Abbasiler, Peygamber Efendimiz Hz Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen ve Emevilerin yerini alan İslam hanedanı ve devletidir. Abbasiler, 750 yılından 1258 yılına kadar hüküm sürmüş, Emevî hanedanından sonra başa gelerek İslam Devleti’nin yönetimini ve halifeliği beş asırdan daha uzun bir süre elinde tutan Müslüman Arap hanedanıdır. Bu hanedana ilk atalarına nisbetle “Haşimiler” de denilmektedir.
Abbasiler, 750 yılına doğru Emevi hanedanının yönetiminden hoşnut olmayanları çevrelerinde toplayarak, onların yerine iktidarı ele geçiren bir hanedandır. Emevilere karşı başlatılan harekette, Hz Muhammed’in (sav) kızı Fatma’nın soyundan gelenlerle Hz Muhammed’in amcası Abbas’ın torunları yer aldılar. Sonraları Fatma’nın soyundan gelenleri de İsaf dışı bırakarak Emevilere karşı olanları kendi güçleri yararına yönlendirmeyi başardılar. Emevi valilerinin bu girişimleri zor kullanarak bastırmaya kalkışmaları, halkın Abbasiler için yapılan propagandaları daha yoğun bir biçimde desteklemesine neden oldu. Emevilere karşı bu hareketin gizli önderi olan Abdullah bin Abbas’ın torunu Muhammet bin Ali’nin 744’te ölümü üzerine yerine geçen oğlu İbrahim hareketi daha da güçlendirdi. Bir süre sonra, hareketin başına geçen Ebu Müslim, Horasani büyük bir kitleyi kendi çevresinde topladı ve çoktan beri tasarlanan ayaklanmayı başlattı. 747 yılında Emevi Halifesi II.Mervan’ın üzerlerine gönderdiği ordu yenildi. Bu arada Abbasi önderi İbrahim’in II. Mervan tarafından öldürtülmesi üzerine hareket daha da şiddetlendi ve başa kardeşi Ebu’l Abbas geçti. 749’da Küfe’yi ele geçiren Ebu Müslim’in önerisiyle Ebu’l Abbas’ı halife ilen ettiler (30 Ekim 749). Emevi Halifesi II. Mervan sonra bir direnişle 12.000 askerden oluşan ordusuyla Harran’dan hareket ederek Dicle Irmağı’nın kollarından biri olan Büyük Zap Suyu’nun kıyısında, Ebu’l Abbas’ın amcalarından biri olan Abdullah bin Ali’nin ordusuyla yaptığı savaşı kaybetti ve Musul’a sığındı (Ocak 750). Musul halkı II. Mervan’ı kente sokmayınca Harran, Humus, Şam ve Filistin üzerinden Mısır’a gitti. Abdullah bir Ali’nin kardeşi Salih, Mervan’ı Mısır’da Busirıs Kenti’nde sığındığı bir kilisede ele geçirdi ve öldürdü (5 Ağustos 750). Halifelik simgeleri de Ebu’l Abbas’a gönderildi. Böylece Emevi Halifeliği tarihe karışırken, Abbasiler İslam dünyasının yönetimini ele geçirdiler. Abbasiler bu başırılarından sonra Emevi soyundan gelenlere karşı korkunç bir öldürme ve sindirme politikası izlediler. Bu soykırımdan pek az kişi kurtulabildi. Kurtulanlardan biri de Halife Hişam’ın torunu olan Abdurrahman bin Muaviye oldu. Abdurrahman bin Muaviye bundan 6 yıl sonra 756’da İspanya’da Endülüs Emevi Devleti’ni kuracaktır. İlk Abbasi halifesi olan Ebu’l Abbas Abdullah (750-754) döneminde Şam, İslam dünyasının merkezi olmaktan çıktı, Onun yerini Küfe aldı. Ebu’l Abbas halife olarak okuttuğu ilk hutbede kendisine es-Saffah ‘kan dökücü’ sıfatını verdi. Es-Saffah İmparatorluk içinde birliği sağladıktan sonra Emevi Halifeliği döneminde bir Arap İmparatorluğu olan devleti bir İslam İmparatorluğu haline sokmak için çaba harcamaya başladı ve bu amaçla yönetsel kademelerde değişikliklere gitti. Ebu’l Abbas, el-Enbar Kenti’nde Haşimiye adını taşıyan bir imparatorluk sarayı yaptırdı. Başkenti buraya taşımayı düşünürken, henüz 30 yaşındayken çiçek hastalığına yakalanarak bu kette öldü (754).
