Roman, insanın başından geçmiş ya da geçebilecek, tasarlanmış olayları anlatan uzun, kurmaca metinlere denir. Diğer bir ifade ile Roman, bir kişi ya da bir grup insanın başından geçenleri, onların iç ve dış yaşantılarını belli bir kronolojik, mantıksal, duygusal ya da sanatsal ilişkiyi gözeterek öyküleyen uzun kurgusal anlatıma denir. Hikâyeye kıyasla daha uzun ve olaydan ziyade kişi merkezli bir yazı türüdür. Roman, bir olay etrafında gelişir; ana olayı destekleyen ikinci dereceden olaylar yardımıyla ve kahramanların duygularının incelenmesiyle derinleşir. Roman bir olay, olayda yer alan şahıslar (kahramanlar), olay zamanı ve olayın geçtiği yer (mekân) olmak üzere dört temel unsur üzerine kurulur.
Edebiyatımızda divan edebiyatındaki Leyla ile Mecnun, Hûsrev ile Şirin, Yusuf ile Züleyha gibi mesneviler; halk edebiyatındaki Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi hikayeler, meddah hikâyeleri veya destanlar gibi olay çevresinde gelişen ve anlatma esasına dayalı ürünlerimiz varsa da Batılı anlamda roman 19. yüzyılda Tanzimat’la edebiyatımıza girmiştir. Edebiyatımıza Fransızcadan tercümeyle giren romanın ilk örneği Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelondan çevirdiği Telemak adlı eserdir. Çevirilerden sonra ilk yerli romanımız Şemsettin Sami’nin yazdığı Taaşukıt Talat ve Fitnat‘tır. Namık Kemal’in İntibab’ı ve Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Beyle Rakım Efendisi ise bu dönemde yazılan önemli romanlarımızdandır. Tanzimat Edebiyatının II. Dönemi’nden itibaren Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası, Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt romanı teknik yönden güçlü romanlar olarak karşımıza çıkar. Tanzimat Dönemi’nin sonlarına doğru, daha gerçekçi konulara değinen, tekniği gelişmiş romanlar yazılmaya başlanır.
Servetifünun Dönemi’nden itibaren teknik yönden kusursuz, Batılı romanlarla boy ölçüşebilecek romanlar yazılmaya başlanmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısıdır.
Roman Özellikleri
– Yaşanması muhtemel olaylar anlatılır.
– Hikayelere göre daha uzundur.
– Olay, zaman, mekan ve kişi yapı unsurlarıdır.
– Anlatıda üç farklı bakış açısı bulunmaktadır.
– Bu tür eserlerde gözlem ön plandadır.
– Eserde yer alan kahramanlar bütün yönleriyle anlatılır.
– Mekanların ayrıntılı tasviri yapılır.
– Konularına göre farklı roman çeşitleri bulunmaktadır.
– Dünya edebiyatında ilk roman örneği Miguel de Cervantes tarafından yazılan Don Kişot adlı eserdir.
– Türk edebiyatında ilk roman örneği ise Şemsettin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat-ı Fitnat adlı eserdir.
1923 – 1950 YILLARINDA TÜRK ROMANI
1910 yılından itibaren millî duyguların ağır basmasıyla ve Türkçülük akımının etkisiyle millî konulara değinen, Anadolu’yu konu edinen romanlar yazılmaya başlanmıştır. 1930’lara kadar Millî Edebiyat etkisinde gelişen romanda eskiye karşı yeni değerlerin yüceltilmesi işlenmiştir. Bu dönemde Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi romancılarımız eser vermiştir. 1930’lardan sonra Türk romanında köylülerin, işçilerin, geçim sıkıntısı çekenlerin yaşamından ve sorunlarından söz edilmeye başlanmıştır. Romanlarda Anadolu coğrafyası ve insanı, köyden kente göçün neden olduğu sorunlar Sadri Ertem, Sabahattin Ali gibi toplumcu-gerçekçi anlayışa bağlı sanatçılar tarafından işlenmiştir.
İnsanın gerçekliğini psikolojik yönüyle anlatan Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar gibi romancılar da bireyin iç dünyasını esas alan yönelimle romanlar yazmışlardır.
1923 – 1950 yıllarında sanatçılar, konularını günlük hayattan almışlar, toplum sorunlarını derine inmeden gözlemci-gerçekçi eserler yazmışlardır. Duygusal ve acıklı olaylar üzerine kurulmuş, rastlantılarla gelişen, zengin-yoksul, iyi-kötü gibi kalıplaşmış tiplerin işlendiği romanlar ortaya konmuştur. 1940’lardan itibaren II. Dünya Savaşı’nın yıkımları, iki kutuplu bir dünyada kendine yer açma çabaları, sanayileşmenin getirdiği problemler, iç ve dış göç olguları romanlarda işlenmiştir. Bu dönemde yazarlar çok iyi tanıdıkları yöreleri, o yörelerin insanlarını hayat mücadeleleri ve yaşama biçimleriyle yansıtmaya özen göstermişlerdir. Bu dönemin romancılığında görülen en önemli yönelimlerden biri de köy romancılığıdır. Köy gerçeği romanlarda etkili biçimde ele alınmıştır. Kasaba ve şehirlerde yaşayan dar gelirli insanların içinde yaşadıkları toplumsal düzen de giderek romanlarda ele alınmıştır. Türk kadınının çağdaşlaşmak için verdiği mücadele başta olmak üzere, ekonomik bağımsızlığı, kadın-erkek münasebetleri, kadının aile ve toplum içindeki yeri, durumu da romanlarda ele alınmıştır.
Hikâye ile Roman arsındaki fark
Hikâye anlatım olarak romana benzer; ama aslında onun romandan çok farklı yanları vardır:
– Hikâye türü, romandan daha kısadır.
– Hikâyede temel öğe olaydır. Romanda ise temel öğe karakter, yani kişidir. Hikâyeler olay üzerine kurulur, romanlar ise kişi üzerine kurulur.
– Hikâyede tek olay bulunmasına karşılık romanda birbirine bağlı olaylar zinciri vardır. Romandaki olaylardan her biri hikâyeye konu olabilir.
– Hikâyede kahramanların tanıtımında ayrıntıya girilmez, kahramanlar her yönüyle tanıtılmaz. Romandan farklı olarak hikâyede kişiler sadece olayla ilgili yönleriyle anlatılır. Bu yüzden hikâyelerdeki kişiler bir karakter olarak karşımıza çıkmaz.
– Öyküde, olayın geçtiği yer (çevre) sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olaylar çok olduğu için olayların geçtiği çevre de geniştir. Bu çevreler çok ayrıntılı olarak anlatılır.
– Hikâyeler kısa olduğu için anlatım yalın, anlaşılır ve özlüdür. Romanlarda ise anlatım daha ağır ve sanatlıdır.