüyorlar. Bu sıfatların Ahnes bin Şureyk’e ait olduğunu söyleyenler de vardır. Öte yandan, bunun başka şahıslar olduğunu söyleyenler de vardır. Kur’an-ı Kerim’de bu kişinin isim anılmadan zikredilmesinden anlıyoruz ki bu şahıs Mekke’de bu özellikleriyle çok meşhur birisiydi ki ismini anmaya gerek görülmemiştir. Bu özellikler söylenince herkes bundan kimin kastedildiğini hemen anlamaktaydı.
10. Bu cümle, daha öncesiyle de daha sonrasıyla da bağlantılı olabilir. Eğer öncesiyle irtibatlı olarak düşünecek olursak anlamı şöyle olur: “Mal ve evlâdı çokça diye ona aldırış etme”. Eğer sonrasıyla irtibatlı halde düşünürsek o zaman da anlamı: “Mal ve evlâdı fazla olduğundan dolayı kibirlidir. Bu yüzden ayetlerimiz ona okunduğunda ‘Bu eskilerin masallarıdır’ der” şeklinde olur.
11. (Kibirden dolayı) burnu çok yukarıda olduğundan onu burnundan damgalayacağız. Böylece zelil hale getireceğiz, hem dünyada hem de ahirette vereceğimiz bu zilletten hiç bir zaman kurtulamayacak.
12. Burada bir an için el-Kehf Suresi’nin 32 ile 44. ayetlerini göz önünde tutalım. Orada ibret olarak bağ sahibi olan iki kişinin misali anlatılmaktaydı.
13. Yani, kendi kudret ve güçlerine o kadar güveniyorlardı ki, “Allah’ın izniyle” demeden, “kendi bağlarımızın meyvelerini toplayacağız” diye kesinlikle yemin ediyorlardı.
20 Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi.
21 Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler.
22 “Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkın-çıkın.”14
23 Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler:
24 “Bugün sakın oraya hiç bir yoksul girip de karşınıza çıkmasın.”
25 (Yoksulları) Engellemeğe güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.15
26 Ama onu görünce: “Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmış” dediler.
27 “Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.”16
28 (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: “Ben size dememiş miydim? (Allah’ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?”17
29 Dediler ki: “Rabbimiz, seni tesbih eder-yüceltiriz; gerçekten bizler zalim olanlarmışız.”
30 Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamağa başladılar:18
31 “Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız” dediler.
32 “Belki Rabbimiz, onun yerine ondan daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz.”
33 İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; onlar bir bilseler.
34 Şüphe yok,19 muttaki olanlar için Rableri katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır.
AÇIKLAMA
14. Ayette “Hars”: Tarla kelimesinin geçmesi, bahçelerin içerisinde tarlaların bulunduğunu belirtmek için olabilir.
15. Buradaki “Hard” kelimesi Arapça’da, önlemek, durdurmak anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca niyet etmek, karar vermek ve sürat anlamına gelmektedir. Bu yüzden ayeti tercüme ederken bu üç anlamı da göz önünde bulundurdum.
16.Yani, onlar kendi bahçelerini bu halde görünce “herhalde biz yolumuzu şaşırdık ve yanlış bir yere geldik”‘ dediler. Biraz düşündükten sonra bunun gerçekten kendi bahçeleri olduğunu anlayarak hayıflanmaya başladılar.
17. Yani, ertesi gün bahçeden meyveleri toplayacaklarına yemin ettikleri zaman onlara birisi “Allah’ı unutmayın, inşaallah (Allah izin verirse) niye demiyorsunuz?” demişti. Onlarsa buna hiç aldırış etmemişlerdi. Ayrıca miskinlere, fakirlere hiçbirşey vermemeyi kararlaştırdıklarında yine aynı kişi onları “Allah’ı unutmayın ve bu çirkin niyetinizden vazgeçin” diye uyarmıştı. Fakat onlar yine kulak asmamışlar ve kendi fikirlerinde ısrar etmişlerdi.
18. Yani, her biri bir diğerini itham etmeye, suçu birbirine atmaya başladılar. “Sen bana Allah’ımı unutturarak bu kötü yola düşmeme sebep oldun” diyerek birbirlerini suçladılar.
19. Mekke’nin ileri gelenleri Müslümanlara, “Allah dünyada bu nimetleri bize vermiş” diyerek bunun kendilerinin Allah’ın makbul birer kulları olduklarının alameti olduğunu, “sizin bu kötü durumunuz ise sizin, Allah’ın gazap ettiği kişiler olduğunuzun delilidir. Dolayısıyla eğer öbür dünya varsa, ki siz var diyorsunuz, orada da yine biz refah içerisinde, siz ise azab içerisinde olacaksınız.” demekteydiler. Bu ayetler bu sözlere cevaptır.
