Taassup, Arapça bir kelime olup sözlükte “bağnazlık” anlamına gelmektedir. Yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak manasına gelen taassup, genelde asabiyetle eş anlamlı kabul edilir. Terim anlamı olarak Taassup; Doğru veya yanlışlığına bakılmaksızın bir düşünce veya ekolün savunuculuğunu yapmak, mensubu olduğu din, mezhep ya da partiyi her halükârda desteklemek, doğruluğu araştırılmadan karşıt düşünceye saygısızlık etmek, bir düşünceye bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünmemek, ayrıca kendi yandaşlarına ister haklı isterse haksız olsunlar mutlak destek vermek, onların tarafını tutmak demektir. Taassubun karşıtı müsâmaha ve tesâhüldür. Tekrar belirtmek gerekirse Taassup; din, ahlâk, adet, görüş ve düşünce gibi konularda haksızlık ve husumet derecesine varacak ölçüde bir saplantıya düşmek demektir.
İnsanda herhangi bir konuda oluşan aşırı sevgi ve heyecan bilgi ile değil de cehaletle desteklenirse, o konuda taassup; ilimle desteklenirse, müsamaha (hoş görürlülük) meydana gelir. Taassup sahiplerine mutaassıp denir.
Her ne kadar halk arasında mutaassıp kelimesi dindar anlamında kullanılıyorsa da, bu çok yanlış bir kullanımdır. Taassupa en çok karşı çıkan din İslâm’dır. Hz. Peygamber (s.a.s) müşrikleri İslam’a davet ettiğinde onlar, yanlış-eksik yönleri olduğunu söyleyerek değil, körü körüne atalarının dinine sarıldıkları, hiç bir araştırma ve tartışmaya girmeden kendi dinlerini üstün gördükleri için İslâmiyet’i kabul etmiyorlardı. Hak dini kabul ettirmeyen, ona karşı koyduran bu kör inada Kur’an “Cahiliyye taassubu” (hamiyyetü’l-câhiliyye) (el-Fetih, 48/26) demektedir.
Bugün de İslâmiyet hakkında yeterli ve doğru bilgisi olmayan, aksine, onun hakkında yanlış bilgilere sahip olan ve kendi bildiklerini tartışmasız doğru ve üstün kabul ederek İslâm’a karşı olan mutaassıp aydınlar olabileceği gibi, dinî heyecanları çok, fakat din hakkındaki bilgileri eksik olan mutaassıp dindarlar da olabilir. Müslüman mutaassıp değil, hoşgörülü olmalıdır. Müsamahakâr insan, sabit fikirli değildir, medeni cesaretle fikirleri tartışabilir, doğru ile yanlışı ayırdetme gücüne sahiptir. Hakkında yeterli bilgisi olmayan şeylerde körü körüne iddia sahibi değildir. Ancak böyle davranıldığı zaman doğruyu anlatma imkanı olur. İslâm’ın yayılışında Hz. Peygamber (s.a.s) insanlara İslâm’ı hoşgörü ile anlatmış, irşadının vazgeçilmez unsuru, müsamahası olmuştur. “(Dini anlatırken) kolaylaştırınız (hoşgörülü olunuz), zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Buharî, Edeb, 80) hadisindeki tavsiye de bunu göstermektedir.
Kur’anî nasslara ve sünnete uygun olan bağlılık ise taassup değildir. Zira iman, tasdik etmek; İslâm ise, hak ve doğru olana teslim olmak demektir. Bu da dine bağlılık ve sadık olmak anlamını taşır ki, buna salabet-i diniyye denir.
Bilgisizlikten kaynaklanan taassup ise inat ve muhakemesizlik üzere kuruludur. Taassup yalnız dinlerde değil, beşeri ideolojilerde de bağnazca bağlılıklar neticesinde görülmektedir. Müslüman dinine körü körüne değil bilinçli olarak bağlıdır.
İnatçılık, şiddete baş vurma, bir şeyi doğru ve yanlışlığına bakmaksızın körü körüne savunma, kendisi gibi düşünmeyenler üzerinde hakimiyet kurma, hoşgörüsüzlük ve cahillik gibi sıfatlar taşıyan kimseler mutaassıptırlar. Konuya bu çerçeveden bakıldığında gerçek bir Müslümanın mutaassıp olması düşünülemez. Çünkü Müslüman her görüş ve düşünceye açıktır. “Onlar sözü dinlerler ve en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir. İşte onlar aklı başında olanlardır.” (Zümer, 18)
Taassup daha ziyade kavmiyet, din, mezhep, ideoloji alanında tezahür eder, ayrıca şahısları putlaştırma şeklinde de gözükür.
Geçmişi körü körüne taklit etmek, yeniliklere açık olmamak kınanmıştır. “Onlara: Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin denildiğinde, babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter derler. Peki ataları hiç bir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?” (Bakara, 170)
İnsan her halükârda gerçekleri kabule açık ve hazır olmalıdır. Penceresini ışığa açık tutmalıdır. Kendisinin ve yakınlarının aleyhine de olsa doğrudan ve doğruluktan yana tavır koymalıdır. “Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik ederek adaleti gösteren kişiler olun.” (Nisa, 135)