Ebu’l Abbas’ın ölümü üzerine halifeliğe kardeşi Ebu Cafer el-Mansur (754-775) geçince, imparatorluğun Abbasilere geçmesinde önemli rol oynayan Abdullah bin Ali, hilafet konusunda anlaşmazlık çıkardı. Ancak Ebu Müslim tarafından Nisibis’te yenilgiye uğratılarak bir kaleye hapsedildi (754) ve yedi yıl sonra burada bir tutsak olarak öldü. Bu başarıyla gücü giderek artan Ebu Müslim de bağımsız bir biçimde yönettiği Horasan’a giderken Hilafet Sarayı’na
uğrayınca öldürüldü (755). Böylece Halife el-Mansur, kendisi için engel oluşturan bir başka güçlü adamı da ortadan kaldırmış oldu.
Ebu Müslim’in öcünü almak için Horasan’da başlatılan bir ayaklanma da bastırıldı (755). Bu olayın ardından İran tam anlamıyla boyun eğmiş oldu. Hz Ali’nin torunlarından İbrahim ve Muhammet’in başlatmış oldukları bir ayaklanma da her ikisinin de öldürülmesiyle bastırıldı (763). Sözü edilen ayaklanmaların bastırılmasından sonra, Emeviler dönemindeki Arap İmparatoruğu’nun sınırları, İspanya dışında, yeniden sağlandı. Abbasi hanedanının gerçek kurucusu olan el-Mansur, hükümet merkezini Bağ dat’a taşıdı (762). Bu tarihten sonra Bağdat, giderek İslam dünyasının merkezi olacağı gibi, bilim edebiyat ve sanatın gelişmesinde de önderlik edecektir. Yapımı dört yıl süren Bağdat’a halife tarafından Medinet üs-Selam adı verildi. Bayındır bir duruma getirelen Bağdat’ta bir Hilafet Sarayı, yanına da bir Ulu Cami yapıldı. El-Mansur başarılı bir saltanattan sonra, Hac için gittiği Mekke’de öldü (7 Ekim 775). Yerine geçen el-Mehdi (775-785) ve el-Hadi (785-786) dönemleri devletin kuruluş dönemlerini oluşturur. Daha sonra tahta geçen el-Mehdi’nin oğlu Harun ür-Reşit (786-809) dönemi Abbasi İmparatorluğunun en parlak dönemidir. İşbaşına getirdiği Bermeki ailesinden baba Yahya ve oğulları el-Fadıl ile Cafer, 786-803 arasında devletin yönetimini ellerinde tuttular. Özellikle Bağdat’ı bayındır hale getiren Bermeki ailesinin giderek yükselen güçleri, 803’te Harun ür-Reşit’in kız kardeşi Abbase ile Cafer arasında geçen bir yasak aşk üzerine kırıldı ve Cafer öldürüldü. Babası ve kardeşi hapse atıldı. Sahip oldukları büyük servet ve taşınmaz mallara el konuldu. Harun ür-Reşit, Avrupa’da güçlü bir devlet kuran Charlemagne ile iyi ilişkiler kurarken başlıca düşmanı saydığı Bizans İmaparatorluğu üzerine de seferler düzenledi. Bu seferler sırasında Herakleia ve Tyana fethedildiği gibi, Bizans’tan alınmakta olan vergiler de artırıldı. Harun ür-Reşit’in 809’da ölümü üzerine yerine geçen oğulları el Emin (809-813) ve el Memun (813-833) dönemlerinde de Abbasiler, Bizans İmparatorluğu’na karşı seferler düzenlediler. Fakat daha sonra 10. ve 11. yüzyıllarda Bizans’ın yönetimini elinde tutan güçlü Makedonya hanedanı karşısında savunmaya çekilmek zorunda kaldılar. Gerçekte daha 8. ve 9. yüzyıllardan, başlayarak Abbasi İmparatorluğu’nda bir çözülme başlamıştı. İdris bin Abdullah Fas’ta bağımsız bir devlet kurarken Kuzey Afrika denetimden uzaklaştı ve Kayrevan’daki karışıklıklar ancak İbrahim bin Aglep tarafından bastırıldı ve Halife Harun ür-Reşit 800’de babadan oğula geçmek üzere buranın yönetimini ona verdi. Horasan’da Tahiriler, Mısır’da Tolunoğulları bağımsızlık isteklerini açığa vururken, Samaniler ve Saffariler