Allah veya Resûlü’nün, sübûtu ve delâleti kesin olan delillerle emrettiği fiillere “farz” denir. Diğer bir ifade ile, dinimizce yapılması kesinlikle emredilen şeye Farz denir. Farz, yapılıp terkedilmemesi kesin delil ile sabit olan bir fiildir ki yapılması ilmen ve amelen gereklidir, inkâr eden dinden çıkar, özürsüz terkeden fâsık olup azabı hak eder. Buna göre farzlar, başka anlama gelme ihtimali bulunmayan âyet, mütevâtir veya meşhûr hadis, ya da icmâ gibi kesin delillerle sabit olur. Beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucu tutmak ve şartlarını taşıyanlar için zekat vermek ve hac yapmak bu niteliktedir. Bunların farz oluşu konusunda, hem açık âyetler vardır, hem de Hz. Peygamber’in mütevâtir veya meşhur hadis gücünde söz ve uygulamaları bulunmaktadır.
Farza Örnek
Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi.
Farzın hükmü, Yapılırsa büyük sevab vardır. Özürsüz olarak terk edenler, dünyada huzur bulamayıp iç sıkıntısından kurtulamadıkları gibi âhirette de çetin azaplara çarptırırlar. Farzın inkârı Müslümanı dinden çıkarır. Farz ikiye ayrılır: Farz-ı ayn ve farz-ı kifâye.
Farz-ı Ayn: Her Müslümanın ayrı ayrı yerine getirmesi gereken mükellefiyetlerdir. Bunlar, bir Müslümanın yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşmez. Mesela namaz ve oruç ibadetleri istisnasız her Müslüman’ın yapmak zorunda olduğu, dinî birer vecibedir.
Farz-ı Kifâye: Yerine getirilmesi her Müslümana ayrı ayrı borç olmayan, Müslümanlardan bazısının yapmasıyla diğerlerinden borçluluk hâli kalkan farzlardır. Eğer bu gibi farzları, hiç kimse yapmazsa, herkes mesul ve günahkâr olur. Bir Müslümanın cenaze namazını kılmak gibi. Cenaze namazının bazı Müslümanlâr tarafından kılınması, diğer Müslümanlar üzerinden mükellefiyetin kalkması için yeterlidir. Ancak, hiç kimse kılmayacak olsa, tüm Müslümanlar mesuliyet altına girmiş olurlar. Farz-ı kifâyenin sevabı, sadece yapana aittir. Tamamen terkinden dolayı gelen günah ise bütün Müslümanlarındır.