Hicret, Bir yerden başka bir yere göç etmek demektir. Diğer bir ifade ile, Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının İslâm devletini kurmak üzere Mekke’den Medine’ye göç etmelerine hicret denir. Hicret 622 yılında olmuştur.
Yüce Allahımızın en sevgili kulu Peygamberimiz Hazreti Muhammed (S.A.S.) seneler boyunca insanlara İslam dinini anlatmış, onlara doğru yolu göstermişti.
Bir çokları inkar ettiler. İnanan müslümanları dinlerinden vazgeçirmeye çalıştılar. Her türlü işkenceyi, her türlü kötülüğü yaptılar. Vücutlarını kızgın demirlerle dağladılar, çöllerde sürüdüler, mızraklarıyla şehid ettiler.
Artık müslümanlar doğup büyüdükleri Mekke şehrinde inkarcıların işkencelerine dayanamıyorlardı. Allah’ın izniyle kendilerine Medine’ye göç etmeleri müsade edildi.
Gizli gizli yola çıkıyor, göçüyorlardı. Mekke’de hemen hemen hiç bir müslüman kalmamıştı.
Peygamberimiz göç için izin isteyen Hazreti Ebubekir’e:
Sabret, belki Allah sana bir arkadaş verir, diye O’nu bekletti.
Mekke’nin ileri gelen inkarcıları şehrin boşalmasına hayret ediyor, bu işin önüne geçmek için çareler arıyorlardı.
Müslümanlığı yok etmek, Hazreti Peygamberi ortadan kaldırmak için hükümet konağında toplandılar. Birisi:
— Muhammed’i bağlayalım, her tarafı kapalı bir yere hapsedelim, ölünceye kadar orada bekletelim, dedi. Bir başkası:
O’nu bir deveye yükleyelim, Mekke dışına çıkaralım, uzak yerlere sürelim dedi.
Bu fikirleri beğenmediler. Sonunda azılı bir inkarcı olan Ebu Cehil’in teklifini kabul ettiler.
Bu korkunç bir plandı:
“Kureyş kabilesi’nin bütün kollarından birer kişi seçilecek, bunlar keskin kılıçlarıyla hep birden Peygamberimize saldıracak ve O’nu öldüreceklerdi. Böylece kimin vurduğu belli olmayacak, iş oldu bittiye getirilecekti. Peygamberimiz ölünce İslam Dini yayılamıyacak ve insanlar putlara tapmaya devam edecekti…”
Kırk kişi yemin ederek bu işi gerçekleştireceklerini ilan ettiler. Peygamberimizin evini kuşattılar. Sabahleyin Resulullah evden çıkarken bu adi planı gerçekleştireceklerdi.
Yüce Allah durumu sevgili elçisine haber verdi. Artık Peygamberimizde diğer müslümanlar gibi Medine’yi hicret edebilecekti. Hazreti Ali’yi çağırtarak:
— Ben Medine’ye gidiyorum. Şu emanetleri yarın sahiplerine ver. Sonra sen de gel… Bu gece yatağıma yat. Benim örtümle örtün.” dedi.
Hazreti Ali büyük bir tehlikeyi göze alarak Peygamberimizin yatağına girdi.
Peygamberimiz o gece evinden çıktı. Kırk inkarcının arasından geçtiği halde kimse onu göremedi. Hazreti Ebubekir’in evine giderek O’na müjdeyi verdi:
— Ya Ebubekir bu şehirden beraberce göçeceğiz.
Hazreti Ebubekir yol arkadaşının Resulullah olduğunu öğrenince sevincinden ağladı. Gece vakti evin arka kapısından çıkıp Sevr Dağı’ndaki mağaraya saklandılar. İnkarcılar hala Peygamberimizi yatıyor sanıyorlardı. Uyuyanın Hazreti Ali olduğunu görünce şaşkına döndüler. Çil yavrusu gibi dağılıp O’nu aramaya başladılar. Kim Peygamberimizi yakalarsa ona yüz deve verilecekti.
Sopasını, silahını, kılıcını eline alan sevgili Peygamberimizi aramaya çıktı… Bir kısmı Sevr Dağı’ndaki mağaranın kapısına kadar geldi.
Hazreti Ebubekir yaklaşan ayak seslerini duyunca peygamberimize bir kötülük gelecek korkusuyla:
Ya Resulallah yaklaştılar., diye fısıldadı. Peygamberimiz tebessüm ederek:
— Korkma, Allah bizimle beraberdir., diye cevap verdi.
İnkarcılar üç gün fasılasız onları aradılar. Peygamberimiz arkadaşı Hazreti Ebubekir’le üç gün üç gece o mağarada gizlendi. Hz. Ebubekir’in küçük oğlu Abdullah inkarcıların neler yaptığını gelip anlatıyor, kızı Esma yiyecek götürüyor, hizmetçisi de onlara süt taşıyordu.
Dördüncü günün sabahı develerine binerek Medine’ye doğru yola çıktılar.
Yolda kendilerini yakalamak için arkalarından yetişen Süraka isimli biri bir kaç kere kuma batmıştı. Sonunda Sürake peygamberimizin gerçekten Allah’ın elçisi olduğunu kabul ederek geri dönmüştü.
Medine’liler Peygamberimizin gelmekte olduğunu duymuş bir bayram sevinciyle yollara dökülmüşlerdi. Erkekler, kadınlar, yaşlılar, gençler, mini mini çocuklar büyük bir heyecan ve sevgiyle yüce misafiri gözlüyorlardı.
Dost düşman Medine dışına dökülmüş, sokaklar insanlarla dolmuş, halk yollarda iki sıra olmuştu. Çocuklar “Resulullah geldi, Resulullah geldi…” diye el çırpıyor, bazı adamlar kılıç oyunları gösteriyor, kadınlar ve küçük kızlar damlar üzerine çıkmış şiirler söylüyor “Hoş geldiniz Ya Resulallah” diyorlardı.
İslam Tarihinde yeni bir dönem açılmıştı. Mekke Devri kapanmış, Medine Devri açılmıştı; Müslümanlar artık üst üste zaferler kazanacak, dünyaya insanlığı, adaleti, fedakârlığı, kardeşliği anlatacaktı. Bu büyük Hicretin yılı bütün bir İslam dünyasında Takvim Başı olarak kabul edildi.
Mekke’de puta tapıcılığın korkunç baskısında bulunan müslümanlık hürriyet ve istiklaline kavuştu. Yeni ve mübarek bir güneş ufukları aydınlatıyor, Peygamberimiz Allah’a şükrediyordu…
Medine, bir yetim çocuk olarak büyüyen bu en yüce insana kollarını açmış, sanki: “Üzülme ya Muhammed, doğup büyüdüğün Mekke şehrinden seni çıkarmışlarsa bu şehir de senin şehrindir… Sana canımız, kanımız, bütün varlığımız kurban olsun, şan verdin şeref verdin bize..” diyordu.
Hicretin meydana geldiği sene takvimler M.S. 622 tarihini göstermekteydi.