gibi İranlı hanedanlar da Bağdat’a yıllık vergi ödeme dışında serbestçe hareket edebiliyorlardı. Halife Mutasını (833-842) ücretli Türk askerlerinden bir ordu kurarak yabancılara cesaret ve yetki verdi. Sonunda 908’de Halife el-Muktedir bu ordunun komutanı olan Munis’e emirü’l-iimera (beylerbeyi) unvanıyla birlikte sınırsız yetkiler tanımak zorunda kaldı. Öte yandan Şiilik İslam dünyasında hızla yayılıyordu. Fatımiler önce Kuzey Afrika’yı sonra Mısır ve Suriye’yi ele geçirerek kendilerini rakip halifeler ilan ettiler. Büveyhiler 945’te Bağdat’ı işgal ederek Abbasi halifesini bir kukla durumuna düşürdüler. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Bağdat Seferi ile (1055) Abbasiler Büveyhilerin elinde oyuncak olmaktan kurtulduysa da Selçuklular da onların politik güçlerinin yeniden canlanmasına izin vermediler. Bununla birlikte Abbasiler, Selçuklular döneminde rahat bir nefes aldılar. Egemenlikleriyle yalnız Bağdat ve çevresiyle sınırlı kaldı. Selçukluların zayıfladığı dönemlerde el-Muktefi ve en-Nasır gibi yetenekli halifeler sayesinde Abbasilerin yıldızı yeniden parlamaya başladı. Bu toparlanmayı Moğol saldırıları engelle, 1258’de son Abbasi Halifesi el-Mustasım’ı öldürttü. Böylece Bağdat’taki Abbasi Halifeliği tarihe karıştı. Ancak hanedan üyelerinden bazılan Hülagu’nun elinden kaçmayı başardılar ve bunlardan 36. Abbasi Halifesi el-Mustansır’ın kardeşi Ahmet, Memluk Sultanı Baybars tarafından 1261’de Kahire’de el-Mustansır billah Ebu’l Kasım unvanıyla halife ilan edildi. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethine kadar süren Mısır Abbasi Halifeliği, son Abbasi Halifesi III. Mütevekkil’in ruhani ve cismani halifelik yetkilerini İstanbul’a Yavuz Sultan Selim’e devretmesiyle son buldu (1517). Abbasi İmparatorluğu’nun ilk 300 yılı (8-11. yüzyıllar) ortaçağ İslam dünyasının en parlak dönemlerinden birini oluşturur. Halifelik merkezi Bağdat bu dönemde edebiyat, ilahiyat, felsefe ve pozitif bilimler alanında önemli gelişmelere sahne oldu. Ekonomi ve ticaret alanındaki gelişmeler halkın refah düzeyini yükseltti. İsviçreli doğu bilimci Adam Mez bu dönemi İslamın Rönesansı olarak niteler.
ABBASİ HALİFELERİ
Irak (Bağdat) Abbasi halifeleri ve halifeliğe geçiş tarihleri:
1 — Ebu-l Abbas Seffah 750
2 — el Mansur 754
3 — el-Mehdi 775
5 — el-Reşit (Haruınürreşit) 786
6 — el-Emin 809
7 — el-Me’mun 813
8 — el-Mu-tasım 833
9 — el-Vasık 842
10 — el-Mütevekkil 847
11 — el-Muntasır 861
12 — el-Mustain 862
13 — el-Mu’tez 866
14 — el-Mu.htedi 869
15 — el-Mu’temid 870
16 —el-Mu’tazıd 892
17— el-Müktefi 902
18 — el-Muktedir 908
19 — el-Kaalıir 932
20 — el-Razi 934
21 — el-Mütteki 940
22 — el-Müstefi 944
23 — el-Mutr 946 “
24 — el-Tayi’ 974
25 — el-Kaadir 991
26 —el-Kaaim 1031
27 — el-Muktedi 1075
28 — el-Mtistahzir 1094
29 — el-Mtisterşid 1118.,
30 —el-Raşid 1135
31 — el-Müktefi 1136
32 — el-Müstencid 1160
33 — el-Mustazâ 1170
34 —el-Nâsır 1180
35 — el-Zâhir 1225
36 — el-Must,ansır 1226
37 — el-Musta’sım 1242-1258
Mısır Abbasi halifeleri ve halifeliğe geçiş tarihleri:
1 — el-Mustaıısır 1261
2 — el-Hâkim I 1261
3 — el-Müstekfi I 1302
4 — el-Vâsık 1340 5—el-Hâkim II 1341
6 — el-Mu’tadıd 1352
7 — el-Mütevekkil I 1362
8 —- el-Mu’tasım 1377