35 Öyleyse, Müslümanları suçlu-günahkâr olanlar gibi (eşit) kılar mıyız?
36 Siz ne oluyor? Siz nasıl hüküm veriyorsunuz?20
37 Yoksa sizin (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap21 mı var?
38 İçinde, siz neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak, diye.
39 Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye.
40 Onlara sor: “Onlardan hanginiz bunun savunuculuğunu yapacak?”22
41 Yoksa onların ortakları mı var? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını da getirsinler.23
42 Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı24 ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler.
43 Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük,’ kendilerine de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi.25
AÇIKLAMA
20. Allah’ın, itaatkâr kulları ile günahkar, suçlu kulları arasında bir tefrik yapmaması mantığa aykırıdır. Bu alemin yaratıcısı olan Allah’ın, kimin O’na itaat edip kötülüklerden kendini sakındırdığını ve kimin de O’ndan korkmadan suç işlediğini, zulüm yaptığını görmeyen kör bir hükümdar gibi olduğu nasıl zannedilebilir. Sen ahlak ve amel bakımından bir fark gözetmeden ehli imanın yoksul haliyle, kendi müreffeh halini nazarı itibara alıp Allah’ın bu itaatkar kullarına suçlu gibi davranacağına ve sizin gibi günahkarlara da cenneti bağışlayacağına düşünmeden karar veriyorsunuz.
21. Yani, Allah’ın gönderdiği kitap.
22. Burada “Zaîm” kelimesi kullanılmaktadır. Arapça’da bu kelime, başkasına kefil olan, zimmetini alan, bir topluluğa sözcülük eden kimse anlamlarına gelmektedir. Yani, bunlardan daha ileri giderek onun Allah’tan bir vaad aldığını iddia ediyorsunuz.
23. Siz kendi kendiniz hakkında hüküm vermektesiniz. Bunların hiçbir temeli yoktur. Akıl ve mantığa terstir. Üstelik, Allah’ın gönderdiği hiçbir kitaptan da bir delil gösteremezsiniz. Hiç biriniz Allah’ın böyle bir vaadde bulunduğunu iddia edemez. Öte yandan sizin mabud kabul ettikleriniz de sizi Cennete sokacaklarına dair bir garantide bulunamıyorlar. O halde bu yanlış fikirleri nereden alıyorsunuz.
24. “” bacakların açıldığı, yani işlerin güçleştiği zaman Sahabe ve Tabiinden bir cemaat bunun bir deyim olarak kullanıldığını söylemişlerdir. Zor duruma düşen bir kimse için Arapça’da “keşfisak” da denilmektedir. Hz. Abdullah bin Abbas bu manada olduğunu rivayet ederek Arap edebiyatından getirdiği bazı delillerle bunu tekid etmektedir. Başka bir görüşe göre ise, İbn Abbas ve Rübey bin Enes’ten “Keşfisak”tan muradın “hakikatın üzerinden perdenin kalkması” olduğu rivayet edilmiştir. Bu yoruma göre mana şöyle olmaktadır: “O gün bütün hakikatler açığa çıkınca herkesin yaptığı ortaya çıkacaktır.”
25. Yani, Kıyamet günü kim Allah’a ibadet edenlerdendi ve kim de onu inkar edenlerdendi, açıkça ortaya çıkacaktır. Bu iş için herkesin Allah’ın önünde secdeye kapanması istenince dünyadayken ibadet edenler hemen secde edecekler, oysa dünyadayken inkar edenlerin belkemikleri kaskatı kesilerek kilitlenecek ve onlar secdeye gidemiyecekler, zelil ve pişman olarak ayakta kalacaklardır.
44 Artık bu sözü yalan sayanı sen bana bırak. 26Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahla yükletip azaba) yaklaştıracağız.27
45 Ben, onlara süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim28 (cezalandırmam) sapasağlamdır.
46 Yoksa sen, onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, onlar, haksız bir borçtan dolayı ağır bir yük altında kalmışlar?29
47 Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?30
48 Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret31 ve balık sahibi (Yunus) gibi olma;32 hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.33
49 Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşıp-yetişmeseydi, mutlaka kendisi yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı.34
50 Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.
51 O küfretmekte olanlar, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle yıkıp-devireceklerdi.35 “O, gerçekten bir delidir” diyorlar.
