Alevi-Bektaşi Halk Edebiyatı, Anadolu’daki Türk Edebiyatı’nın (13.-19. yüzyıl) bir koludur. Alevi-Bektaşi edebiyatı aynı zamanda Anadolu halk edebiyatıdır. Halk şiiri yaşam gerçeği, felsefesi ve inancın belli edebi kurallarıyla edebiyata yansımasıdır. Ayrıca Alevi-Bektaşi ozanları şiirleriyle ve deyişleriyle halk edebiyatını en güzel yorumlayan ve yansıtanlardır. Türkiye uygarlık tarihinin başlangıcı sayılması gereken Pasinler (1049) ve Malazgirt Zaferi (1071) Anadolu’nun bütün yollarını açmaya yetmemiş, Türk diliyle kültürünün gelişimine uygun ortamı hazırlayamamıştır.
1071-1308 arasında egemen olan Anadolu Selçuklu Devleti’nde resmi yazı dili Farsça olmuş, Türkçe halkın günlük yaşamında kalmıştır. Haçlı Seferleri’nin (1095-1270) yanı sıra Moğolların zaferiyle sonuçlanan Kösedağ Savaşı (1243) arasında Anadolu tam bir kargaşa yaşadı. Bizans yaşarken beyliklerin bölünüşü sürdü, Moğol baskısının yanında yerel güçler hak ileri sürerek halkı ezdiler. Can ve mal güvenliği olmadığı, yerleşme düzeni bulunmadığı dönemlerde edebiyatın gelişmesi de beklenemez. Âşık edebiyatının (saz şiiri) henüz doğmadığı bu ortamda sözü dinlenen merkez kuruluşları da zayıftı. Onun için Anadolu’da Türkçenin ve Türk Edebiyatı’nın doğup gelişmesi gecikti; ilk doğan ürünler de dinsel ve tasavvuf felsefesine dayalı tekke kişilerinin çabası sonunda oluştu. Selçuklu Devleti için 13. yüzyıl hem en yüksek uygarlık aşaması, hem yıkılış ve beyliklerin bölünüşüyle dağılışı çağıdır.
Kentleşmenin yanı sıra göçebe Oğuz boylarının gezginci ve akıncı yaşamları sürdü. Bu yüzden ortak îslâm kültürüyle yetişmiş aydınlar katma seslenen Farsça-Arapça kitaplar ve halk yığınlarına ulaşmaya çalışan Türkçe eserler yan yana görülür. Edebiyatçıların çoğu da iki dili birden kullandılar, 13. yüzyıl tasavvuf akımının Anadolu içinde örgütlendiği, çeşitli tarikatların etki alanlarını genişlettiği bir dönemdir. Sünni-Şii görüşlerinin çatışma alanı, beylikler çekişmesi, Bizans dolaylarında Osmanlı uç beyliğinin kuruluşu yüzyılı bir bunalım, arayış, uyarlama, bileşim ve geçit zamanı yaptı. İran’ın etkisiyle Farsçanın egemenliği sürerken Türkçenin kurtuluş ve kuruluşu da görülür. Hem Mevlâna yetişir hem Yunus Emre. Hem Mevlevi tarikatı örgütlenir, hem Bektaşilik yayılır. Hem kent yaşamı vardır, hem aşiret yaşamı. Bu yüzden 13. yüzyıl Türk Edebiyatı’nın kesin bölünüşünün de başlangıcıdır. Gerçekten yüksek zümrenin ilgi gösterdiği Mevlevilikle halka dönük Bektaşilik tarikatı Osmanlı tarihi boyunca ayrı ayrı yürüyecek, yüksek zümre ile halk yığınlarının arasındaki uzlaşmazlığın en açık göstergesi olacaktır. Saray ile akrabalıklar kurarak zengin vakıflar sağlamayan, devlet ve medrese koruyuculuğuna güvenen Mevlevilik kentlerde, aydınlar arasında tutunacak; Şii-Batıni ilkeleri ustalıkla benimseyen Bektaşilik, yeniçeriliğin ve göçebe Türklerin arasına yayılarak, medrese ve şeriatın karşısında sınav vere vere güçlenerek yaşamasını sürdürecektir.
Alevi-Bektaşi Edebiyatı da, İslâmlığın yayılıp gelişmesi sırasında soy, iktidar hakkı Ve sevgi odaklarına dayanır. Hz Muhammet’ten sonraki halifelik sorunu -Ebubekir ve Ömer gibi iki başka aileden gelmiş kişi dışında- Beni Ümeyye (Emeviler) ile beni Haşim (Peygamber soyu, Âl-i abâ) arasındaki büyük çekişmeden doğar. Uzlaşmaz kin ve düşmalıkların bu iki soy arasında yarattığı olaylar, tarihte yüzyılları doldurur. Anadolu halkının önemli bir bölümü de bu konuda Hz Ali inancıyla onun soyundan gelen Hasan, Hüseyin, On İki İmam sevgisine, Kerbelâ yasına bağlanmıştır. Başlangıcı Yunus Emre’ye dayalı bir tekke şairleri geleneği, bu konuları inanç, sevgi, saygı, anış, ağıt, yüceltme aşamalarını da dile getirmekle birleşirler;
Kaygusuz Abdal, Hatayî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Seyranî, Dertli. Bilinen bu adlar dışında bütün Bektaşi tekke şairleri aynı konuları, aynı motiflerle işleyerek inanç ve sevgilerini belirtmişlerdir;
Yeminî, Viranî, Azmî, Kul Nesimî, Kazak Abdal, Türabî, Harabî. Böylece nefes ve ilahi, halk şiiri nazım biçimlerinin Alevi-Bektaşi inançlarının işlendiği, konulara göre kullanılan özel adlar olur. Alevilik inancının şiire yansıyan yaşama görüşü ise, daha hoşgörülü, insana ve özgürlüklerine daha çok değer veren, doğaya ve doğal yaşama daha dönük bir gerçekçiliği getirir.
