Mekke’nin fethi üzerine Taifliler şehri geri almak amacıyla diğer putperest Arap kabileleri ile birlikte 20 bin kişilik bir ordu hazırlamışlardır. Malik bin Avf askerlerin cesaretle çarpışmaları, dönüp geri kaçmamaları için bütün kadın, çocuk ve malları birlikte almaya karar verdi.
Müslümanlar, düşmanların yapmış olduğu bu hazırlıktan haberdar oldukları için onlar da hemen savaş hazırlıklarına başlayarak 12 bin kişilik muhteşem bir İslam ordusu meydana getirmişlerdi. Huneyn bölgesinde toparlanmış olan bu ordu üzerine Hz Muhammed (sav) sefere çıkmıştır.
Hz Peygamberin önderliğindeki İslam ordusu ile düşman ordusu, Hicret’in sekizinci yılının Şevval ayında (630 yılında) Huneyn vadisi denilen yerde karşılaştılar. İşte bu şekilde Huneyn muharebesi başlamıştır.
Hz Peygamber Huneyn’e geldiğinde, o zamana kadar böylesine kalabalık bir orduya komutanlık yapmamıştı. Fakat o, sadece kalabalıkların zafer getirmeyeceğini biliyordu. Zaferi ihsan edenin de yenilgiye uğratanında Cenab-ı Hak olduğunun bilincindeydi. Bundan dolayı bu kadar kalabalık, azametli ve ihtişamlı bir ordunun başında bulunmasına rağmen, tavrında en küçük bir büyüklenme yoktu. Ancak böyle kalabalık ve güçlü orduya güvenen bazı sahabeler şöyle diyorlardı; “Artık, bu gün azlık yüzünden mağlup olmayız.” Halbuki onlar, Allah’ın yardımı ile bir çok defa az bir kuvvetle kendilerinden hem sayıca, hem de savaş malzemesi olarak kat kat daha büyük olan orduları mağlup etmişlerdi. Buna rağmen sanki zeferi getiren şeyin insan yığınları oduğunu düşünerek Allah’ın gaybi yardımlarını bir an unutmuşlardı. İşte bundan dolayı Huneyn’de Allah’u Teala Müslümanlara, kendi yardımı olmadan ne kadar kalabalık ve ne kadar güçlü olunursa olunsun zaferin elde edilemeyeceğini hatırlatmak için bir an bozgunu yaşatmıştı.
Çünkü Müslümanlar Huneyn’de daha savaş gelir gelmez 20 bin kişilik düşman ordusunun saldırısına uğramış ve bir anda ne yapacağını bilmedikleri için geri kaçmaya başlamışlardı. Bu şekilde Hz. Peygamber ve az sayıdaki sahabenin (100 kadar) dışında, İslam ordusundaki herkes bozgunu yaşamıştı.
Savaşın kargaşası içinde Rasûlüllah vadinin sağ tarafına doğru çekildi. Câbir’den yapılan bir rivâyete göre Rasûlüllah (s.a.s) kaçışan müslümanlara, ‘Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Ben Rasûlüllahım, Ben Muhammed b. Abdullah’ım’ diye sesleniyordu. Fakat develer birbirine giriyor, insanlar alabildiğine kaçışıyordu. Bunun üzerine Rasûl aleyhisselâm yanındaki Hz. Abbas’tan müslümanları çağırmasını istedi. Hz. Abbas yüksek sesle ‘Ey Akabe’de biat eden Ensar, gelin! Ey Rıdvan ağacı altında bey’at edip söz veren Muhacirler, dönün! Muhammed buradadır! Nereye gidiyorsunuz?’ diye bağırmaya başladı. Bu çağrıyı duyanlar ‘lebbeyk’ diyerek koşup Rasûlüllah’ın çevresinde toplanmaya başladılar.
Rasûlüllah (s.a.s), çevresinde toplanan müslümanları muntazam bir birlik haline getirerek düşmana karşı saldırıya geçti. Çarpışmanın olağanüstü bir şiddet kazandığı sırada ‘İşte ocak şimdi kızıştı’ buyuran Rasûlüllah, yerden bir avuç toprak alıp düşmanların üzerine fırlattı.
Çarpışma şiddetle sürerken Hz. Ali büyük bir fedâkarlık ve teslimiyet örneği göstererek Havazin kabilesinin sancaktarını öldürmeye muvaffak oldu. Bu olay müslümanların savaş güç ve isteklerini bir kat daha artırdı. Savaş öylesine şiddet kazanmıştı ki, düşman bu kesin taarruza karşı koyamayarak hezimete uğradı ve kaçmaya başladı.
Allah’ın yardımı bir kere daha yetişmişti. Allah müslümanları sınamış, bir anlık gafletlerinin sonucunu onlara acı bir şekilde göstermişti. Bu savaştan sonra nazil olan bir âyette bu durum şöyle dile getirilmektedir: ‘Andolsun ki. Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanızı döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti‘ (et-Tevbe, 9/25).
Rasûlüllah (s.a.s) düşmanın kaçmaya başladığını görür görmez derhal takip edilmesini emir buyurdu. Düşman gayet şiddetli bir şekilde takip edilmeyle başlandı. Havazin kabilesi reisi Mâlik bin Avf yanında az bir kuvvet olduğu halde yüksek bir tepe üzerinden ordusunun geri çekilmesini himaye etmeye çalıştı. Fakat ordu ile birlikte getirdiği kadın ve çocukları savunma başarısını gösteremedi.
Bu savaşta müslümanlar düşmandan çok sayıda esir ve ganimet elde ettiler. Savaşta öldürülmüş olanların miktarı sayıldığında İslâm ordusunun beş şehid, düşman ordusunun ise yetmiş kayıp verdiği anlaşıldı.
Düşman ordusu dağınık biçimde ve değişik yönlerde geri çekildiği için birçok kollara ayrıldı. Bir kısmı Mâlik bin Avf komutasında oldukları halde Mekke-Taif yolunu izleyerek Taif kalesine, bir kısmı Batn-ı Nahle’ye, bir kısmı da Evtâs taraflarına gittiler.
Rasûlüllah Evtâs yönünde kaçanları izlemek üzere bir birlik görevlendirdi. Bu birlik düşmana Mekke’nin kuzey doğusunda bulunan Evtâs’a vardı. Aralarında son derece kanlı bir savaş oldu. Hatta savaş sırasında müslüman birliğin komutanı Ebu Amr şehid oldu. Fakat onun yerine geçen kardeşi Ebu Mûsâ el-Eş’arî düşman kesin bir yenilgiye uğrattı.
Rasûlüllah (s.a.s) bu zaferden son derece büyük bir memnunluk duydu. Elde edilen ganimeti münasib bir zamanda müslüman savaşçılar arasında taksim etmek üzere bir sahabenin muhafazasına bırakan Taif` kalesine sığınan düşmanı takiben Taif’e doğru hareket etti. Huneyn savaşıyla Arap yarımadasının Şirkten temizlenmesi ve tevhidin hakim kılınması yolunda önemli bir adım daha atılmış oluyordu.