Akciğer; İnsanda ve solunum sistemi olan hayvanlardaki bir çift solunum organının adıdır. Diğer bir ifade ile Akciğerler; balıklar dışında omurgalı hayvanların solunum organıdır. Karada yaşayan türlerin embriyonlarında solungaça benzer yapılar görülür. Atmosfer oksijeninin vücuda alınıp karbondioksitin atılmasını sağlayan solunum için hiçbir zaman kullanılmayan bu yapılar, embriyon gelişmesini tamamlamadan önce kaybolurlar. Doğumdan önce yavruya gerekli oksijen annenin karnından sağlanır. Doğumdan sonra karada yaşayan omurgalı hayvanlar havadan oksijeni almak amacıyla akciğerleriyle solunum yapmaya başlarlar.
Akciğerler göğüs boşluğuna yerleşmiş organlardır. Dışarıyla ağız ve burunla ilişkilidirler. Hava ağız ve burundan girdikten sonra akciğerlere trakea adı verilen soluk borusuyla getirilir. Soluk borusu göğüs kafesinde iki dala ayrılır ve bunlardan biri sağ diğeri sol akciğer lobuna girer. Bu dallara bronş adı verilir. Akciğer loblarına giren bronşlar giderek incelen dallara ayrılırlar. En son bronşçuk (bronşiol) adını alan ince dallar oluşur. İnce dallar alveol adı verilen üzüm tanesi manzarasındaki keseciklerle sonlanır. Difüzyon kurallarına uygun olarak hava dışarıdan içeriye alveollere kadar ilerler. Alveollerin etrafı kılcal kan damarlarıyla sarılmıştır ve gazların geçirilmesi için uygun bir yapıdadır. Akciğerlerde mm3 hacminde 250 kadar alveol bulunur. Bu nedenle bir akciğerin geçişmeyi sağlamaya yarayan bu alanı çok fazla geniş yer kaplayabilir.
Alveole gelen kan damarları vücuttan topladıkları kirli kanı getirdiğinden içindeki C02 miktarı alveol havasına göre çok yoğundur. Bu nedenle damarlardaki C02 difüzyon kurallarına bağlı olarak çok yoğun olduğu yerden az yoğun olduğu yere geçer yani alveollere girer. C02 ile dolan alveoller soluk verme hareketiyle bunu dışarı atarak yerine havanın oksijenini alırlar. Bunun sonucu, alveoller oksijenle dolar ve çevrelerindeki kılcal damarlara oranla yüksek oksijen içerdiklerinden, alveolden damarlara yine difüzyonla oksijen geçer. Sonuçta bu alışveriş canlının yaşam süreci boyunca sürerek kanın temizlenmesi sağlanır. Canlı uykuda olduğu dönemlerde de bu iş sürmektedir.
Akciğerlerin açılıp kapanması belli bir sistem içinde oluşur. Soluk alma sırasında diyafram ve göğüs kafesi kemikleri (kaburgalar) birlikte çalışır. Dışarıya hava verileceği zaman iç basıncın artması, dışarıdan hava alınması için ise düşmesi gerekir.
Diyafram kasıldığında düzleşir, aşağıya ve yanlara genişler. Göğüs kafesi kemiklerini hareket ettiren kaslar da kasılır. Kemiklerin ön uçları yukarıya doğru kalkar. Akciğerlerin bulunduğu bölgedeki hacim büyür, basınç düşer. Dışarıdan içeriye hava girer. Gevşeme sırasında ise bu olayların tersi olur.
Akciğerlere giren havanın özellikle soğuk havalarda burun yollarıyla gelmesi sağlıklı olur. Çünkü hava burundan girişte burun içi kılları aracılığıyla filtre edilir ve bu yol nemli ve daha uzun olduğundan hava akciğere gelinceye kadar biraz ısınır. Ağız yolundan giren hava daha kısa yoldan akciğere ulaştığından soğuktur ve akciğerler için sağlıksızdır. Akciğerler normalde pembe renklidir. Ancak yaşanılan yerdeki parçacıkların zamanla akciğerlere dolması yüzünden renkleri değişir. Yetişkinlerde kül renklidir. Kömür madenlerinde çalışanlarda siyaha yakın, altın madenlerinde çalışanlarda ise sarıya yakın renktedir.