Anadolu’da Babailer Ayaklanması bastırıldıktan sonra (1240), Hacı Bektaş-ı Veli’nin (1210-1271) çevresinde yeni bir tarikatın (Bektaşiliğin) temelleri atılmıştır. Hacı Bektaş, Makalat adlı eserinde Anadolu halk edebiyatının imkanlarıyla görüşlerini ustaca birleştirip halka sunmuştur. Böylece yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Tasavvuf etkisine açık, tarikattan çok inançlar bütünü olarak değerlendirilen Anadolu Aleviliği Bektaşilikle birlikte ele alınmaktadır. Anadolu Aleviliği ile zaman içinde bütünleştiği için Bektaşilik Anadolu Aleviliğinin tarikat olarak kurumlaşmış şekli diye de yorumlanmaktadır.
13. yüzyıl Anadolu’da Türk diliyle meydana gelen edebiyatın bir dönüm,bir ayrım dönemiydi. Bu yüzyılda Yunus Emre yeni kavram, motif, hayal,ve imge dünyasıyla Anadolu’ya bir ilham kaynağı sundu. Aşıklar sazlarıyla Türk dilini şiirleştirip halkın duygularını dile getirdi6. Alevi-Bektaşi edebiyatı Hacı Bektaş-ı Veli ve Abdal Musa kültürüyle beslenmiş Anadolu halk edebiyatının imkanlarının birleştirilmesiyle yeni bir sentez oluşturdu. Önceleri özü yönüyle Yunus Emre’nin şiirlerine dayanan bu edebiyat geleneği sonraları zamanla bazı belirgin farklar kazanarak özgün yeni bir edebiyat oldu.
Alevi-Bektaşi şiiri, belli kurallara kalıplara ve belli düşüncelere bağlı bir şiir biçimidir. Ölçüde kafiyede ayakta, nazım biçimleri ve dilde aşık edebiyatı özelliklerini gösterir. Dünyayı Alevi- Bektaşi kültürüne göre kavrayan aşıklar şiirlerini mistik ve metafizik temele dayarlar. Günümüz aşıkları usul, adap, erkan ve öğretiden çok şiirlerinde Alevi kültürünü işlerler. Ölmeden önce ölmek, yani yaşarken nefsi öldürme düşüncesi sıklıkla işlenir. Şiirlerde insana yönelme, gönül denilen cevherde aşkı bulma düşüncesi öne çıkarılır. Aşıkların şiirlerine Alevi-Bektaşi felsefesindeki “Ruhun ölümsüzlüğü esastır, ölüm Hak’ka teslim olma, Hak’ka yürümektir. Her ne ararsan kendinde ara.” düşüncesi egemendir.
Alevi- Bektaşi edebiyatı, gelenekleriyle, anlatım biçimiyle, terminolojisiyle şuh ve müstehzi edasıyla irfanı ve inancıyla orijinal bir edebiyattır. Bu özellikleriyle diğer edebiyatlardan kolaylıkla ayırt edilir. Alevi aşklar tasavvufu kendi anlayışlarına göre yorumlarlar. Şiirlerine neşve hakimdir.
Alevi Bektaşi edebiyatı bu zümrelerin geleneklerini, inançlarını,aralarında söylenen atasözlerini, deyimlerini de ifadelendirir, din ulularını över, onlara ait menkabeleri şiirleştirir, usulden erkandan ayinden bahseder. Alevi Bektaşi kültürünün kökleri Orta Asya İslamiyet öncesi inanç sistemlerine kadar uzanır9. Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesi Alevi Bektaşi edebiyatının beslendiği en önemli kaynaklardandır. Onun Makalat’ında aşk insanla Allah’ın temas çizgisinde zuhur eder. Aşk insandaki gönül denen cevherin hakimiyeti olayıdır10. Bu düşünce yaşama biçimi olmuş, Alevi Bektaşi şiirini şekillendirmiştir.
Bu edebiyatta Ehl-i Beyt sevgisi aşırı derecede Ali’ye bağlanış, On İki İmam’ı takdis eden, On İki İmam sözünden bozma “düvazman”, ya da sadece “düvazde” denilen şiirler, İmam Hüseyin’e mersiyeler, Hacı Bektaş-ı Veli ve Alevi-Bektaşi velilerini öven, onların menkabelerini yansıtan, giyim kuşam özelliklerini, törenlerini belirten, 14.-17. yüzyılda İran’a ve Erdebil Ocağı’na bağlılığı anlatan, Osmanlıya sitem içeren nefesler vardır.
