Röportaj; bir yeri, kişiyi, eşyayı ya da sanat dalını araştırma, inceleme, gezip görme yoluyla tanıtan; ayrıntılı bilgi veren ya da sorgulayan yazılara denir. Diğer bir ifade ile röportaj, yazarın okuyucularına bir konuyu inandırmak için kişi, eşya, eser ya da bir yerle ilgili olarak yaptığı incelemeleri, fotoğraflarla süsleyerek, kendi görüşlerini de katarak yazdığı gazete ve dergi yazılarına denir. Röportaj, günümüzde yayın organlarının gelişmesi ile oldukça yaygın biçimde kullanılan bir edebî türdür. Okur ve izleyiciye geniş olanaklar tanıması açısından önemli bir türdür.
Röportaj yazarı, metnini bir öykü kurgusu içinde okuruna sunar. Gerektiğinde fotoğraf, resim, grafik gibi belgelerle yazısını destekler. Yaşamın gerçeğini birçok yönüyle detaylı biçimde edebî bir tslupla ele alıp içerikle okuru buluşturmayı amaçlayan röportaj, bu yönleriyle haber metinlerinden ayrılır. Röportaj, okuru sıkmayan bir niteliğe sahiptir. Gözlemin oldukça önemli olduğu röportajda gerçekten de uzaklaşılmaz.
Röportaj; ele alınan konuya göre bir insanı konu alan röportaj, bir eşyayı konu alan röportaj ve bir yeri konu alan röportaj biçiminde sınıflandırılabilir.
Röportaj, tek bir yazı olabileceği gibi yazı dizisi biçiminde de olabilir. Röportajlar gazete veya dergilerin iç sayfalarında, hafta sonu eklerinde yer alır. Günümüzde Genel Ağ sitelerinde, bloglarda, sosyal paylaşım sitelerinde de röportaj yayımlanmaktadır.
Bizim edebiyatımızda Yaşar Kemal, Fikret Otyam, Yılmaz Çetiner, Kenan Akın; Batı edebiyatında da Jack London (Cek Landm), Ernest Hemingway (Örnıst Hemingvey) röportaj türünün önemli isimlerindendir.
Röportajın özellikleri;
– Röportaj, makale gibi, düşünsel planla yazılır.
– Röportajda ele alınan konu ya toplumal ya da sanatla ilgilidir.
– İşlenen konu bilgi, belge, görsellerle desteklenir.
– Röportajda verilen bilgiler ve ortaya konan belgeler gerçeği yansıtır. Anlatılanlar kendi içinde tutarlıdır.
– Yazarın bilgi, izlenim, görüş ve düşüncelerini yansıtır. Yazar, gerçekleri öznel yaşamla harmanlar.
– Röportajın anlatımında diyaloglardan yararlanılır.
– Yaşanmış olaylar, durumlar anlatılır. Kısa cümlelerle metin hareketli hâle getirilir.
– Röportaj, birinci kişi ağzından yazılır.
– Röportajda dil, ağırlıklı olarak göndergesel işlevde kullanılır.
– Röportajlar, medya organlarında yayımlanır.
– Röportajda çok yönlü anlatım olanakları vardır.
– Röportaj yazarı açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmacı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Röportajda öykülemeye ağırlık verilir.
– Özelden genele gidilir.
– Heyecanın ölçüsü genelde şimdiki zaman kullanımıyla artırılır.
– Röportajlar genellikle soru cevap tarzında olur. Ancak bazı yazarlar röportajı hikâye kurgusu ve üslubu içinde vermeyi tercih ederler.
Röportaj Örnekleri
Röportaj Örneği 1
Röportaj İçeriği: Tanınmış bir yazarın çıkardığı yeni kitabı üzerine…
Röportör: Geçtiğimiz günlerde yeni bir kitap yayımladınız ve kitabın konusu birçok kişi tarafından oldukça ilgi çekici bulundu. Bunun için özel bir çaba sarfettiniz mi?
