Dünyada, her iki yılda bir, 1924 yılında Paris’te kurulan Uluslararası Satranç Federasyonu’nun düzenlediği Satranç Olimpiyatları yapılır. Ancak satranç, binlerce yıl önce ve özellikle bu oyunun geliştiği doğu ülkelerinden Mısır, Hindistan ve İran’da oynanırdı.
Satranç; iki kişi arasında, altmış dört kareye bölünmüş dört köşe tahta üzerinde onaltışardan otuz iki taşla oynanan, yargıya ve zekâya dayanan bir oyundur. Satranç, eskiden beri düşünmesini ve zihnini işletmesini seven kimselerin zevk aldığı bir oyundur.
Satrancı Batı’ya sokan Araplar, bu oyunu raca Şah Rama’nın veziri Sessa’nın icatt ettiğini ileri sürerler. Vezir, tebaası (piyonlar) olmayan hükümdarın (şah), hiçbir gücü olmayacağını göstermek ister. Satranç, her biri saray erkanı, komutanlar, atlılar, askerlerden oluşan iki rakip ordunun birbiriyle savaşmasını temsil eder. Savaşçıların adları, çağlara göre değişir. Zaferi belirten «şah mat» deyimi, Farsça’da «şah öldü» anlamına gelir. Oyunu pek beğenen raca, vezirine bir istekte bulunmasını söyler. Veziri de 64 haneli satranç tahtasının ilk hanesine bir, İkinciye iki, üçüncüye dört, dördüncüye sekiz… Yani her haneye bir öncekinin iki katı kadar buğday tanesi koymak suretiyle, altmış dört haneyi buğdayla doldurarak kendisine vermesini önerir. Şah, vezirin bu alçakgönüllü dileğini şaşarak kabul eder. Ama hesaba vurulunca, vezirin altmış dördüncü haneye 18.446.774.073.709.551.615 tane buğday istediği ortaya çıkar. Bu miktarı elde etmek için, tüm dünyanın bir yüzyıllık buğdayını bir araya getirmek gerekmektedir.
Satranç, 850 yılına doğru, Arapların aracılığıyla Avrupa’ya geçti. Harun-ür-Reşid’in Charlemagne’a armağan ettiği satranç takımı bunu doğrulamaktadır.