Alevi-Bektaşi aşıkları mahlas alırlarken,kendilerini divan şairlerinden ve aşık edebiyatı aşıklarından ayırmak için “Hatai”, “Kamberi”, “Misali”, “Virani” vb. gibi farklı aşıklık adı alırlar. Bazı aşıklar bununla da yetinmeyip mahlaslarının başına “kul”,”abdal”, “pir”,”sultan”gibi belirleyici adlar almışlardır. Bazı aşıklar da mahlaslarının sonuna “sultan”, “baba”,”dede”vb. adlar eklemişlerdir.
Alevi-Bektaşi edebiyatının kökleri Yunus Emre’ye kadar uzanmaktadır. Fakat kuruluşu 14. yüzyılda Kaygusuz Abdal’la olmuştur. Zamanla bazı önemli farklar kazanan bu edebiyat öncelikle Alevi-Bektaşi inançlarını yaymağa hizmet eder hale gelmiştir. Tarih boyunca dini baskılar, tepkilerle karşılaşmışlar yani olumsuz toplumsal ve ekonomik uygulamalara uğramışlardır. Dirlikleri ellerinden alınmış,askeri hizmetlerden uzak tutulmuşlar, toprağa bağlı olmaya zorlanmışlardır. Bu nedenle zaman zaman ayaklanmışlardır. Alevi-Bektaşi şiiri de bir kavga şiiri haline dönüşmeye başlamıştır. Bunun en güzel örneklerini Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde görebiliriz.
14. yüzyılda Kaygusuz Abdal’la kurulan Alevi- Bektaşi edebiyatı 15. yüzyılda “Hatai” mahlasıyla ve daha çok heceyle şiirler söyleyen Şah İsmail-i Safavi’yi meydana çıkarmıştır. “Hatai”, Alevi-Bektaşi edebiyatının en didaktik aşığıdır. 16. Yüzyılda Sivas’ta asılan “Pir Sultan Abdal” ise bu edebiyatın en lirik aşığıdır. Pir Sultan Abdal’ın mensuplarından “Kul Himmet” ve onun çağdaşı “Hüseyin” lirizm açısından Pir Sultan Abdal’a yaklaşan aşıklardandır.
16. ve 17. yüzyıllarda Alevi-Bektaşi edebiyatı durgun bir döneme girmiştir. Söylenen sözler söylenip, her şey olup bittiği için bu edebiyat kendini tekrara başlamıştır. Fakat 19. yüzyılda sosyal yaşamdaki değişiklikler bu edebiyatı da etkilemiştir. Seyrani zaman zaman bu değişikliği şiirlerinde yansıtmıştır.
Alevi geleneği bugüne kadar yaşamış aşıkların yedi tanesini çok usta ve kutsal sayarlar. Bu aşıklara “Yedi Kutuplar” adını verirler. Bu aşıklar Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Hatayi, Yemini, Virani, Teslim Abdal ve Nesimi’dir.
Alevi aşıkların yetişmelerinde Ayin-i Cemlere katılmalarının ve Alevi-Bektaşi şiir örneklerini dinleyerek ilk bilgileri almalarının rolü büyüktür. Ayin-i Cemlerin başlamasından önce “muhabbet” deyişlerinin söylendiği ya da aşıkların kendi deyişlerini okudukları bir bölüm vardır. Deyişlerin yanı sıra bu bölümde sohbetler de yapılmaktadır. Bu aşıklar kendilerine “Cem Aşıkları” adını vermektedirler. Aşıklar öğüt verme,Alevi- Bektaşi yolunun kurallarını hatırlatma amacıyla öğütleme türünde deyişler de söylerler. Ayin-i Cemlerde ve Balım Sultan muhabbetlerinde usta malı deyişler söylerler. Onlara göre badeli aşık olmak Hak vergisi, lutuf olarak kabul edilir. Bu gelenekte aşıklara mahlasları genellikle bağlı bulundukları postnişin tarafından verilir.
Aşıklar küçük yaşlarından itibaren Ayin-i Cemlere katılarak, kendileri için gerekli olan tasavvufi halk edebiyatı ve Alevi-Bektaşi kültürüyle ilgili bilgileri buradan elde ederler. Ayin-i Cemlere başlamadan önce “muhabbet” adı verilen saz eşliğinde,eski aşıkların deyişlerinin söylendiği ve aşıkların kendi deyişlerini okudukları bir bölüm vardır. “Pir Sultan Abdal”, “Nesimi”, “Kul Himmet”, “Sıtkı Baba”,”Sadık Baba”, “Şah Hatai”, “Kaygusuz Abdal”, vb. aşıklardan usta malı deyişler okurlar. Bu bölümde deyişlerin yanı sıra sohbetler de yapılmaktadır14. Ayrıca bazı yörelerde aşıklar Ayin-i Cemlerin dışında da bir araya gelmektedirler. Bunlar; düğünler, kına geceleri ve köye misafir geldiği zaman olmaktadır. Bunun yanı sıra “Balım Sultan Muhabbeti” dedikleri bir toplantı da vardır.
