Çok eski çağlarda, Çinliler, tahta levhalar üzerine oyma yazılar yazıyorlardı. Aşağı yukarı Milâdın başlangıcında, fırçanın icadı, onlara, ipekli dokumalar üzerine yazma olanağını sağladı. Ama, bu dokuma çok pahalıydı. 1900 yıl kadar önce, Çinli Tsay Lun, kumaş artıklarından yararlanarak, kâğıdı icat etti.
Keçe, dövülüp sıkıştırılarak pekiştirilen hayvansal liflerden meydana gelmiş kaba bir kumaştır. Kâğıt da bir bakımdan bitkisel bir keçeye benzer. Önce bulamaç hâline getirilen lifler kurutulur, sonradan presten geçirilerek incecik yapraklar elde edilir.
M.S. 105 yılına doğru, Çinli Tsay Lun, suyun yüzünde sabun köpüğü gibi yüzen, işe yaramaz ipekli dokuma artıklarını bir elekle toplamayı düşündü. Bu artıklar kuruyunca, bir kâğıt yaprağı oldular. Günümüzde de, lüks baskıda kullanılan «tekne* ya da «kasnak* kâğıdı, biraz buna benzer bir usulle yapılmaktadır. İkinci yüzyıldan sonra, ipek kâğıt sanayii, Hunan’da çok gelişmişti. 500 yıl boyunca kâğıt, sadece bir Çin ürünü olarak kaldı. 751 yılında Semerkand yakınlarında yenilen Çinliler, kâğıt yapımının sırrını müslümanlara açıkladılar. Bunun üzerine Bağdat, Şam, Mısır, Fas ve İspanya’da kâğıt fabrikaları kuruldu.
Ancak XIII. yüzyıla doğru, kâğıt yapım tekniği, Avrupa’ya yayıldı. Matbaanın icadıyla, kâğıt ihtiyacı olağanüstü arttı. Dokuma sanayinin gelişmesi ve kumaş tüketimi, paçavra kâğıdı yapmak için gerekli maddeyi sağladı.
XVIII. yüzyılda, kâğıt yapımında kumaş parçaları yerine lifli bitkilerin kullanılabileceği düşünüldü. 1800 yılına doğru, Mathias Koops, kâğıdı odun elyafından yapılma bir kitap yayımladı. Odun elyafı, bugün de, kitap ve gazetelerimizin kâğıdını oluşturuyor.