— Mütevekkil I (İkinci halifeliği) 1377
9 — el-Vâsık 22 1383
— el-Mu’tasım (İkinci halifeliği) 1386
— el-Mütevekkil I (Üçüncü halifeliği) 1389
10 — el-Müsta’in, . ,1406
11 — el-Mu’tazit II 1414
12 —el-Müstekfi II 1441
13 — el-Kaaim 1451
14 — el-Müstencit 1455 15—el-Mütevekkil II 1479 16 — el-Müstemsik 1497
17-el-Mütevekkil III 1509 — el-Müstemsik (Oğlu Mütevekkil’e vekil olarak ikinci halifeliği 1516-1517)
ABASİLER DÖNEMİNDE SANAT
Emevi Halifeliği’nin Abbasilere geçmesinden sonra yönetim merkezi Şam’dam Bağdat’a taşındı. Bu değişiklik İran sanatıyla ilişki kurulmasının da önemli nedenlerinden birisi oldu. Köklü bir geçmişi olan İran kültür ve sanatının Abbasi sanatını egemenliği altına almak tehlikesinin belirdiği bir dönemde, Abbasi halifelerinin isteği üzerine politik ve askeri yönden Türklerle yakın ilişki kuruldu. Bu ilişki doğal olarak kültür ve sanatta da karşılığını buldu ve Abbasi dönemi sanatını İranlılaştırmaktan uzak tutarak Türk sanatının etki alanı içine soktu. Abbasilerle birlikte İslam sanatına Türk etkileri girmeye başladı ve zaman içinde sürekli bir gelişim gösterdi. Müslümanlığı kabul eden Türkler, Ön Asya’da kurdukları devletleriyle batıya doğru yöneldiler. Başta mimarlık olmak üzere resim, bezeme ve öteki elsanatlarında çeşitli gelişmeler görüldü. Gerçekte Abbasi dönemi sanatı denildiğinde akla ilk gelen ve Halife Harun ür-Reşit döneminin binbir gece masallarına konu olan ünlü Bağdat Kenti’nden günümüze fazla bir şey gelmemiştir. Ancak Halife Mansur’un 762-766 arasında Dicle Irmağı kıyısında kurdurduğu ilk Abbasi başkenti Bağdat’ın şehircilik açısından bir yenilik olarak, daire biçiminde planlandığı bilinmektedir. Dairenin tam ortasında ünlü Bağdat Ulu Camisi ile Abbasilerin saray yapsı bulunuyordu. Abbasiler dönemi’nde Bağdat’ın yapımı dışındaki en önemli olay, bu kentin kuzeyinde ve Dicle Irmağı kıyısında kurularak 838-883 arasında 50 yıl kadar başkent olan Samerra’dır. 33 km uzunluğundaki büyük bir alanı kaplayan Samerra, o dönem için dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Çok kısa süre içinde nüfusu bir milyona ulaşmıştı. Samerra’da Almanların 1911-1913, Irak Hükümeti’nin ise 1936’da yaptığı kazılarda Abbasi sanatına ait değerli eserler, camiler, saraylar ve evler ortaya çıkarıldı. Kazı ve araştırmalar, Samerra’da şehircilik yönÜnden tüm olanakların düşünüldüğünü gösterir.
Abbasi döneminin Samerra’daki en büyük mimarlık eseri, Halife Mütevekkil tarafından 848-852 arasında yaptırılan 140×156 m boyutlu, içinde 150.000 kişinin namaz kılabileceği Samerra Ulu Camisi ya da öteki adıyla Mütevekkiliye Camisi’dİr. Yapının günümüze yalnızca dış duvarları ve Mahiye adı verilen minaresi ulaşabilmiştir. Bu minare, Babil’in basamaklı zigguratlarını anımsatır ve spiral biçimli yapıya dışarıdan rampalarla çıkılır. Yine Halife Mütevekkil tarafından yaptırılan bu minarenin bir benzeri, daha kuzeyde, 861-862 yıllarına ait Samerra Ebu Dulef Camisi’dir. Bu yapının minaresi de Ulu Cami’nin minaresine çok benzer. Bu tür minarelerin üçüncü örneğiyse Mısır’dadır. Abbasiler döneminde Mısır’da ilk Türk devletini kuran Tolunoğlu Ahmet’in eski Kahire’de 877-879 arasında yaptırdığı Tolunoğlu Camisi, Samerra geleneğine bağlı bir yapıdır.
