İstihâle sözlükte, değişme, başkalaşma, eğrileşme, bir hâlden başka bir hâle geçme; imkânsız olma, gayr-i makul olma gibi anlamlara gelir. Fıkıh terimi olarak İstihâle, dinen pis (necis) sayılan bir maddenin uğradığı değişimden sonra temiz (tâhir) hale gelmesi demektir. Diğer bir ifade ile İstihâle, temel yapısı değişikliğe uğrayan bir maddenin ayn’ının, öncekinden farklı isim, sıfat ve özelliklere sahip olan başka bir ayn’a dönüşmesidir.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere bir maddede meydana gelen değişikliğin istihâle olarak isimlendirilebilmesi için onun vasfının, hususiyetinin ve özelliklerinin değil; aslının, zatının, mahiyetinin, tabiatının yani temel yapısının değişmiş olması gerekmektedir.
İbn Âbidin, istihâlenin ayırt edici bu özelliğini bir kısım misaller verdikten sonra şöyle ifade etmiştir: “Bütün bunlar, hakikatin başka bir hakikate değişmesidir; yoksa sadece vasfın değişmesi değildir.” (İbn Âbidin, Reddü’l-muhtâr, 1/136). İbn Teymiye de, istihâle sonrasında meydana gelen maddenin, öncekinden tamamen başka bir madde olduğunu şu ifadeleriyle anlatmıştır: “Necis maddenin, istihâleyle temiz hâle geldiğini söylemek doğru değildir. Zira necis bir madde, temiz olmaz. Temiz olan madde ise önceki pis madde değil onun istihâle geçirmiş hâlidir. Yani hakikatte ortada tek bir madde vardır.” (İbn Teymiye, Mecmû’u’l-fetâvâ, 21/611).
İstihale, bir çeşit kimyasal değişimdir. Fakat her kimyasal değişimin istihâle olduğunu söylemek doğru değildir. İstihaleden bahsedebilmek için, bir maddenin kimyasal yapısındaki değişimden ziyade, bir dönüşümün gerçekleşmesi gerekir. Zira pişen yemeklerin bile molekül yapılarında veya moleküller arası bağlarda bir kısım kimyevî değişiklikler olduğu bilinmektedir. Fakat buradan yola çıkarak, pişmiş bir yemeğin önceki halinden tamamen farklı bir madde olduğu iddia edilemez. Bu açıdan bir maddedeki değişikliğin istihâle olarak isimlendirilebilmesi için, o maddenin aslı ve vasfıyla önceki halinden tamamen farklı yeni bir maddeye dönüşmesi gerekmektedir.
Bir maddenin yapısında ve niteliklerinde bazı değişikliklerin meydana gelmesi sonucu başka bir maddeye dönüşmesi tabiatta sıkça rastlanılan bir durumdur. Fıkıh literatüründe necis maddeleri temizleme yöntemleri arasında istihâleye de yer verilmiş; ilk asırlardan itibaren kullanımı, yenilip içilmesi haram olan bir maddenin başka bir maddeye dönüşmesi halinde haramlık hükmünün devam edip etmeyeceği ayrıntılı biçimde ele alınmış ve ortaya zengin bir doktrin çıkmıştır. Ancak fıkıh âlimlerinin konuya yaklaşımı belli örnekler üzerinde yoğunlaşan tartışmalarda kendini gösterir. Bu durum, klasik fıkıh literatüründe konuların hep meseleci yöntemle ele alınmış olmasının bir sonucudur. İslâm dininin temel yasakları arasında yer alan şarap ve domuz etinin başka maddelerle karışımı ve dönüşümü bu tartışmaların yoğunlaştığı ilk konulardır. Şarabın, içine herhangi bir madde katılmadan bekleme vb. bir sebeple kendiliğinden sirkeye dönüşmesi halinde temiz olacağında görüş birliği vardır. Dışarıdan bir madde katılmak suretiyle sirkeye dönüştürülmesi durumunda ise Hanefîler’e ve bazı Mâlikîler’e göre yeni elde edilen ürün dinen temiz ve helâldir. İstihâle kavramına Hanefî literatüründe diğer mezheplere göre çok daha geniş yer verilmiştir. Ebû Yûsuf, necis olan maddelerin dönüşüme uğrasalar dahi menşei itibariyle necis sayılacaklarını söylerken Ebû Hanîfe ve Muhammed bunların istihâle yoluyla temiz bir nitelik kazanacağını kabul eder. Mezhep içerisinde günlük hayatta sıkça karşılaşılan, kaçınılması büyük güçlüklere yol açacak derecede yaygınlık kazanmış olaylar (umûmü’l-belvâ) mazeret hali ve hafifletici sebep sayıldığından, ayrıca kolaylaştırma ilkesi de göz önüne alınarak ikinci görüş tercih edilmiş ve fetvaya esas olmuştur. Hanefîler’in yanı sıra Mâlikîler, Ca‘ferîler, Zeydîler, ayrıca İbn Hazm, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi âlimler de istihâlenin necis maddeleri temiz hale çeviren fonksiyonunu kabul ederken Şâfiîler ve ağırlıklı olarak Hanbelîler istihâlenin bu fonksiyonunu kabul etmez.
