Çöven, Panama odunu ve Hint kestanesi gibi bazı bitkiler, köpürücü ve deri ya da çamaşırda biriken kirleri temizleyici özelliklere sahip bir özsu taşırlar. Hiç kuşkusuz tarih çağlarından önce de yararlanılan bu bitkiler, bugün de bazı bölgelerde, ninelerimizin deterjanı olan odun külünün (potasça zengindir) yanı sıra, çamaşır yıkamada kullanılmaktadır.
Sabunun geçmişi Eskiçağ’a kadar gider. Mısırlılar ve Filistinliler, potas ya da soda gibi doğal maddelerle işlenen bitkisel ya da hayvansal yağlardan her çeşit temizlikte etkili sabunlar elde ediyorlardı. Yunanlılar ve Romalılar, çeşitli sabunlar kullanıyorlardı. Ancak onlar da, odun külünün dışında, killi topraktan ve kaynatılmış sabun otundan yararlanıyorlardı. Sabunlara şekil verilmesi, uzun zaman aile çapında bir zanaat olarak sürdü. Bu sabunlar, tüketime elverişli olmayan, acımış ya da tüketim fazlası bitkisel ve hayvansal yağlarla yapılırdı. Elde edilen sabun kaba sabaydı. Kolay muhafaza edilemiyor ve sık sık yeniden yapılması gerekiyordu. XIX. ve XX. yüzyıllarda gerçekleştirilen sanayi hamlesi, sabunu işlenmiş olarak üretmek olanağını verdi. Aşamalarla sabun yapımının yerini, sürekli imalât aldı. XX. yüzyılda, petrolden yapılan yeni temizleyiciler, eski çamaşır tozlarıyla yarışıyor. Sabun, gündelik temizlikteki yerini korudu. Ama, ne yazık ki akarsular için bir «kirletici» oluyor.