Akciğer Zarı
Biri akciğerlerin dışyüzünü, öteki göğüs kafesi boşluğunun içini örten iki tabakalı seröz zardır (plevra). Bu iki tabaka, tümüyle plevra boşluğu denilen kapalı, negatif basınçlı bir boşluk oluşturur. Plevranın göğüs boşluğunu örten tabakasına parietal plevra (duvar plevrası), akciğeri örten tabakasına da viseral plevra (organ plevrası) denir. Zarın, salgıladığı seröz sıvı ile ıslanarak kaypak bir hal alması, solunum sırasında akciğerlerin hareketlerini kolaylaştırır. Plevra boşluğundaki negatif basıncın, dışarıdan (göğüs yaralanmaları) ya da içeriden (akciğer yırtılmaları) hava girmesi ile artması, akciğerin büzülmesine (akciğer kollapsı) yol açar. Sağ ve sol akciğer zarının boşluğu birbirinden tam olarak ayrılmıştır.
Akciğer Nasıl Soluk Alır ve Verir?
Soluk alındığı zaman burun ve ağızdan giren hava, yutak, gırtlak, nefes borusu ve bronşlardan geçerek akciğer keseciklerine girer.
Akciğerde kanla oksijen birbirine karışır, karbondioksit dışarı atılır. Bunun için kanla oksijene çok geniş bir karşılaşma sahası sağlıyacak şekilde yapılmıştır. Normal bir insan akciğerlerindeki keseciklerin yüzölçümü 100 metre kare kadardır. Akciğerlerin ağırlığı ise kadınlarda 900, erkeklerde 1200 gramdır.
Akciğerler göğüs boşluğunda bulunur, plevra denen göğüs zarı ile sarılmıştır. Yapıları esnek ve süngerimsidir. Sol akciğer derin bir yarıkla iki parçaya, daha gelişmiş, olan sağ akciğer ise gene derin iki yarıkla üç parçaya ayrılmıştır. Bu parçalardan her birine «lop» denir. Akciğerler hacmi 1 cm. küp kadar olan hava odacıklarından yapılmıştır. Bu odacıklara «lopçuk», havayı lopçuklara getiren bronş kollarına da «bronşçuk» denir. Lopçuklar çapı 0.3 milimetreyi geçmiyen keseciklere ayrılmıştır. Keseciklerin içindeki kıvrımlara «petek» denir. İşte gaz alışverişi bu peteklerde olur. Alınan hava burundan itibaren temizlenerek keseciklere kadar gelir. Ancak havanın tam anlamıyla temiz olmaması akciğerlerin zamanla rengini değiştirmesine sebep olur. Bunun için çocuklarda pembe olan akciğer yaş ilerledikçe külrengine döner.
Solunum işinde akciğerler hareketsizdir. Asıl nefes almayı sağlıyan «diyafram» denen perde biçiminde bir kastır. Karın boşluğu ile akciğerleri ayıran diyafram muntazam aralıklarla karın boşluğuna doğru alçalır, yükselir. Diyaframın bu hareketi akciğerlere basınç yaparak, alçalınca havanın ciğerlere dolmasını, yükselince de boşalmasını sağlar. Böylece nefes alınmış olur.
Akciğerlerin Yapısı
Bedene sürekli olarak oksijen sağlanması, dirimsel önem taşır. oksijensiz kalırsak, hızla bilincimizi yitirir, ölürüz. Beden yüzeyi, milyonlarca hücreye gerekli yakıt maddesi, oksijenin tümünü soğurmak için çok küçük olduğuna göre, insan ve öteki gelişmiş hayvanlar, bedenleri içinde özel bir solunum yüzeyi geliştirmişlerdir. Bu yüzey, akciğerlerin iç yüzeyini örten zarlardan oluşur ve 70 m “ye varan çok geniş bir alanı kapsar (tüm beden yüzeyinin 40 katı).
Bu iç yüzeyin başka bir özelliği de, hep nemli kalması ve dış etkenlerden, bakterilerden, mantarlardan ve öteki organizmaların zararlarından korunmuş olmasıdır. Bir kâğıt inceliğinde ve ince çeperli kılcal damarlar ağı ile sarılmış olan akciğerlerin bu iç yüzey örtüsü, oksijeni soğurarak kandaki hemoglobine hızla iletir. Ayni zamanda, hücre metabolizmasının artık maddesi karbon dioksit, kandan akciğerlere atılır.