İstihâleye olumlu sonuç bağlayanlar görüşlerini, şâriin bir maddenin necis olmasını sahip olduğu yapısal duruma bağladığı ilkesiyle açıklamaktadır. Maddenin yapısında gerçekleşen dönüşüm necâset niteliğini de değiştirir. Buna göre klasik fıkıh kaynaklarında sıkça verilen örnekler olarak şarabın sirkeye dönüşmesi, domuz ya da eşeğin tuz gölüne düşerek/atılarak tamamen eriyip tuza dönüşmesi, gübrenin yanarak kül haline gelmesi, içine necis bir maddenin düştüğü zeytinyağının sabuna dönüşmesi sonucu ortaya çıkan maddeler farklı bir mahiyet kazandığından dinen temiz hale gelmiştir. Özellikle Hanefî fakihlerinin istihâle konusunda iki ayrı değişim üzerinde durdukları görülür. Anılan örneklerdeki gibi yapı değişikliğinin gerçekleşmesi halinde necis maddelerin temiz hale geldiği kabul edilmektedir. Buna karşılık üzüm suyunun pekmeze, susamın öğütülerek tahine, buğdayın una ve unun ekmeğe, sütün peynire dönüşmesi gibi örneklerde yapı değişimi değil nitelik değişimi söz konusudur. Dinen necis bir maddenin uğrayacağı böyle bir nitelik dönüşümü ise onları temiz hale getirmez. Dönemin bilgi birikimiyle de sıkı bağlantısı bulunan bu açıklamalar karşısında bazı çağdaş müellifler, istihâle konusunda sağlıklı bir kanaate varabilmek için fakihlerin yapı değişimi ve nitelik değişimi çerçevesinde verdikleri örneklerin kimya uzmanları tarafından incelenerek değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir. Pozitif bilimin bu örneklerden hareketle ortaya koyacağı verileri esas alıp hangi tür dönüşümlerin yapısal, hangilerinin niteliksel olduğu belirlenmeli, bunların arasındaki ayırım bilimsel bir temele dayandırılmalıdır. Ancak o zaman istihâlenin şartları ve dinî hükme etkisi belirgin duruma gelebilir.
Klasik doktrinde belli örnekler üzerinde yoğunlaşan yaklaşımlar ve getirilen münferit çözümler, günümüz fıkıh âlimleri arasında yeni gelişmelerin ve dönüşüm örneklerinin hangi grupta yer alacağı, bu konuda ilke ve kriterin ne olacağı hususunda farklı değerlendirmeler yapılmasına yol açmıştır. Zamanımızda bazı müellifler istihâleyi, bir birleşik cisimden madde ayrılması ya da madde eklenmesi suretiyle gerçekleşen kimyasal reaksiyonla özdeşleştirmişlerdir (Gündüz, s. 81). Ancak klasik kaynaklarda nitelik değişimi bağlamında verilen örnekler her kimyasal reaksiyonun dinen geçerli bir istihâle sayılmayacağını ortaya koymaktadır. Bazı müellifler ise geçerli bir istihâlenin bir molekülü elementlerine veya kimyasal kökenlerine ayırması işlemiyle gerçekleşeceğini, bu işlemden sonra ortaya çıkan ürünün nitelik bakımından ham maddeden farklı olması gerektiğini söylemişlerdir. Bu iki ölçütü taşıyan kimyasal dönüşümlerin geçerli bir istihâle olacağı ifade edilirken buharlaşma gibi fiziksel değişimlerin de istihâle sayılacağı ileri sürülmüştür. Bu yaklaşımda özelliklerin değişmesine vurgu yapılmaktadır (Çeker, s. 18-21). Bunun yanında, geçerli bir istihâle için ortaya çıkan maddenin kaynağının tesbitine imkân vermeyecek ölçüde değişime uğramış olmasını şart koşan müellifler de vardır (Çayıroğlu, s. 278-279).
