Anne karnındaki gelişme döneminden başlayarak 12 ya da 18 aylık oluncaya kadar insan yavrusuna genellikle “bebek” ya da “süt çocuğu”, bu dönemden sonra yalnızca “çocuk” denir. Bebek sözcüğü büyük olasılıkla süt çocuklarının çıkardığı “be-be” ya da “ba-ba” gibi tek heceli seslerden kaynaklanmıştır.
Her canlı, dünyaya gelişini başka bir canlıya borçludur. Bebeğin yaşamı da babasının ürettiği bir sperma hücresinin annesinin ürettiği bir yumurta hücresini döllemesiyle başlar. Döllenmiş yumurta, annenin karın boşluğunda yer alan özel bir organın duvarına tutunarak yerleşir. Dölyatağı ya da rahim denen bu organ, doğum anına kadar bebeği barındıracak olan korunaklı bir yuvadır. Döllenmiş yumurta hücresi burada sürekli bölünerek hızla çoğalır; böylece beyin, kalp, bağırsaklar, akciğerler, kol ve bacak gibi organlar gelişmeye başlar.
Döllenmeden sonraki ilk yedi hafta içinde bebeğin tıp dilindeki adı embriyonum. Gelişmesinin ilk aşamasında pirinç tanesinden daha küçük olan embriyon tıpkı bir kurbağa yavrusunu andırır. Vücut hücreleri çoğalarak farklılaştıkça, bebek de giderek minicik bir insana benzemeye başlar. Yaklaşık 12 hafta sonra kolları, bacakları, elleri ve ayakları oluşmuş, iskelet kemikleri gelişmiştir. 16. haftada el ve ayak tırnaklarına kadar vücudunun bütün bölümleri biçimlenmiş, boyu 160 milimetreyi bulmuştur. Döllenmeden sonraki sekizinci hafta ile doğum arasındaki dönemde bebeğe dölüt ya da fetüs adı verilir.
Döly atağındaki bebek, vücudunu yumuşak bir yatak gibi sarıp koruyan bir sıvının içinde yüzer; ama kendi kendine ne beslenebilir, ne de soluk alabilir. Bu yüzden bebeğe gerekli olan besini ve oksijeni sağlamak için, gebelik sırasında dölyatağının duvarında etene ya da plasenta denen özel bir organ gelişir. Annenin kanında erimiş durumda olan besin maddeleri ile oksijen eteneye geçer ve göbek kordonu denen ince bir bağ aracılığıyla bebeğin kanına aktarılır.
Bebeğin dölyatağına yerleşmesinden başlayarak doğumuna, yani annesinin vücudundan ayrılıp dünyaya gelmesine kadar geçen süre ortalama 40 haftadır. Ama, kabaca dokuz ay 10 gün olarak hesaplanan bu süreyi tamamlayıp beklenen günde doğan bebeklerin oranı yalnızca yüzde 5’tir. Yaklaşık yüzde 85’i, beklenen günden önceki ya da sonraki iki hafta içinde herhangi bir günde doğabilir.
Bir bebek ne kadar erken doğarsa o kadar küçük ve az gelişmiş olacağından, dış dünyada birdenbire karşılaşacağı değişik koşullara o kadar zor uyum sağlar. 38. haftadan önce doğan bebeklerde solunum ve beslenme güçlükleri görülebilir; 28 haftalık olmadan önce doğanların ise yaşama şansı çok azdır. Zamanından önce doğan bebeklere erken doğan (prematüre), 40. haftadan sonra doğanlara da geç doğan (postmatüre) bebek denir.
İnsanlarda her gebelikte genellikle tek bir bebek doğar; ikiz doğum oranı az, üçüz ya da dördüz doğum oldukça seyrektir. Çok ender görülen beşiz ya da bunun üstündeki doğumlarda ise bebekler o kadar küçüktür ki yaşama olasılıkları yok denecek kadar azdır.