Yapıldığı dönem için dünyanın en büyük kentlerinden birisi sayılan Samerra’da dinsel yapılardan başka, özellikle saraylar, gerek kapladıkları alan, gerek içerideki bezemeler açısından Sasani saraylarını gölgede bırakacak niteliktedir. Ayrıca Kerbala yakınında 9. yüzyılda yapılan Ukeydir Sarayı da ötekileri kadar önemle üzerinde durulacak bir yapıdır. Bu saray planı bakımından ilk bakışta Emevilerin ünlü Mışetta Sarayı’nı anımsatır. Ortada giriş bölümü, sonra tören avlusu ve daha sonra kabul salonları gelir.
Abbasi Halifesi Mütevekkil’in 854’te yaptırdığı Balkuvara Sarayı, Dicle Irmağı’na teraslar halinde iner. 1.250 m uzunluğundaki bu büyük mimarlık anıtının asıl saray bölümü 460×575 m boyutlarındadır. Kazılarla ancak bir bölümü ortaya çıkarılabilen bu saray Halife Mütevekkil’in oğlu Mutez’in sünnet düğünü için yaptırılmıştır. Tören salonları, büyük avluları, polo oynamak için alanları bulunan sarayın, ayrıca Dicle’ye doğru uzanan bahçesinin ortasında bir de havuz vardı. Samerra’da Balkuvara Sarayı’nın dışında, büyük ölçülerle yapılmış daha pek çok saray vardır. Bunlarda çoğunlukla duvarlar süslemelerle bezenmiş ve çeşitli üsluplar kullanılmıştır. Saraylardan başka evlerde de sürekli kullanılmış bulunan bezeme üsluplarından birisinin özellikle Türkler tarafından buraya getirildiği anlaşılmaktadır. Duvar resimlerinde görülen tipler de Türk tipleridir.
İslam sanatının başlangıçta türbe yapılarına ilgi göstermediği bilinir. İslam mimarlığında ilk türbe Abbasiler dönemi’nde yine Samerra’da yapılmıştır. Bu ilk türbe Kuhbet-ül Süleybiye adını taşır. Bilindiği gibi Hz. Muhammed (sav) ve öteki halifeler kendilerine türbe yaptırmamışlardır. İslam kaynakları, ilk kez Halife Mutasım, Mutez ve Mühtedi’nin türbede gömülü olduklarını belirtir. Kubbet-ül Süleybiye’nin içinde de üç mezar vardır. Yapının, Halife Mutasın’ın ölüm yılı olan 862 dolaylarında bitirildiği kabul edilir. Samerra ayrıca kerâmikleriyle de ün yapmıştır. Daha önce cam üzerine yapılan ve çok pırıltılı bir görünüm veren tekniğe perdah tekniği adı verilir. Bu teknik ilk kez Samerra’da kullanılarak, keramik sanatında ileri bir adım atıldı.
Abbasiler döneminde Bağdat ve Samerra’nın dışında İran’da da büyük camiler yaptırıldı. Ancak dayanıksız yapı malzemeleriyle kurulduklarından çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır. Günümüze gelebilenler arasında 8. yüzyılın son yarısından kalma Damgan Camisi, İran’daki en eski örnektir. Silindir biçimli minaresi Selçuklu döneminden kalmadır. Ayrıca İsfahan’ın doğusunda, 10. yüzyıldan kalma Nayin Camisi, alçıdan yapılmış süslü mihrabıyla önemli bir yapıdır. Abbasi dönemi mimarlık eserlerinde yapı malzemesi olarak genellikle tuğla kullanılmıştır. Bu durum taşın yeterince bulunmamasından kaynaklanmıştır.
Gerçekte İslam sanatının kişiliğini bulması ilk kez Abbasiler döneminde ortaya çıktı, kuşkusuz bu gelişmede Sasani ve Türk sanatının büyük payı oldu. Süsleme sanatında beliren yenilikler, mimarlığa bağlı ya da bağımsız olarak büyük canlılık gösterdi. Bütün yönleriyle bu dönem sanatı, İslam sanatının oluşumu ve gelişmesi içinde ileri doğru atılan adımlar için bir başlangıçtır. İslam sanatının Emevi dönemindeki araştırma evresi, Abbasilerle birlikte belirli bir üslup olma yoluna girdi, Doğu dünyasıyla köklü ilişkiler kuruldu.