Maide Suresi, Kur’an-ı Kerim’in beşinci suresi olup Medine döneminde inmiştir ve 120 âyettir. Nüzül sırası Fetih suresinden sonradır. Sûre, adını 112. ve 114. âyetlerde yer alan “mâide” (sofra) kelimesinden almıştır. Bu adı almasının özel bir sebebi yoktur. Mâide isminin ayette geçiş şekli şöyledir: “Hani, havariler: “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbinin, gökten bize bir sofra (mâide) indirmeye gücü yeter mi?” demişlerdir…!” Sûrede başlıca; verilen sözlerin yerine getirilmesi, İsrailoğullarının sözlerinde durmamaları, Hıristiyanların yanlış inançları, dünyaya düşkünlükleri ve yolsuzlukları, müslümanlar için bazı talimat, uyarı ve dinî hükümler konu edilmektedir.
Maide suresi 6. ayet arapça yazılışı
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Maide suresi 6. ayet türkçe yazılışı
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kumtum iles salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilel merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn(ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh(minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Maide suresi 6. ayet anlamı (meali)
Diyanet İşleri (Yeni) Meali: Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.
Ömer Çelik Meali: Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve kollarınızı yıkayın, başınıza meshedin ve topuklara kadar da ayaklarınızı yıkayın! Eğer cünüp iseniz güzelce yıkanıp temizlenin. Şayet hasta veya yolcu olursanız yahut biriniz tuvaletten gelirse ya da eşlerinizle cinsî münâsebette bulunur da, abdest veya gusül almanız gereken böyle durumlarda su bulamazsanız, o zaman temiz toprağa ellerinizi sürüp onunla yüzlerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı meshedin. Bu tür emirlerle Allah size güçlük çıkarmak istemez; bilakis şükredesiniz diye sizi tertemiz kılmak ve size olan nimetini tamamlamak ister.
Maide suresi 6. ayet Tefsiri
Abdest namazla birlikte emredilmiş olup, hiçbir zaman abdestsiz namaz kılınmamıştır. Bu âyette öncelikle namaz kılabilmek için alınması gerek abdestin farzları sayılmaktadır. Bunlar:
1. Yüzü yıkamak. Yüz, yukarıdan aşağıya doğru alında saçın bittiği yerden çene altına kadar, yatay olarak da iki kulak yumuşakları arasında kalan kısımdır. Ağza ve burna su vermek, kulakların içini meshetmek ise sünnettir.
2. Kolları yıkamak. Kol, parmak uçlarından dirseklere kadar olan kısımdır.
3. Başı meshetmek. Baş, kulakların üstünde kalan kısımdır. Başın neresinin ve ne kadarının meshedileceği konusunda mezhepler arasında görüş ayrılıkları vardır. Hanefîler’e göre başın en az dörtte birini meshetmek vaciptir.
4. Topuklara kadar ayakları yıkamak. Ayak, parmak uçlarından topuk kemiklerine kadar olan kısımdır.
Abdestte yıkanılması gereken azaları birer kez yıkamak farz, üçer kez yıkamak ise sünettir. (bk. Tirmizî, Tahâret 22)
Ayakların yıkanması veya meshedilmesi ile alakalı iki farklı görüş vardır. Böyle bir görüş ayrılığının sebebi ise âyette geçen ve “ayaklar” mânasına gelen اَرْجُلٌ (ercül) kelimesindeki ل (lâm) harfinin okunuşundaki farklılıktır:
a. Kelimeyi kıraat imamlarından Nâfi, İbn Âmir, Asım’dan Hafs, Kisâî ve Yakup ل (lâm) harfinin üstünüyle اَرْجُلَكُمْ (ercüleküm) şeklinde okumuşlardır. Bu okuyuşu esas alıp kelimeyi “yüzler” anlamına gelen وُجُوهٌ (vücûh) üzerine atfedenler, âyete “yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı ve ayaklarınızı yıkayın” (Mâide 5/6) şeklinde mâna vererek ayakların yıkanmasının farz olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri bu görüştedirler.
