Hafîz, İslâm geleneğinde Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezbere bilen kişi demektir. Hafız kelimesi Arapçada “korumak, ezberlemek, ihinde tutmak, muhafaza etmek, saklamak” anlamına gelen “h-f-z” kökünden türemiş bir sıfattır ve “koruyan, ezberleyen” demektir. Hâfız Allah’ın güzel isimlerinden biridir.
Hafızlıkla ilgili hadisler
Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber -aleyhisselâm-:
“–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu.
Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz -radıyallâhu anh- taşıdı. (Vâkıdî, III, 1003)
♦♦♦
Nâfi bin Abdi’l-Hâris, Usfan’da Ömer -radıyallâhu anh-’a rastlamıştı. Hazret-i Ömer onu Mekke’ye vâli tâyin etmiş olduğu için:
“-Mekkelilerin başına kimi bıraktın?” diye sordu. O:
“-İbn-i Ebzâ’yı!” dedi.
Hazret-i Ömer:
“-İbn-i Ebzâ kimdir?” diye sorunca Nâfî:
“-Âzâd ettiğimiz kölelerden birisidir.” dedi.
Ömer -radıyallâhu anh-’ın:
“-Yerine bir âzatlıyı mı bıraktın?” sorusu karşısında ise şu ibretli cevâbı verdi:
“-O, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve farzlarını da iyi bilir.”
Bunun üzerine Hazret-i Ömer hayrânlık içerisinde:
“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«Allâh şu Kur’ân ile birtakım kimselerin kıymetini yükseltir; bazılarını da alçaltır.» buyurmuştu!” dedi. (Müslim, Müsâfirîn, 269)
♦♦♦
“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin:
Peygamber sevgisi,
Ehl-i Beyt sevgisi,
Kur’ân kıraati…
Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.” (Münâvî, I, 226)
Kur’ân eğitimi, küçük yaşlardan îtibâren îtina ile yerine getirilmesi îcâb eden bir vazîfedir. Zîrâ çocuğun kulakları Kur’ân’ın sesine, kalbi Kur’ân’ın dünyâsına âşina olmalıdır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
♦♦♦
“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ân’ın feyziyle nûrlanır.)” buyurmuştur. (Ali el-Müttakî, I, 532)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendileri de, Abdülmuttalib Oğulları’ndan bir çocuk güzel konuşmaya başladığında, ona İsrâ Sûresi’nin 111. âyetini yedi defa okutarak öğretirdi. (Abdurrezzak, el-Musannef, Beyrut 1970, IV, 334; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, Haydarabad 1976, I, 348.)
Evlatlarımız öz varlığımızın devamı olan hayat zînetleridir. Onlar, İslâm fıtratı üzere yaratılarak anne-babalarına emânet edilmişlerdir. Bundan dolayı çocukların maddî yapıları ile birlikte rûhî hayatlarını da geliştirip istikametlendirmek, anne-babaların en mühim vazifesi ve Hak katındaki mes’ûliyetidir.
Bir mü’minin evlâdına bırakabileceği en kıymetli ve hakîkî mîrâs, ebediyet zenginliğidir. Evlâtlara fânî lezzetler değil solmayan, eskimeyen, pörsümeyen bir ebedî saâdetin yolu gösterilmelidir. Bunun ilk şartı da onların Kur’ân-ı Kerîm ile fiilen ve fikren ünsiyetlerini (kaynaşmalarını) sağlamaktır. Bu hakîkati ifâde etmek üzere Peygamber Efendimiz: “Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21) Dolayısıyla bir mü’min, hayat boyu Kur’ân-ı Kerîm’in talebesi ve yaşayabildiği kadar da bildiklerinin hocası olmakla mükelleftir.
♦♦♦
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’nda:
“…Size öyle bir emânet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emânet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsinin Sünnet’idir…” (Hâkim, I, 171/318) buyurmuştur.
♦♦♦
Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:
“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sayede o kimseyi cennetine koyar. Ailesinden hepsi cehennnemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)
♦♦♦
Enes -radıyallâhu anh-:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” demiştir. (Müslim, Mesâcid, 302) Çünkü Bi’r-i Maûne şehîdlerinin hemen hepsi de Ashâb-ı Suffe’den olup, Allâh Rasûlü’nün mânevî terbiyesi altında yetişmiş (Kurrâ Hâfız) Kur’ân ve sünnet muallimiydiler.
♦♦♦
Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Gazvesi’nde şehîd düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde bir araya getirtmiş:
“–Bunların hangisi daha çok Kur’ân bilirdi (Kur’ân’ı yaşardı)?” diye sormuş ve şehîdlerden hangisi gösterilirse, onu kıble tarafına koymuştur. (Buhârî, Cenâiz, 73, 75)
♦♦♦
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.” (Münâvî, I, 226)
♦♦♦
İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)
♦♦♦
Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21)
♦♦♦
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn 269)
♦♦♦
Ebû Mûsa radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şu Kur’an’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.” (Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ân 23; Müslim, Müsâfirîn 231)
♦♦♦
Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, Kur’ân-ı Kerîm hafızlarının bu ilâhî kelâmdan nasıl müteessir olmaları lâzım geldiğini şöyle ifâde eder:
“Kur’ân’ı ezberlemiş olan kimse, insanlar uykuda iken gece kalkıp ibâdet etmesiyle, halk yemek yerken oruç tutmasıyla, başkaları sevinip eğlenirken akıbeti için kederlenmesiyle, insanlar gülerken kulluktaki acziyetinden dolayı ağlamasıyla, halk birbiriyle konuşurken sükûtuyla, insanlar kibirlenirken tevâzuuyla tanınmalıdır. Kur’ân’ı ezberlemiş birisinin ağlaması, üzgün durması, vakarlı ve bilgili olması, tefekkür ve sükût hâlinde bulunması îcâb eder. Kur’ân ehli; katı yürekli, gafil, çığırtkan ve hemen öfkelenen biri olmaktan da sakınmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 130)
♦♦♦
Ebû Ömer, Kur’ân hafızını şöyle tarif etmekteddir:
“Kur’ân hafızları Kur’ân’ın hükümlerini, helâl ve haramını bilen ve içindekilerle amel edenlerdir.” (Kurtubî, I, 26)