Ayin-i Cemlerde aşıkların adları geçtiğinde ceme katılanlar saygıyla onlara niyaz ederler. Alevi aşıklar cem evlerinde düğünlerde, Hacı Bektaş-i Veli törenlerinde, Görgü Cemlerinde, Balım Sultan Muhabbetlerinde bir araya gelerek geleneği sürdürürler. Anadolu Aleviliği, yaşama biçimi olarak bir felsefe, duygu biçimi olarak bir inanç olma özelliği taşır.
Alevi-Bektaşi geleneğinde saz çok önemlidir. Saza büyük bir ilgi vardır. Özellikle Ayin-i Cemlerin semah bölümünde zakirler saz çaldıkları için saz yüzyıllardır bu geleneğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Aşıklar, sazı ve sözüyle toplumun dili ve yüreğidir. Onlar toplumun yaşadığı ama dile getiremediği bir çok olayı tele döküp dillendirirler. Âşık yaşadığı toplumun sözcüsüdür.
Aleviler çoğu 11 li heceyle,bir kısmı 7 li ya da 8 li heceyle yazılmış olan ve dörtlüklerden meydana gelen bu şiirlere “ayet, deyiş”, Bektaşiler bazen “nutuk”, fakat genel olarak “nefes” demektedirler. Bu edebiyatta vahdet-i vücut anlayışı geri plandadır. Çoğu zaman Allah’la içli dışlı bir üslup kullanılır. Bunun nedeni Alevi Bektaşi inancında var olan Allah’a korkudan çok sevgiyle ulaşma düşüncesi vardır.
Alevi-Bektaşi edebiyatı Anadolu’nun öz edebiyatıdır. Alevi- Bektaşi kültürü felsefesi, törenleri, ürünleri, dili, her şeyi Anadolu’nundur. Anadolu’dan doğmuştur16. Kerbela faciası, Alevi ve Bektaşilere yapılan haksızlıklar şiirlerde işlenir. Aşıkların nefeslerinde aşıklar Allah’la içli dışlıdır. Allah’a sitem şiirleri gerçekte sevgiye dayanan bir inancın ifadesidir17. Alevi aşıklar bu tür deyişler için “Allah, Aşıkları kusurlarından dolayı kınamaz” anlamına gelen bir hadis olduğunu söylerler.
Alevi-Bektaşi aşıkların hayata, kendi uygulama ve inanç sistemlerine yaklaşımlarında ortak bir özellikleri de nükteli eleştiri güçleridir18. Alevi ve Bektaşiler Kendi inanç ve uygulama sistemi için tam bir esrarengizlik tavrı sağlamaktan hoşnut olur.”Bektaşi Sırrı” kelimeleri halkın diline girmiş olduğundan ifadesini örtmek yolunda pek zaman harcamaz. Şiirden hoşlananlar için özellikle nefes ve deyişler dışardan olanlar için sanki hiçbir anlamı olmayan kelimelerden oluşturulmuştur.
Alevi- Bektaşi edebiyatında dikkati çeken en büyük özellik hoşgörüdür. Hoşgörü bu edebiyatın tadı tuzu niteliğindedir. Hoşgörünün bulunduğu şiirde hissedilebilir bir gülümseme vardır. Bu özellik bu şiiri ilginç kılar. Alevi- Bektaşi kültüründe hoşgörü dışa vurulan bir görünüş değil yüreğin derinliklerinden gelen bir onaylama biçimidir. Alevi kültüründe hoşgörü uygun zemini bulunca gülmeceyle birleşir. Hoşgörünün arkasında iğneleyici bir dokundurma da kendini gösterir. Bu bir noktada onaylanmayacak bir girişimin sezdirilmesidir.
Tasavvuf şiirinde karşımıza çıkan mecazi anlatımlar, semboller mutasavvıf aşıklarca kullanılmıştır. Sufi aşıklar, çok eskiden beri şiirlerinde sevgilinin gözünden, dudağından, beninden, zülfünden bahsetmişler veya içki, çalgı, meyhane, kilise gibi Müslümanlığın geleneklerine uymayan unsurlara şiirlerinde yer vermişlerdir. Bu sözler tarikatın dışındakiler tarafından eleştirilmiş, sufiler kınanmış, küfürle suçlanmışlardır. Aslında bu tür sözler sufilerin vecd halindeki sözleridir. Eleştiriler üzerine bu tür kelimeler sufinin içinde bulunduğu durumu anlatan birer sembol olarak nitelemişler, bu açıklamayla eleştirilerden kurtulmuşlardır. Tasavvuf şiirindeki mecazi anlatımın diğer bir nedeni de mutasavvıfların gerçekleri, içlerine doğan sırları, tarikat dışındaki kişilere açmak istememelerindendir.
Alevi-Bektaşi aşıkların nefes, deme ve deyişlerinde kullandıkları kelime terkip ve mazmunlar klişeleşmiş söz ve bilgilerdir. Onlar bu bilgileri geçmişte yaşamış aşıklardan ve katıldıkları sohbetlerden öğrenmişlerdir. Aşıklar Allah’ın birliğini anlatırlar, insanı iyiye doğruya götürme yolu olarak niteledikleri “Hak Yolu” için şiirler yazmışlardır. Onlar yürekten bağlı bir sevgiyle Allah sevgisini şiirlerinde dile getirirler.