İstihâle konusu günümüzde, dinen temiz sayılmayan bazı maddeleri dönüşüme uğratmak suretiyle bunların gıda ve ilâç sanayiinde kullanılıp kullanılamayacağıyla ilgili sorunların odağında yer almakta, bu yeni maddenin dinî hükmü de dönüştürme işlemlerinde fıkhî anlamıyla bir istihâlenin gerçekleşip gerçekleşmediğine bağlı olarak belirlenmektedir. Meselâ Mustafa Ahmed ez-Zerkā kandaki bazı maddelerin işlenmesi ile elde edilen hormon ilâçlarının kullanılabileceği, bu ilâçlara kaynak teşkil eden maddelerin geçirdiği kimyasal değişim neticesinde artık “akıtılmış kan” özelliği taşımadığı görüşündedir (Fetâvâ, s. 233-234). İstihâle kavramı çerçevesinde gündeme gelen en tartışmalı konulardan biri domuz menşeli ham maddeden elde edilen jelatin vb. ürünlerle ilgilidir. Bir kısım âlimler, istihâlenin gerçekleştiğini ileri sürerek domuz kökenli ürünlerin kullanılabileceği görüşünü savunur ve bazı kimya uzmanlarının fikrine dayanarak domuz kökenli jelatinin geçerli bir kimyasal dönüşüm geçirdiğini ve kullanılmasının helâl olduğunu ileri sürer. Ayrıca sabun, diş macunu vb. domuz katkısı bulunan ürünlerde de kimyasal dönüşüm gerçekleştiğini, bunları kullanmakta da bir sakınca olmadığını belirtir. Bu çerçevede bir kısım müslüman ilim adamları, özellikle Avrupa’daki müslümanlara yardımcı olmak amacıyla kimya uzmanlarının istihâle işlemiyle kullanılabilecek hale gelen domuz kökenli ürünlerin envanterini çıkarmalarını teklif ederler (Yûsuf el-Kardâvî, III, 678). Şeker hastalığının tedavisi için domuz menşeli insülin kullanımında da zaruretten dolayı cevaz verilmektedir (Vehbe ez-Zühaylî, IX, 664). Buna karşılık kimi çağdaş müellifler, özellikle jelatin söz konusu olduğunda domuz kökenli ürünlerin istihâle hükmüne tâbi tutulmasına olumlu yaklaşmamakta, jelatinin üretim sürecinde tam bir dönüşümün gerçekleşmediğini ileri sürmektedir. Kolajenin jelatine dönüşümündeki değişim, sıvı yumurtanın kaynatılarak katı yumurta haline gelmesine benzetilmiştir. Bu görüşü benimseyenlere göre buradaki tek işlem alfa sarmal yapısındaki hidrojen bağının değişmesidir. Ancak bu işlem yumurtayı farklı bir madde haline getirmemiştir. Dolayısıyla kolajenin jelatine dönüşümünde sadece fiziksel ve kimyasal özelliklerde farklılaşma meydana gelmektedir. Sonuç olarak kolajenin kaynağı olan hayvan helâl değilse jelatin de helâl değildir (Ahmed Sakr, s. 47; Yetim, s. 86-93).
Günümüz fıkıh âlimleri arasında görülen, özellikle domuz kökenli ürünlerde dönüşümün ne ölçüde gerçekleştiğine, bunların kullanım haramlığının devam edip etmediğine dair fikir ayrılığı, esasen klasik dönem fakihlerinin yapı ve nitelik değişimi ayırımının etkisinde cereyan etmektedir. Bu durumda, bir dönüşümden söz edebilmek için ilk maddenin niteliklerinin tamamen değişmesi gerekir, zira necis bir maddeyi temiz hale getiren istihâlede tam bir yapısal dönüşüm aranmaktadır. Bu açıdan bazı çağdaş müellifler, şarabın sirkeye dönüşmesi örneğini istihâleye olumlu sonuç bağlama konusunda isabetli görürken domuz kökenli ürünlerde istihâle kurallarını işletmeye olumlu yaklaşmaz. Çünkü şarabın ana maddesi olan üzüm suyu aslında helâldir, sarhoşluk verme özelliği kazanıp şaraba dönüşünce haram olmuştur. Sirkeye dönüşmesi neticesinde bu özellik ortadan kalkınca tekrar helâl bir madde haline gelir. Ayrıca “aynı (yapısı) itibariyle necis” kabul edilen domuz ve domuz kökenli maddelerin çeşitli kimyasal işlemlerle kullanılabilir duruma gelebileceğini istihâle kavramıyla açıklamak isabetli görünmemektedir. İstihâlenin gerçekleşip gerçekleşmediğiyle ilgili ihtilâflar ve gerçekleştiği var sayılarak verilen fetvaların tatmin ediciliği bir yana, bu kavram umûmü’l-belvâ ve kolaylaştırma temelli olup bir ara çözümü temsil etmektedir. Meseleye bu yönden bakan müelliflere göre, ara çözümün istihâleye uğrayan domuz yağının kozmetik ürünlerde kullanılmasına cevaz verecek şekilde genişletilmesi, ara çözüm durumundan çıkarak normal durum sınırlarını zorlamakta ve domuzdan kaçınmakla ilgili aslî tutumla bağdaşmamaktadır (Okur, s. 56-57). İstihâlenin temizleyici fonksiyonunu kabul etmekle beraber domuz kökenli ürünleri bu kapsamın dışında tutan ve bunu, yasaklanış amacı bilinmediğinden genişletici yoruma tâbi tutulması mümkün olmayan “taabbüdî hüküm”ler grubunda gören müelliflerde de aynı bakış açısı söz konusudur (Çeker, s. 21).