52 Oysa o (Kur’an), alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değildir.
AÇIKLAMA
26. Yani, onlara kulak asmayın, onların işi bize aittir.
27. Bilmeden bir kimseyi helake sürüklemenin bir şekli de şudur: Zalim ve doğruluk düşmanı birine bu dünyada sıhhat, mal, evlat, başarı gibi bazı nimetler verilir. Böylece kendisinde hiç bir eksiklik ve yanılgı olmadığını zannederek hakka karşı düşmanlığa, zulüm ve isyana battıkça batar. Bu nimetlerin kendisi için bir bağış değil, bilakis felaketine vesile olduğunu farkedemez.
28. Ayette “Keyd” kelimesi geçmektedir. Bunun anlamı gizli plan yapmak demektir. Kendi başına bu anlamıyla kötü bir manaya gelmez ama bir kimseye haksız olarak ve ona zarar vermek için yapıldığında bu kötü bir hareket olur. Yoksa bu kelimenin kötü bir anlamı yoktur, özellikle bu plan, ona müstehak olan birisine yapılmışsa.
29.Burada zahiren muhatap Peygamber (s.a) ise de aslında O’nun muhalifleri olan asilerdir. Onlara “Allah’ın elçisi sizden bir karşılık mı istiyor ki bu kadar kızıyorsunuz” denilerek sorulmaktadır. Siz de biliyorsunuz ki O’nun sizden bir talebi yoktur. Size ne söylüyorsa ve ne takdim ediyorsa bu ancak sizin iyiliğiniz içindir. Onu kabul etmek istemiyorsanız, kabul etmeyin. O’nun tebliği hususunda niye böyle çıldırmaktasınız (ayrıntılı bilgi için bkz. Tur an: 31)
30. Bu ikinci soruda yine zahiren muhatap Allah Rasulü’dür (s.a), ama hakikatte söz muhalifleredir. Bundan anlaşılan şudur: Yani, siz perdenin arkasını mı gördünüz ki, buna dayanarak göndermiş olduğumuz bu Rasul’ün bizim tarafımızdan tayin edilmediğini ve O’nun size beyan ettiği hakikatlerin yanlış olduğunu ileri sürerek şiddetle yalanlamaktasınız. (İzah için bkz. Tur an: 32)
31. Yani, o vakit Allah nusretini sana gönderecek ve muhaliflerini yenilgiye uğratacaktır. İşte o vakit gelene kadar tebliği uğrunda musibet ve eziyetlere katlanmaya devam et.
32. Yani, sabırsızlığı dolayısıyla balığın karnına düşen Yunus (a.s) gibi olma. Peygamber’e, Allah’ın kesin emri gelene kadar sabretmesi söylenilmiş ve Yunus gibi olmaması tenbihlenmiştir. Yunus (a.s) Allah’ın (c.c) emri gelmeden sabırsızlık göstererek bir iş yapmış ve Allah’ın itabına müstehak olmuştur. Bkz. Yunus ayet 98, an: 99, Enbiya ayet 87-88, an: 82-85 Saffet ayet 139-148 an: 78’den 85’e kadar.
33. Enbiya Suresi’nde bu husus tafsilatlı bir şekilde izah edilmiştir. Denizin karanlıklarında, balığın karnında Yunus (a.s) şöyle dua etmişti: “Senden başka İlah yoktur, Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben zalimlerden oldum.” Bunun üzerine Allah onun bu feryad ve figanını dinlemiş, onu bu kederli durumdan kurtarmıştır. Bkz. Enbiya Suresi 87-88. ayetler.
34. Bu ayeti, Saffat Suresi 142-146 arasıyla birleştirerek okuyacak olursak görürüz ki: Yunus (a.s) yaptığı hata neticesi balığın karnına düştüğü zaman Allah’ı tesbih ederek hatasını itiraf etmişti. O zaman da balığın karnından çıkarılarak çorak ve çıplak bir yere hasta bir halde bırakılmıştı. Artık affolunmuş ve yerilmekten kurtulmuştu. Allah Teâlâ lütfuyla, onun meyvesiyle açlık ve susuzluğunu gidereceği ve gölgeleneceği bir bitki yaratmıştı.
35. “Sanki bakışlarıyla yiyecekler” Mekke kafirleri o kadar kızgındılar ki, Kur’an’ı işittikleri zaman Peygamber’i sanki gözleriyle yiyeceklerdi. Onların bu hali İsra Suresi 73. ve 77. ayetler arasında beyan edilmektedir.