Ortalama 1 kg ağırlığındaki akciğerler, doğumdan hemen sonra sünger gibi yumuşak, gül pembesi rengindedir. Ama daha sonraki yıllarda koyulaşarak koyu gri, hattâ siyah olur. Nemli göğüs zarı ile örtülmüş akciğerler derin göğüs boşluğunu ona uyacak biçimde doldururlar. Sağ akciğer üç lobdan, biraz daha ufak ve kalbe yer bırakmak için bir yanı girik olan sol akciğer ise, sadece iki lobdan ibarettir.
Ağız ve boğazda ısınarak süzülen hava, yutak (boğaz) gırtlak (3), soluk borusu ve bunun dalları olan sağ ve sol ana bronşlar yoluyla akciğerlere girer. Bu iki ana bronş, akciğerler içerisinde önce daha küçük bronşlara, sonra da solunum ağacının en ince dalları olan bronşçuklara ayrılır. Bunların da her biri, hava kesesi boruları kanalları denilen kanallara ayrılır ve hava keseciklerinde sonlanırlar.
Akciğerler Nasıl Çalışır?
Gaz değişimi, mikroskopik üzüm salkımları biçiminde akciğerlerin derinliğinde yeralan içi boş hava keseciklerinde olmaktadır. Akciğer atardamarının kılcal damarları, hava keseciklerini bir ağ gibi sarar ve kirli kanı ince yüzey zarına yaklaştırır. Hava kesecikleri, ince bir sıvı tabakası salgılayarak, yayınına için gerekli düşük yüzey gerilimli ortamı hazırlarlar. Böylece yeniden oksijenlenmiş kan, bedenin her tarafına pompalanarak hücrelere gerekli yakıt maddesi olan oksijeni götürmek üzere akciğer toplardamarları yoluyla kalbe döner.
Soluk alma sırasında göğüsün genişlemesi, diyaframın (kubbeli biçimden çökük biçime geçmesine neden olarak) ve yukarı aşağı sallanan göğüs kafesi kaslarının kasılması ile gerçekleşir.
Göğüs genişleyince, akciğerler de genişleyerek, oylumları arttığından, içlerindeki havanın yoğunluğu azalır ve bir düşük basınç alanı oluşur. Ciğerlerde yeniden normal basınç sağlamak için hava, hızla soluk borusundan içeriye girer. Diyafram ve göğüs kafesi kasları gevşer ve akciğerler göğüs boşluğuyla birlikte eski durumlarına dönerler. Ciğerler daralırken içlerindeki havanın bir kısmı soluk borusundan dışarı atılır.
Normal bir soluk almada (4 – 6 saniyelik aralarla) akciğerlere 0,5 litre hava girer. Bu havanın yaklaşık 1/3’ü bronş ve bronşçuklarda kalır ve ancak geri kalanı hava keseciklerine ulaşır. Aynı şekilde, bir soluk verme sırasında akciğerlerden kabaca 0,5 lt hava çıkarırız. Ancak, her zaman ciğerlerde kalan 1 – 1,5 litrelik yedek havayla, akciğerlerin büsbütün havasız kalmaması sağlanır.
Normal olarak, dinlenme halindeki erkekte soluk alma sayısı dakikada 15 – 16, kadında 18, çocukta yaşı ne kadar küçükse o kadar fazladır. Çok fazla bedensel çaba gösterildiğinde solunum sayısı 30’a, 40’a, hattâ daha yükseğe çıkabilir.
Hava bir kez hava keseciklerine ulaşınca, hava içerisindeki oksijen kana karışır ve karbondioksit de kandan hava keseciklerine geçerek, beden dışına atılır. Asıl görevi (hücre yakıtıyla artık madde değiş tokuşu) dışında, gaz değişimi, kan asiditesinin uygun bir düzeyde tutulmasını sağlar. Solunum hızını düzenleyen, kanın asidite derecesidir. Eğer solunum çok yavaş ise, karbondioksit birikerek kanın hafifçe asitleşmesine neden olacaktır.