Yazar: Aslında kitabın konusu uzun zamandır kafamın içinde kendine yer ediniyordu. Konu belliydi ama karakter yapıları ve davranışları çok net değildi. Karakterlerin daha net hale gelmesi için uzun süre çevremde gözlemler yaptım. Bu, hem bana çok yardımcı oldu hem de hikayenin sıradışı olmasında önemli bir rol oynadı.
Röportör: Karakterlerin netleşmesi hikayeyi daha ilginç kıldı dediniz. Bunu, hikayenin karakterler üzerinden yansıtıldığı için mi söylediniz?
Yazar: Öyle de söylenebilir. Kitabımda anlatmak istediğim meselenin iyi anlaşılması, esasında karakterlerin aralarındaki diyaloglar ile doğru orantılıydı. Sıradan bir anlatımı asla benimsemedim, sıradan bir anlatım benimsemiş olsaydım, belki de bu röportajı yapmıyor olurdum. (karşılıklı gülümsemeler)
Röportör: Peki kitabınızın bu kadar tutulacağını bekliyor muydunuz?
Yazar: Dürüst olmak gerekirse piyasaya etki edeceğini bekliyordum ancak bu kadar fazla konuşulacağını beklemiyordum.
Röportör: Sizce kitabın okura hitap etmesini sağlayan ana damar ne oldu? Üslubunuz mu, farklı bir hikaye mi, kurgu mu?
Yazar: Bence hepsi. Son birkaç yıldır yazılan romanların hemen hemen hepsi aynı edebiyat dilinde ve düzenindeydi. Okur bu duruma istemeden de olsa alıştırılmıştı. Bu kitap onları geçmiş deneyimlerine götürdü, sanatsal hafızalarını yokladı.
Röportör: Gerçekten de yeni çıkan kitaplar aynı düzen içinde mi oluşturuluyor? “Ben farklıyım” diyen bir kitaba uzun süredir denk gelmediniz mi?
Yazar: Geldiysem de sayısı bir hayli düşüktür. Bir elin parmağını geçmez. Bu iyi yazarların olmadığı anlamına gelmez ama yazım düzenlerini ve üsluplarını orijinal hale getirmeleri gerekiyor.
Röportör: Hepsi bu kadardı, yanıtlarınız için teşekkür ederim.
Röportaj Örneği 2
AKTIL İLE İNCECİK
“Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim.”
Serdarî
Seher deli esiyordu otomobilin yanına vardığımda Elbistan uyanıyordu toz duman. Toz duman ki düşman başına bile değil. Kavakların dibine çöktüm. Araba hazır değildi de. Gıcır gıcır kağnılar geliyor pazara Kağnıları ardında sıska, kara kuru, kuyrukları arka ayaklarının arasına Sıkışmış köpekler. Ürkek, çekimser.
Sonra köylüler elleri değnekli, Kimisi kör, kimisi topal, tümü yorgun, argın, Eşeklerin üzerinde uyuyan bebekler Analarının sırtında, kucağında uyuyan bebeler… Kimi hasta, kimi cayırtılı.
Bir insan akını pazaryerine. Mal mülk heybeler, tehlizler kağnılar dolusu. Saman kağnıları, sap kağnıları, buğday kağnıları gıcır gıcır, yakarışlı, Ardlarında, yanlarında yüzlerce ayak, toprağa değdiği zaman puf diye toz kaldıran çarıklı, lastikli çıplak ama hepiciği yorgun sürünen ayaklar toz duman.
Bölüm bölük insan akını, Arkaları naylonlu traktörler, kamyonlar on beş kişi bindirince öbek olmuş insan yığılı jeep”ler… Ve bu kadar araçtan korna sesinden tedirgin elindeki değnekle eşekleri sağa sola kovalayan, kağnıların ipine asılan, güya canını, malını kurtarma savaşında o insan seli. Toz duman içinde. Sonra kavakların arasından süzüm süzüm süzülen seherin ilk ışınları… Boru gibi, boru gibi tozdan
Hazırız Beg
“Hazırız beg” dedi muavin sandığım, arabayı iki Saattir ırgalayan adam. “Atla beg” dedi. Atladım. Ehliyeti yokmuş amma, alacakmış yakında. İşte böyle köy yollarında belliyormuş sürmesini! Bu arabayı nice güçlükle almış? Yazmaya ne kalem, ne kâğıt yetermiş efendi!… İşler iyi değilmiş bir süredir. Para çekilmiş ortadan, ama uydurup borç harç almış arabayı… Dururken de giderken de sağ ön teker öteki üçtekere uymamak için elinden geleni yapıyordu.
