Cevher, kelâm âlimlerine göre bizzat önemli ve sonradan var olmuş bir mahiyetten ibarettir. Vücudumuzun herhangi bir parçası bir cevherdir. Bu parçaların bir araya gelmesinden de cisimler vücuda gelir. Ruhumuz ve aklımız da birer cevherdir.
Müslüman filozoflarına göre cevher, bir mevzuda bulunmayan, mevcut bir varlığı mümkün olandan ibarettir. Bir cevher başka bir cevhere karışırsa “sûret” adını alır. Bu şekilde başka bir cevhere mahal olan cevhere de “heyûlâ” denir. Sûret ile heyûlâdan oluşan cevhere ise “cisim” adı verilir.
Kelâm âlimlerine göre araz, bizzat önemli olmayıp başka bir mekân ile ayakta duran, sonradan var olmuş bir mevcuttan ibarettir. İslâm filozoflarına göre araz bir mahiyettir ve hariçte görülebilmesi için bir konu ile ayakta durması gerekir. Renkler, hareketler ve sükûnlar (hareketsiz duruşlar) araz türünden şeylerdir.
Cevher, bir şeyin maddesi demektir. Araz ise, o maddenin varlığın bağlı olarak ortaya çıkan bir özelliktir. Mesela: demir bir cevherdir; onun sertliği ise bir arazdır. Gümüş bir cevherdir, onun beyazlığı ise bir arazdır.
Diğer bir ifadeyle, varlıkta kalabilmesi için başka bir şeye muhtaç olmayan maddeler cevherdir, başka şeye muhtaç olan hassalar, özellikler, sıfatlar arazdır. Meselâ elma, altın birer cevherdir. Bunların rengi, kokusu, şekli ise arazdır. Renk cisim ile vardır, onun üzerinde görünür, cisim olmazsa, renk olmaz. Kâinatın tamamı cevher ile arazdan meydana gelmiştir.
Bu gerçeği kavradıktan sonra, cevher ile arazın ezeliyetinden söz etmenin mümkün olmadığı kolayca anlaşılır. Çünkü cevher de araz da sonradan var edilmişlerdir.