Emevi Halifeliği’nin Abbasilere geçmesinden sonra yönetim merkezi Şam’dam Bağdat’a taşındı. Bu değişiklik İran sanatıyla ilişki kurulmasının da önemli nedenlerinden birisi oldu. Köklü bir geçmişi olan İran kültür ve sanatının Abbasi sanatını egemenliği altına almak tehlikesinin belirdiği bir dönemde, Abbasi halifelerinin isteği üzerine politik ve askeri yönden Türklerle yakın ilişki kuruldu. Bu ilişki doğal olarak kültür ve sanatta da karşılığını buldu ve Abbasi dönemi sanatını İranlılaştırmaktan uzak tutarak Türk sanatının etki alanı içine soktu. Abbasilerle birlikte İslam sanatına Türk etkileri girmeye başladı ve zaman içinde sürekli bir gelişim gösterdi. Müslümanlığı kabul eden Türkler, Ön Asya’da kurdukları devletleriyle batıya doğru yöneldiler. Başta mimarlık olmak üzere resim, bezeme ve öteki elsanatlarında çeşitli gelişmeler görüldü. Gerçekte Abbasi dönemi sanatı denildiğinde akla ilk gelen ve Halife Harun ür-Reşit döneminin binbir gece masallarına konu olan ünlü Bağdat Kenti’nden günümüze fazla bir şey gelmemiştir. Ancak Halife Mansur’un 762-766 arasında Dicle Irmağı kıyısında kurdurduğu ilk Abbasi başkenti Bağdat’ın şehircilik açısından bir yenilik olarak, daire biçiminde planlandığı bilinmektedir. Dairenin tam ortasında ünlü Bağdat Ulu Camisi ile Abbasilerin saray yapsı bulunuyordu. Abbasiler dönemi’nde Bağdat’ın yapımı dışındaki en önemli olay, bu kentin kuzeyinde ve Dicle Irmağı kıyısında kurularak 838-883 arasında 50 yıl kadar başkent olan Samerra’dır. 33 km uzunluğundaki büyük bir alanı kaplayan Samerra, o dönem için dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Çok kısa süre içinde nüfusu bir milyona ulaşmıştı. Samerra’da Almanların 1911-1913, Irak Hükümeti’nin ise 1936’da yaptığı kazılarda Abbasi sanatına ait değerli eserler, camiler, saraylar ve evler ortaya çıkarıldı. Kazı ve araştırmalar, Samerra’da şehircilik yönÜnden tüm olanakların düşünüldüğünü gösterir.
Abbasi döneminin Samerra’daki en büyük mimarlık eseri, Halife Mütevekkil tarafından 848-852 arasında yaptırılan 140×156 m boyutlu, içinde 150.000 kişinin namaz kılabileceği Samerra Ulu Camisi ya da öteki adıyla Mütevekkiliye Camisi’dİr. Yapının günümüze yalnızca dış duvarları ve Mahiye adı verilen minaresi ulaşabilmiştir. Bu minare, Babil’in basamaklı zigguratlarını anımsatır ve spiral biçimli yapıya dışarıdan rampalarla çıkılır. Yine Halife Mütevekkil tarafından yaptırılan bu minarenin bir benzeri, daha kuzeyde, 861-862 yıllarına ait Samerra Ebu Dulef Camisi’dir. Bu yapının minaresi de Ulu Cami’nin minaresine çok benzer. Bu tür minarelerin üçüncü örneğiyse Mısır’dadır. Abbasiler döneminde Mısır’da ilk Türk devletini kuran Tolunoğlu Ahmet’in eski Kahire’de 877-879 arasında yaptırdığı Tolunoğlu Camisi, Samerra geleneğine bağlı bir yapıdır.