Aşıklar dünya ve evrenin sırlarını, yaradılışın kaynağını araştırırlar. Varlığın özü ve ötesine ait düşünceleri dile getirirler. Mutlak güzelliğe yönelerek Allah’a kavuşma çabasını işlerler. Bunlar madde alemindeki güzellikten mutlak varlığa yol bulma çabasıdır. Dünyanın geçiciliğini anlatırlarken, gerçek ebedi mutluluğun yollarını ararlar. Aşıkların idealize ettikleri kamil tiplerdir. Onlara göre ahlak insani olmayan davranışları terk ederek ilahi yaradılışa yönelmektir. Alevi- Bektaşi edebiyatı günümüzde de sürmektedir.
Tekke (Tasavvuf) Şairleri
12. Yüzyıl: Hoca Ahmet Yesevî
13. Yüzyıl: Yunus Emre, Hacı Bektâş-ı Veli
14. Yüzyıl: Abdal Musâ
15. Yüzyıl: Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumî
16. Yüzyıl: Pir Sultan Abdal, Aziz Mahmut Hüdâî
17. Yüzyıl: Niyazi-i Mısrî
18. Yüzyıl: Erzurumlu İbrahim Hakkı
Ahmet Yesevî (12. Yüzyıl)
- 1093’te Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuş, 1166 yılında Yesi’de ölmüştür.
- Tarihin bilinen ilk büyük mutasavvıfıdır. Tasavvuf edebiyatının öncüsüsür.
- “Pîr-i Türkistan” olarak anılır.
- Dünyadaki ilk tarikat olan Yesevilik tarikatının kurucusudur.
- Ömrünün sonuna kadar öğrenci yetiştirmeye devam etmiş ve yetiştirdiği bu öğrenciler daha sonra Anadolu’da tasavvufun yayılmasında etkili olmuşlardır.
- 63 yaşına geldiğinde Hz. Muhammet’in de aynı yaşta vefat etmesinden dolayı yerin altında bir “çilehane” hazırlatmış ve ömrünün kalanını burada geçirmiştir.
- Dinî ve tasavvufî düşüncelerini, “hikmet” adı verilen, hece ölçüsüyle yazılmış dörtlüklerle anlatmıştır. Bu hikmetler şairin ölümünden sonra öğrencilerinin de eklemeleriyle “Divan-ı Hikmet” adıyla kitap haline getirilmiştir.
- Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi ile söylediği şiirlerinde Yesevilik tarikatının temel ilkeleri, dervişlik yolu, cennet, cehennem, Hz. Muhammet’in hayatı ve mucizeleri gibi konuları işlemiştir.
- Ahmet Yesevî’nin bir de Fakr-name adlı bir eseri vardır. Bazı araştırmacılar bunun ayrı bir eser olduğunu düşünürken bazıları da Divan-ı Hikmet’in mensur biçimde yazılmış mukaddimesi olduğunu söylerler.
Yunus Emre (13. Yüzyıl)
- 1240 – 1321 yılları arasında yaşadığı sanılan Yunus Emre’nin doğum ve ölüm yeri kesin olarak bilinmemektedir. Yaşamına ilişkin bilgiler hakkında kesinlik yoktur. Yaşamı efsanelerle örülmüştür.
- Taptuk Emre’nin dergahında uzun süre hitmet eden Yunus Emre, şeyhi Taptuk Emre’nin düşüncelerini yaymak için Anadolu’yu bir derviş olarak dolaştı. (Emre sözcüğü, âşık anlamına gelmektedir.)
- 13. yüzyılda Moğol istilasıyla bocalayan Anadolu’da tüm insanları dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin kucaklamış; barış, sevgi ve hoşgörünün en büyük temsilcilerinden biri olmuştur.
- Yunus Emre, halk şiiri tarzındaki tasavvuf edebiyatının Türk dünyasında Ahmet Yesevi’den sonra ikinci büyük şairidir.
- Anadolu’da tasavvufun yaygınlaşmasında büyük rolü vardır. Anadolu sahasında tekke (tasavvuf) şiirinin en büyük şairidir.
- Tüm halk şairlerini yüzyıllar boyunca etkilemiş, Türkçeyi büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Şiirlerini, sehl-i mümteni denilen herkesin başaramayacağı bir sadelik, açıklık ve özlülükle söylemiştir.
- Şiirlerinde çok derin bir Allah aşkı ve insan sevgisi vardır.
- İlahi türünün en güzel örneklerini vermiştir.
- Çoğunlukla hece ölçüsü ve dörtlük nazım birimi kulllanan şair, kimi şiirlerinde ve Risaletü’n Nushiyye adlı mesnevi biçimindeki eserinde ise aruz ölçüsünü kullanmıştır.
- 1991 yılı, UNESCO tarafından “Yunus Emre Sevgi Yılı” ilan edilmiştir.