b. Kıraat imamlarından İbn Kesîr, Ebu Amr, Asım’dan Ebubekir, Hamza, Ebu Cafer ve Halef kelimeyi اَرْجُلِكُمْ (ercüliküm) şeklinde ل (lâm) harfinin kesresiyle okumuşlardır. Bu okuyuşu esas alıp kelimeyi “başlar” mânasındaki رؤس (ruûs) kelimesine atfedenler ise âyete “başlarınızı ve ökçelere kadar ayaklarınızı meshedin” (Mâide 5/6) anlamı vererek, ayakların meshedilmesinin farz olduğunu kabul etmişlerdir. Nitekim Şiiler bu okuyuşu esas alarak ayakları meshetmekle iktifa ederler.
Ancak Allah Resûlü (s.a.s.)’in bu husustaki tatbikâtını haber veren rivayetlere bakıldığında, bunların daha çok Ehl-i Sünnet’in tercih ettiği görüşü desteklediği görülür. Rivayetlerden biri şöyledir:
“Osman b. Affân (r.a.) bir su kabı istedi, ondan iki eline su döküp onları üç defa yıkadı. Sonra ağzına ve burnuna su verdi, sonra yüzünü üç defa yıkadı, sonra kollarını dirseklere kadar üç defa yıkadı, sonra başını meshetti, sonra her bir ayağını üçer defa yıkadı. Sonra da: «Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in bu şekilde abdest aldığını gördüm» dedi.” (Buhârî, Vudû 28; Müslim, Tahâret 3)
Ayrıca Peygamber Efendimiz’in, ayaklarını güzelce yıkamamış ve ökçelerinde biraz kuru kalmış kimseler hakkında: “O ökçelerin ateşten vay haline!” (Buhârî, Vudû 29; Müslim, Taharet 25) buyruğu ayakları yıkamanın farz olduğuna bir delil teşkil etmektedir.
Üstelik, eğer kasıt “meshetmek” olsaydı âyette ayaklarla ilgili “topuklara kadar” ifadesinin kullanılmasına gerek kalmazdı. Bu da farzın esasının “yıkamak” olduğuna ve “mesh”in buna dayanması lazım geldiğine işaret etmektedir. Hâsılı ayaklar hakkında “yıkamak” emri açık, “mesh” emri ise kapalıdır. Peygamberimiz, abdest alırken çıplak olan ayaklarını yıkamak (bk. Buhârî, Vudû, 7, 29; Müslim, Tahâret 4, 18), abdestli olarak giydiği mestler üzerine meshetmek (bk. Müslim, Tahâret 73; Ebû Dâvûd, Tahâret 12) şeklindeki tatbikatıyla âyette kastedilen muradı beyân etmiştir.
Allah Resûlü (s.a.s.), abdest almanın faziletiyle alakalı olarak şöyle buyurur:
“Müslüman bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işlediği her günah, abdest suyu veya suyun son damlasıyla yüzünden akar gider. İki elini yıkadığında, elleriyle tutarak işlediği her günah, abdest suyu veya suyun son damlasıyla ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman, ayaklarıyla yürüyerek işlediği her günah, abdest suyu veya suyun son damlasıyla ayaklarından çıkar gider. Neticede bu kimse, günahlardan arınmış olur.” (Müslim, Tahâret 32; Tirmizî, Tahâret 2/2)
Bir diğer hadis-i şerif de şöyledir:
“Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağrılacaktır. Nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın.” (Buhârî, Vudû’ 3; Müslim, Tahâret 35)
Âyette beyân edilen ikinci husus “cünüplükten temizlenmek”, yani gusül abdesti almaktır. Rüyada veya uyanıkken meninin fışkırarak çıkması, meni çıkmasa bile erkek ve kadının cinsel uzuvlarının birleşmesi sebebiyle meydana gelen abdestsizlik hâline “cünüplük” denilir. Cünüp olan kişi, niyet etmeli, ağzını ve burnunu üçer kez su verip çalkalamalı ve bedeninin tamamını temiz bir şekilde yıkamalıdır.