Yapıldığı dönem için dünyanın en büyük kentlerinden birisi sayılan Samerra’da dinsel yapılardan başka, özellikle saraylar, gerek kapladıkları alan, gerek içerideki bezemeler açısından Sasani saraylarını gölgede bırakacak niteliktedir. Ayrıca Kerbala yakınında 9. yüzyılda yapılan Ukeydir Sarayı da ötekileri kadar önemle üzerinde durulacak bir yapıdır. Bu saray planı bakımından ilk bakışta Emevilerin ünlü Mışetta Sarayı’nı anımsatır. Ortada giriş bölümü, sonra tören avlusu ve daha sonra kabul salonları gelir.
Abbasi Halifesi Mütevekkil’in 854’te yaptırdığı Balkuvara Sarayı, Dicle Irmağı’na teraslar halinde iner. 1.250 m uzunluğundaki bu büyük mimarlık anıtının asıl saray bölümü 460×575 m boyutlarındadır. Kazılarla ancak bir bölümü ortaya çıkarılabilen bu saray Halife Mütevekkil’in oğlu Mutez’in sünnet düğünü için yaptırılmıştır. Tören salonları, büyük avluları, polo oynamak için alanları bulunan sarayın, ayrıca Dicle’ye doğru uzanan bahçesinin ortasında bir de havuz vardı. Samerra’da Balkuvara Sarayı’nın dışında, büyük ölçülerle yapılmış daha pek çok saray vardır. Bunlarda çoğunlukla duvarlar süslemelerle bezenmiş ve çeşitli üsluplar kullanılmıştır. Saraylardan başka evlerde de sürekli kullanılmış bulunan bezeme üsluplarından birisinin özellikle Türkler tarafından buraya getirildiği anlaşılmaktadır. Duvar resimlerinde görülen tipler de Türk tipleridir.
İslam sanatının başlangıçta türbe yapılarına ilgi göstermediği bilinir. İslam mimarlığında ilk türbe Abbasiler dönemi’nde yine Samerra’da yapılmıştır. Bu ilk türbe Kuhbet-ül Süleybiye adını taşır. Bilindiği gibi Hz. Muhammed (sav) ve öteki halifeler kendilerine türbe yaptırmamışlardır. İslam kaynakları, ilk kez Halife Mutasım, Mutez ve Mühtedi’nin türbede gömülü olduklarını belirtir. Kubbet-ül Süleybiye’nin içinde de üç mezar vardır. Yapının, Halife Mutasın’ın ölüm yılı olan 862 dolaylarında bitirildiği kabul edilir. Samerra ayrıca kerâmikleriyle de ün yapmıştır. Daha önce cam üzerine yapılan ve çok pırıltılı bir görünüm veren tekniğe perdah tekniği adı verilir. Bu teknik ilk kez Samerra’da kullanılarak, keramik sanatında ileri bir adım atıldı.
Abbasiler döneminde Bağdat ve Samerra’nın dışında İran’da da büyük camiler yaptırıldı. Ancak dayanıksız yapı malzemeleriyle kurulduklarından çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır. Günümüze gelebilenler arasında 8. yüzyılın son yarısından kalma Damgan Camisi, İran’daki en eski örnektir. Silindir biçimli minaresi Selçuklu döneminden kalmadır. Ayrıca İsfahan’ın doğusunda, 10. yüzyıldan kalma Nayin Camisi, alçıdan yapılmış süslü mihrabıyla önemli bir yapıdır. Abbasi dönemi mimarlık eserlerinde yapı malzemesi olarak genellikle tuğla kullanılmıştır. Bu durum taşın yeterince bulunmamasından kaynaklanmıştır.
Gerçekte İslam sanatının kişiliğini bulması ilk kez Abbasiler döneminde ortaya çıktı, kuşkusuz bu gelişmede Sasani ve Türk sanatının büyük payı oldu. Süsleme sanatında beliren yenilikler, mimarlığa bağlı ya da bağımsız olarak büyük canlılık gösterdi. Bütün yönleriyle bu dönem sanatı, İslam sanatının oluşumu ve gelişmesi içinde ileri doğru atılan adımlar için bir başlangıçtır. İslam sanatının Emevi dönemindeki araştırma evresi, Abbasilerle birlikte belirli bir üslup olma yoluna girdi, Doğu dünyasıyla köklü ilişkiler kuruldu.