Eserleri:
Divan: Genellikle hece çlçüsü ve dörtlüklerle yazdığı şiirlerinin toplandığı eseridir.
Risaletü’n Nushiyye: Dini, tasavvufi içerikli bir nasihatname sayılabilecek bu eser, mesnevi nazım biçimi ve aruz ölçüsüyle yazılmıştır
Hacı Bektâş-ı Velî (13. Yüzyıl)
- Asıl adı Muhammet Bektaş olan şairin 1210-1270 yılları arasında yaşadığı sanılmaktadır. Tıpkı Yunus Emre gibi Hacı Bektaş-ı Veli’nin de hayatı efsaneleşmiştir.
- Türkistan’ın Nişabur kentinde doğmuş, Nevşehir’de onu adı verilen Hacı Bektaş’ta ölmüştür.
- Hoca Ahmet Yesevi’nin müritlerindendir. Eğitimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya gelerek tasavvufu yaymaya çalışmıştır.
- Ölümünden yaklaşık 150 yıl sonra onun düşüncelerinin temelini oluşturduğu Bektaşilik tarikatı kurulmuştur.
- Hacı Bektâş-ı Velî, bağlı bulunduğu“Ahilik Teşkilâtı” ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur.
- Osmanlı ordusunda “Yeniçeriler” Bektâşîlik tarikatı kurallarına göre yetiştirilirdi. Bu nedenle Yeniçerilere tarihte Hacı Bektâş-ı Velî çocukları da denirdi.
- Nefes tarzında ve yalın bir Türkçeyle söylediği şiirlerinde tasavvuf inancının yayılmasını sağlamaya çalışmıştır.
Eserleri:
Makalat: En önemli eseridir. Mensur biçimde yazılan Makalat, Arapçadır. Eserde, Hz. Adem’in yaratılışı, şeytan ve yaptıkları, bunlardan korunmanın yolları, Allah’ın birliği gibi konular başlıklar halinde işlenmiş, kısa hikayelerle desteklenerek açıklanmıştır.
Velâyet-nâme-i Hacı Bektâş-ı Velî
Kitâbu’l-Fevâid
Abdal Musa (14. Yüzyıl)
- Yaşamı hakkında bilgiler menkıbelere dayanır.
- Ahmet Yesevi’nin müridi olarak Türkistan’dan gelmiş ve Hacı Bektâş-ı Velî’ye bağlanmıştır.
- Günümüzde Abdal Musa adına Elmalı’da bir tekke bulunmaktadır. Bu tekke, Bektâşîlerin önemli merkezlerinden biri halindedir.
- Şiirlerini Nasihatnâme adıyla Bektâşîliğin önemli örneklerinden biri olan küçük bir kitapta toplamıştır.
Kaygusuz Abdal (15. Yüzyıl)
- 14. yüzyılın sınu ile 15. tüzyılın ilk yarısında yaşadığı bilinen şairin Kaygusuz Abdal’ın yaşamı hakkındaki bilgilerin çoğu Bektâşî menkıbelerine dayanır.
- Alanya Beyi’nin oğlu olan şairin asıl adı Alaaddin Gaybi‘dir.
- Sarayda iyi bir eğitim görerek birçok bilimde derin bilgi sahibi olan şair bütün zenginlik ve ihtişamı bırakarak derviş olmayı tercih etmiştir.
- Elmalı’da Abdal Musa’nın tekkesine bağlanan şaire, nefsini dünya kaygısından kurtarması dolayısıyla piri Abdal Musa tarafından Kaygusuz mahlası verilmiştir. Bazı şiirlerinde Serayi adını
- Alevî – Bektâşî halk şiirinin kurucularından kabul edilen şair Bektâşîliğin ileri gelenlerinden sayılır.
- Nükteli ve iğneleyici bir üsluba sahip olan sanatçı heceyle yazdığı nefes ve şathiyelerinde genellikle insanların eksik yönleriyle alay etmiş, yobazlık ve kaba sofuluğu ince bir mizahla hicvetmiştir.
- Yunus Emre’den çok etkilenen şair hem hece hem de aruz ölçüsüyle şiirler yazmıştır.
- Şiirlerinin dışında nesir türünde yazdığı eserleri de bulunmaktadır.
Eserleri:
Manzum Eserleri:
Divân
Gülistân
Mesnevî-i Baba Kaygusuz (I-II-III )
Gevhernâme
Minbernâme
Mensur Eserleri:
Budalanâme
Kitâb-ı Miglâte
Vücûdnâme
Risâle-i Kaygusuz Abdal (Tercüme).
Manzum+Mensur Eserleri:
Saraynâme
Dil-güşâ.
Hacı Bayram Veli (15. Yüzyıl)
- 1352 – 1430 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen şairin asıl adı Numan bin Ahmed, lakabı “Hacı Bayram”dır.
- Ankara’nın Solfasol köyünde doğan sanatçı, 15. yüzyılın güçlü bir tasavvuf şairi, şeyhi ve alimidir.
- Hacı Bayram Veli, Yunus Emre tarzında şiirler söylemiştir. Şiirlerinde “Bayrami” mahlasını kullanmıştır.