Abdest ve guslü su ile yıkayarak almak, suyun bulunup mazeretin bulunmadığı haller için geçerlidir. Eğer gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra gerçekten su bulunamazsa yahut hastalık veya yolculuk suyu aramaya mâni ya da var olan suyu kullanmaya engel olursa, o zaman abdest veya gusül yerine “teyemmüm almak” yani niyetle birlikte temiz bir toprağa elleri sürüp, onunla yüzleri ve kolları meshetmek yeterlidir. Buna göre âyetteki “hastalık ve yolculuk” kayıtları, suyu bulmaya veya kullanmaya mâni olan özürleri; “tuvaletten gelmek veya cinsî münasebette bulunmak” kaydı, abdesti veya guslü gerektiren sebepleri; “suyu bulamamak” kaydı ise bunların yerine teyemmümün geçerli olma şartını göstermektedir.[1]
Mü’minlerin temizlik ve ibâdet hayatıyla alakalı bu ilâhî emirlerden maksat, kullara bir baskı yapmak, onları sıkıntı ve zahmete koşmak değil; bilakis onları, tertemiz kılmak, maddî manevî, görünür görünmez pisliklerden ve günahlardan temizlemek ve onlara nimetini tamamlamaktır. Bunun da hedefi, kulların kendilerine bunca nimeti veren, onları sahipsiz olarak kendi hallerine bırakmayan Allah’ı tanımaları ve O’na gereği gibi şükretmeleridir.
Kuşeyrî (r.h.), Allah’ın mü’minleri temizlemek ve onlara olan nimetini tamamlamak istemesiyle alakalı şu açıklamayı yapmaktadır:
“Allah ismetiyle sizin zahirinizi günahtan, rahmetiyle de kalplerinizi gafletten; sırrınızı şekilleri mülâhazadan, yine zahirinizi gereksiz meşguliyetlerin dişleri arasına düşmekten temizlemek ister. Bir gruba nimetin tamamlanması nefislerini kurtarmak iledir. Diğer bir gruba nimetin tamamlanması ise onları nefislerinden kurtarmak iledir. İki grup arasında ne kadar fark vardır. Yine nimetin tamamlanması, akıbetin güzel olmasıdır. Eğer bir insan iman ve irfan vasfına sahip olarak dünyadan çıkabilirse hakiki saadeti tamamlanmış ve en temiz nimetlere nâil olmuş olur. Hakiki mânada nimetin tamamlanması ise nimet vereni müşâhede etmektir. Zira herkes bir şekilde nimet elde edebilir. Fakat herkes o nimeti vereni göremez. Bu sebeple onun tamam olması, nimet vereni görebilmek olarak değerlendirilmiştir.” (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, I, 252-253)
Nîsâbûrî (r.h.) şöyle der: “Kalbin temizliği, onun Allah’tan başkasından yüz çevirmesidir. Sırrın temizliği, müşâhededir. Gönlün temizliği recâ ve kanâattır. Rûhun temizliği hayâ ve heybettir. Karnın temizliği, helâl yemek, haram ve şüpheli yiyeceklerden sakınmaktır. Bedenin temizliği, şehvetleri terk etmek ve pislikleri gidermektir. Ellerin temizliği, haram ve şüpheli şeyleri terk ederek helâl rızık için çalışmaktır. Dilin temizliği zikir ve istiğfardır.”
Bahsedilen bu temizliğe erişebilmek için Allah’a verdiğimiz kulluk sözümüzü yerine getirmemiz lazımdır: (Ö. Çelik Tefsiri)