Şoförümsü genç, benzinciye yaklaşınca oradaki çocuğa:
“Kop lan” dedi. “Şoooordan yimbeş kuruşluk kırmızı biber al haydi….”
Çocuk yirmi beşliği alınca savuştu. Geldi. Şoförümsü genç o bir paket kırmızıbiberi radyatöre boşalttı! Radyatör delikmiş de iyi gelirmiş kırmızıbiber, pekleştirirmiş! Radyatör değil besbelli lahmacun!
Ne demiş Hazreti Ali? “Bana bir kelime öğretenin kulu olurum…” Delik radyatöre yirmi beş kuruşluk kırmızıbiber… Kelime ne demek? Hem iş, hem cümle öğretti, ben de sizlere… Ödeştik.
(…)
Fikret Otyam (Topraksızlar)
Röportaj Örneği 3
BİR YUDUM ÇAY İÇİN
Günlerdir Rize’nin şirin köylerinde yaptığımız konuşmalar, tanıştığım insanlar geliyor güzlerimin önüne…
— Niçin bir yudum çayı ağzımızın tadı ile içemiyoruz?
— Kabahat yalnız üreticisinde değil bey.. Bizim % 20 hatamız olduğunu da inkâr etmeyiz… Fabrikalar niçin kaliteli çay yapmıyor? Bunu sorun…
— Mayıs ayında çay baskını oluyor. Bunları saklayacak, yakacak depolarımız yok… Sonra, kapasitemiz o kadar yaprağı işlemeye müsait değil…
— Peki, yeni fabrikalar, ilaveler yapılsın!
— Bu da ekonomik olmaz. Yılın her ayı çay işlenmez ki… Sonra boş kalır makineler!
— Bir de 2,5 yaprak, körpe yaprak meselesi var. Ehliyetli çay uzmanları bu işin başına geçmeli. Onlar da ekiplerini yetiştirip çay yaprağı alımını bir mesuliyetti esasa bağlamalılar. Çay Teşkilat Kanunu mutlaka çıkmalıdır.
— O zaman iyi çay…
— Evet, o zaman iyi çayı, dünyanın en iyi çayını İçeri/… Dışarıya da salıp döviz kazanırız ama…
— Aması ne?
— Bu kazandığımız serveti havaya atmamamın, çarçur etmememin çarelerini de bulmak lazımdır!
Karadeniz’de akşam olmak üzere şimdi… Bilmem, bu kadar güzel gurubu dünyanın neresinden seyretmek mümkün? Alevden bir kürre Karadeniz’in düz ufuk hattını oturtulmuş gibi… Bir eşsiz manzara, bir muhteşem tablo bu… Turuncu ile ateş rengi karışık yanık vücuduyla el değmemiş bir genç kız, kendisini hiç seyretmiyormuşçasına pervasız ağır ağır Karadeniz’in sularına gömülüyor sanki… Sonra orada bir yarım daire görüyorum. Ve zaman ilerledikçe o da kayboluyor… Bütün bir ufuk turuncu ile ateş rengini alıyor. Alevden küre parçalanıp içindeki dağılmış gibi…
İşte bu son akşamın yeşil altın diyarında…
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı varmış… Bir yudum çayın da hatırı ondan eksik değildir herhalde…
Rize’de içtiğim çayların hatırına bir ömür yeter mi acaba?
Ne çayının tadını, ne hatırını… Ve ne de dost insanlarını unutamayacağımı bilerek ayrılıyorum oradan…