- Anadolu’daki tasavvufi hayatın ve edebiyatın gelişmesinde önemli bir rol üstlenen şair, Bayramiyye tarikatını da kurmuştur.
- Şiirlerinden yalnızca birkaç tanesi günümüze ulaşabilmiştir. İkisi aruz üçü de heceyle yazılan ilahi ve şathiye tarzındaki bu şiirler tekkelerde ezgilerle okunmuştur. “Bilmek istersen seni / Can içre ara canı” dizeleri, en bilinen dizelerindendir.
- Bilim ve tasavvufu birleştirmeyi başaran sanatçı, tasavvufun öncülerinden sayılmış ve tarikat önderleri arasında Mevlana’dan sonra en önemli isimlerden biri olmuştur.
Eşrefoğlu Rûmî (15. Yüzyıl)
- Asıl adı Abdullah’dır. Mısır’da doğan Eşrefoğlu RûmEşrefoğlu Rûmî, sonrasında İznik’e yerleşmiştir.
- Doğum yılı bilinmeyen şair, babasının adının Eşref olmasından dolayı önce Eşrefoğlu mahlasını almıştır. Sonrasında da Anadolulu anlamındaki Rûmî, mahlasını kullanınca Eşrefoğlu Rûmî olarak anılmıştır.
- Önceleri Bursa’da Emir Sultan’ın hizmetinde olan şair, sonra onun yönlendirmesiyle Ankara’ya gelerek Hacı Bayram Veli’ye bağlanmış ve ardından kızıyla evlenerek onun damadı olmuştur.
- Şiirlerinde hem aruz hem de hece ölçüsünü kullanmıştır.
- Didaktik ve lirik içerikli ilahilerinde Yunus Emre’nin izleri görülür. Birçok ilahisi Yunus Emre’ye naziredir.
- Divan‘ı vardır. Buradaki şiirlerinde tasavvufu yaymaya çalışmıştır. 129 şiirinin 30 tanesini hece ölçüsüyle yazmıştır.
- Eşrefoğlu Rûmî, Kadîriye tarikatının Eşrefiye kolunun kurucusudur. Kadîrîler arasında Abdulkadir Geylânî’den sonra tarikatın ikinci pîri sayılır.
- “Müzekki’n-Nüfus” adlı mensur eserinde sade bir dil kullanmıştır. Bu eserde nefsin terbiyesi ve tarikat âdâbı gibi konuları işlemiştir.
Pir Sultan Abdal (16. Yüzyıl)
- Asıl adı Haydar olan Pir Sultan Abdal, Sivas’ın Banaz köyündendir.
- Kanuni Dönemi’nde Sivas Beyi Deli Hızır Paşa tarafından Alevi ayaklanmasına öncülük ettiği ve İran Şahı Tahmasb’ın propagandasını yaptığı gerekçesiyle 73 kişi ile birlikte asıldı.
- Pir Sultan Abdal, Alevi – Bektaşi şiir geleneğinin yedi ulu şairinden biridir. (Diğer şairler; Nesimi, Kul Himmet, Hatayi, Yemini, Virani ve Fuzuli’dir.)
- Şiirlerinde Şiî- Bâtınî inancını, Vahdet-i Vücut kavramını dile getirmiştir.
- Şiirlerine coşkun bir lirizm hakimdir. Şiirlerini saz eşliğinde söylemiş, tasavvufun dışında dünyevi aşk, doğa, halkın yaşayışı gibi din dışı konuları da işlemiştir.
- Divan şiirinden hiç etkilenmeyen şair, tüm şiirlerini hece ölçüsüyle ve dörtlüklerle yazmıştır.
- Koşma, semai ve türkü biçiminde söylediği nefesleri yüzyıllarca Alevî, Bektaşî zümreleri arasında sevilerek okunan Pir Sultan Abdal, halk edebiyatının en önemli temsilcilerinden biridir.
Aziz Mahmud Hüdâyî (16. Yüzyıl)
- 1541’de Koçhisar’da doğan Aziz Mahmud Hüdâyî, 1628’de Üsküdar’da ölmüştür.
- Şair, döneminin önemli mutasavvıf ve âlimlerindendir. Aynı zamanda Celvetiye tarikatının kurucusudur.
- Aziz Mahmud Hüdâyi, sade bir dille ve hikemi tarzda şiirler yazmıştır. İnsanların dini ve manevi yönlerinin gelişmesi; ilim, erdem sahibi ve güzel ahlaklı olmaları için eserlerini bir araç olarak görmüştür.
- Şiirlerinde, bazen hece, bazen de aruz ölçüsünü kullanmıştır.
- Muhiddin İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirdiği Vahdet-i Vücûd anlayışına bağlı bir mutasavvıftır. Allah aşkını dile getirdiği ilahilerinde ve yazdığı mektuplarında bunu açıkça dile getirmiştir.
- İslam inancı, tasavvuf ve dini ilimler üzerine birçok eser veren şair, şiirlerini Divân-ı İlâhîyat adlı eserinde toplamıştır. Bunun dışında Türkçe ve Arapça olmak üzere otoz civarında eseri vardır.