Kan asiditesindeki bu değişiklik, beynin soğaniliğindeki ve bedenin öteki yerlerindeki özel hücreler tarafından saptanır. Ve buralardan verilen sinyaller de, solunumun derinliğini ve sıklığını artırır. Böylece kan asiditesi de normal düzeye indirilmiş olur.
Havanın Temizlenmesi
Solunum yolları, soluduğumuz havanın kirliliği ile başedebilmek için kendine özgü temizleyici bir sistem ile donatılmıştır. Üst solunum yollarında bir filtre görevi yapan tüyler (bronş ve bronşçukları örten incecik kıllar) devamlı çalışarak hücre artıkları ve yabancı cisim parçacıkları ile yüklü müküsü yukarıya, boğaza doğru sürüyüp götürürler (bu balgam yutulur ve mide yoluyla atılır). Mikropları da içine alan daha büyük parçacıklar, aşırı müküs salgılanmasına neden olur. Hem öksürük, hem de hapşırma refleksleri bu parçacıkları içeren müküsün hava yollarından dışarı atılmasına yardımcı olur. Solunum yollarının sonlandığı hava kesecikleri ise gezici fagositler (toz parçacıkları ve bakterileri yutan çöpçü beyaz kan hücreleri) ile temiz tutulur.
1) Solunum mekaniği terimi, oksijen ile karbondioksitin değiş tokuşu için havanın akciğerlere girmesini ifade eder. Hava, kıkırdak halkalardan yapılmış esnek soluk borusuna girer. Bu 25 cm boyundaki borunun alt ucu, her biri kendine ait akciğere giden sağ ve sol ana bronşlara ayrılır. Ana bronşların her biri de, daha küçük bronşlara, küçük bronşlar da ortalama 0,5 mm çapındaki 250.000 den tozla bronşçuklara ayrılır. Bunların sonlandığı hava keseciği boruları içi boş hava keseciklerine açılır. Kılcal damarlarla sarılmış bu hava keseciklerinde, gaz değişimi, hava keseciklerinin iç yüzünü örten ve yalnızca tek sıra hücreden ibaret olan çok ince bir zar boyunca olmaktadır. Kirli kan yeniden oksijenlendikten sonra, bedenin tüm canlı hücrelerine pompalanmak üzere kalbe döner. Karbondioksit soluk verme ile akciğerlerden dışarı atılır.
2) Soluk alma sırasında göğüs kafesi genişler ve diyaframın kassı kubbesi aşağıya iner. Böylece akciğerler genişlerken, hava da solunum yollarına girer.Soluk verirken, diyaframın kasları gevşer ve göğüs kafesi eski durumunu alır.
3) Hava gırtlak içerisinden geçerken ses tellerini titreştirerek, sesi meydana getirir. Ses telleri tiröid kıkırdakları ve iki hareketli kıkırdak arasında gerilmiş lifsi büklümlerdir. Gırtlak kapağı yutma sırasında yiyeceklerin içeri kaçmasını önlemek için kapanır. Soluk borusu, çatısını oluşturan kıkırdak halkalar ile desteklenmiştir.
4) Akciğerler, solunum çevriminin merkezidirler. Bu sürecin en önemli öğelerinden biri olan soluma şu basamakları kapsar;
a) soluk verme ile kirli havanın dışarı çıkarılması;
b) soluk alma sırasında oksijenle dolu temiz havanın akciğerleri doldurması;
c) oksijen ile karbondioksitin değiş tokuşu:
d) karbondioksitin atılması.
Temiz kan beden hücrelerine gerekli yakıtı taşımak üzere ana dolaşıma karışır. Soluk verdiğimiz zaman, karbondioksit nemli solunum yollarında toplanan su buharı ile birlikte dışarı çıkarılır. Solunumun meydana gelmesi için kimyasal maddelerle oksijenin birlikte tepkimeye girmesi, bu tepkimenin son ürünü olan karbondioksit ve suyun da bedenden atılması gerekir. Akciğer atardamarı oksijensiz, koyu renkli kirli kanı kalbden alarak akciğerlere taşır. Burada yeniden oksijenlenen temiz kan, tüm bedene pompalanmak üzere akciğer toplardamarları aracılığıyla gene kalbe döner.