Anısını yaşatmak istediğimiz varlıkların ve olayların görüntüsünü canlandırarak bize saklamak, ancak sanatkır, heykeltıraş, ressam ve çizerlerin harcıydı. Ama, kaçıp giden bir görüntü, ânında nasıl saptanabilirdi? Fotoğraf, sonra sinema, bu soruna çözüm getirdiler.
Fotoğrafın keşfine kaynaklık eden İki olay, uzun zamandan beri bilinmekteydi. 1294 yılında ölen İngiliz bilgini Roger Bacon ve 1615 yılında ölen İtalyan fizikçisi Della Porta, «karanlık oda» -İtalyanca «camera» prensibinden yararlanıyorlardı. Bu prensibe göre, her tarafı kapalı bir kutunun bir yüzünde ufak bi delik açılacak olursa, dışarıdaki cisimlerln görüntüleri, deliğin tam karşısına gelen yüzey üzerine ters olarak düşer. 1550 yılında Jérome Cardan, çok daha parlak bir ışık alabilmesi İçin, deliğin önünde bir mercek yerleştirmeyi de düşünmüştü.
XVI. yüzyılda ünlü simyacı Fabricius, ışığın gümüş klorürü etkilediğini ve rengini siyaha kadar koyulaştırdığı yazıyordu! 1822 yılında Nicéphore Niepce, bir cam plakayı lavanta esansında çözünmüş Yuda bitümüyle kapladı ve güneşte sekiz saat poz verdikten sonra, karanlık odasında ilk fotoğrafı elde etti.
1829 yılında, Niepce, Jacques Daguerre ile ortak oldu. Daguerre, bitüm yerine gümüş iyodür kullanarak, sadece birkaç dakika poz gerektiren klişeler (dagerreyotip’ler) elde etti. Bugün, «enstantane developman»lı makinelerden renkli bir fotoğraf çıkarmak için bir dakika yeterlidir.