Kul Himmet (16. Yüzyıl)
- 16. yüzyıl sonları ile 17. yüzyıl başları arasınsa Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Gürümlü köyünde yaşamıştır.
- Alevi – Bektaşi şiir geleneğinin yedi ulu şairinden biridir. Pir Sultan Abdal’dan sonra en güçlü şair kabul edilir.
- Kul Himmet; tasavvuf felsefesi, tarikat kuralları, edebiyat bilgisi, İslam tarihi gibi çağının kültürel unsurları konusunda çok iyi bir eğitim almıştır.
- Yaşadığı dönemde bile Alevî çevrelerinde büyük bir şöhrete sahip olan Kul Himmet, Pir Sultan Abdal’ın etkisinde kalan güçlü bir sanatçıdır.
- Şiirlerinde duru, akıcı bir dile ve etkili bir söyleyişe sahip olan şair; destan, nefes ve ağıtlar söylemiştir.
- Şiirlerinin birçoğunda Hz. Ali ve onun soyuna duyduğu sevgiyi dile getirmiştir. (Alevi – Bektaşi geleneğinde Hz Ali ve onun soyundan gelen on iki imamı anlatan şiirlere düvazdeh veya düvaz imam adı verilir.)
- Bazı siyasi girişimlerin de etkisiyle adı efsanelere karışan şairin birçok cönkte nefesleri bulunmaktadır.
Niyâzî-i Mısrî (17. Yüzyıl)
- Asıl adı Mehmet Niyâzî olan sanatçı, 1618’de Malatya’da doğmuş ve 1694’te Limni’de ölmüştür. Türbesi de aynı adadadır.
- Mısır’da eğitim aldığından dolayı Mısrî mahlasını almıştır. Gündüz yazdığı şiirlerinde Mısrî, gece yazdığı şiirlerinde ise Niyâzî mahlasını kullanmıştır.
- Halvetî tarikatının Niyaziyye / Mısriyye kolunun kurucusudur.
- Çok iyi bir eğitim alan ve özellikle tefsir, fıkıh, hadis ve tasavvuf alanlarında kendisini yetiştiren şair, bu konularda birçok eser vermiş bir alimdir.
- Genellikle tasavvufî aşkı dile getiren şairin şiirlerinin bir kısmı bestelenerek tekkelerde söylenmiştir.
- Aruzla yazdığı şiirlerde genellikle Nesimî ve Fuzulî, hece ile yazdıklarında ise Yûnus Emre’nin tesirleri açıkça görülür.
- “Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş” sözleriyle başlayan şiiri ünlüdür.
- Türkçe ve Arapça manzum ve mensur 10 ciltten fazla eseri bulunmaktadır. En bilinen eseri iki yüz civarında şiir içeren Divan‘ıdır.
Kazak Abdal (17. Yüzyıl)
- Romanya Türklerinden olan Kazak Abdal’ın 17. yüzyılda yaşadığı sanılmaktadır.
- Bektaşi geleneğine bağlı olan şairin eserlerinde Allah ve Hz. Ali sevgisi önemli yer teşkil eder.
- Şiirlerinin bir kısmını hiciv tarzında söyleyen şairin kendine özgü bir üslubu vardır.
- Kazak Abdal’ın şiirlerinin rahat okunan, yalın ve içten bir dili vardır. Yoruma ihtiyaç duymayan bir açıklıkla söylenmişlerdir.
- Toplumsal kurumları, yerleşik inançları, gelenekleri mizahi bir dille ele alan şiirlerinin bazıları günümüzde de ilgi çekmeye devam etmektedir.
- “Eşeği saldım çayıra / Otlaya karnın doyura” ve “Ormanda büyüyen adam azgını / Çarşıda pazarda insan beğenmez” dizeleriyle başlayan şiirler şairin en meşhur şiirlerindendir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (18. Yüzyıl)
- 1703 – 1780 yılları arasında yaşayan şair Erzurum Hasankale’de doğmuş eğitimini tamamladıktan sonra Siirt’in Tillo ilçesine gelerek yerleşmiş ve orada ölmüştür.
- Yaşadığı dönemin en önemli Türk ve Arap âlimleriyle tanışmış, İstanbul’a gelerek Sultan I. Mahmud Han’ın özel izniyle saray kitaplığından yararlanmış, saray âlimleriyle bilgi alışverişi yapmıştır.
- Erzurumlu İbrahim Hakkı, din bilimleri, matematik, astronomi, fizik, psikoloji, sosyoloji, edebiyat gibi pek çok alanda çalışma yapmıştır.
- Hece ve aruz ölçüsüyle yer yer sade, samimi ve coşkun bir söyleyişle kaleme aldığı şiirlerini İlâhinâme adını verdiği Divan’ında toplamıştır.
- Sanatçının kırka yakın eseri vardır. Bunların arasında en bilineni tasavvufî konularla birlikte, fen bilimleri hakkında da geniş bilgiler içeren Mârifetnâme‘dir. . 1757’de tamamlanan Mârifetnâme, ansiklopedik bir özellik taşımaktadır. Halkın anlayabileceği bir dilde yazılmıştır. Sanatçının söylediğine göre, Mârifetnâme’yi yazarken 400 kitaptan yararlanmıştır.