Bebek, gözlerinin ve saçlarının rengi, burnunun ve ağzının biçimi, boyunun kısalığı ya da uzunluğu gibi fiziksel özelliklerini kalıtım yoluyla ana babasından alır. Bebeğin dünyaya gelişinin biyolojik koşullarını hazırlayan ana baba, aynı zamanda onun yaşayacağı ve büyüyeceği ortamı belirleyen, kişiliğinin oluşmasına yön veren kişilerdir.
Ana babanın sevgisi ve ilgisi, bebeğin gelişmesinde çok önemli bir rol oynar. İnsan yavrusu, hayvan yavrularıyla karşılaştırıldığında, gelişmesinin daha erken bir aşamasında doğar. Dolayısıyla yaşamını sürdürebilmek için ana babasına daha uzun bir süre bağımlı kalır. Örneğin bir tay dünyaya geldikten birkaç saat sonra ayağa kalkıp yürümeye başladığı halde, bir bebeğin yürüyebilmesi için en az bir yıl geçmesi gerekir.
Dünyaya geldikten kısa bir süre sonra kendini doğanın içinde buluveren bir hayvan yavrusu, aç hayvanlara yem olmamanın yollannı yalnızca içgüdüleriyle bulmak zorundadır.
Oysa insanda ana babaya bağımlılığın bu kadar uzun sürmesi kuşaktan kuşağa bilgi aktarımının da daha yoğun olmasına olanak verir. Bu nedenle insanlarda içgüdüsel davranışların yanı sıra, ateşin nasıl yakılacağını bilmekten, ileri düzeyde elektronik bilgisine varıncaya kadar kuşaktan kuşağa aktarılan zengin bir “kazanılmış bilgi dağarcığı” vardır. Bu bilgileri her kuşak kendi çabasıyla yeniden edinecek olsa, insan toplumları bugünkü gelişmişlik düzeyine ulaşamazdı.
Bebeğin ruhsal ve zihinsel gelişiminin bedensel gelişimi kadar önemli olduğunu unutmamak gerekir. Bebek de bir bireydir; tıpkı çocuklar ve erişkinler gibi bir kişiliği vardır. Her şeyden önce güvenli ve huzurlu bir ortamda olduğunu bilmek, ana babasının ya da kendisine bakacak birilerinin her zaman var olacağından emin olmak ister. Başlangıçta yalnızca kendi gereksinimlerini karşılamaya koşullanmıştır; başkalarının da istekleri ve beklentileri olduğunu anlayamaz. Büyüdükçe, özellikle ana babasının yönlendirmesiyle başkalarını da düşünmeyi ve çevresindekilerle sağlıklı ilişkiler kurmayı öğrenir.