Vasiyet “bir kimsenin yokluğunda veya ölümünden sonra bir işin kendi arzusuna uygun bir şekilde yapılmasını bir başkasından istemesidir.” Böyle bir hareket dinimize göre caiz, hatta lüzumludur. Vasiyetin dinî hükmü mendup “övülen bir iş” olmasıdır. Diğer bir ifade ile vasiyet; bir kimsenin, kendisinin ölümünden sonra yapılmasını istediği ve yerine getirilmesi gereken şey ya da şeylerdir.
Bir adam vasiyetini malının tamamı üzerinden değil, ancak üçte biri içinden yapabilir. Daha fazlası için mirasçılar isterlerse bunu yerine getirebilirler.
Bir kimse “benim malımdan, öldükten sonra şu kimselere şu kadar mal verin, yahut benim hayrıma bir çeşme, cami, Kur”an kursu yaptırın” gibi sözlerle vasiyette bulunabilir. Bu gibi istekleri yerine getirmek mirasçıya düşer. Ancak vasiyet eden kimse öldükten sonra önce var ise borçları ödenecek, daha sonra isteği yerine getirelecektir. Vasiyet eden kimseye mûsi, mal üzerindeki tasarruf yetkisini kullanan kimseye vasî denilir.
Sevgili Peygamberimiz vasiyetin her zaman hazır bulundurulmasını, çünkü insanın ne zaman ölçeğinin belli olmadığını belirtmiş, vasiyetlerin yerine getirilmesini emretmişlerdir.
Vasiyet, tüm İslâm müctehidlerine göre meşrûdur. Meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir; Bakara sûresinin 180. âyetinde: “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah’tan korkanlar üzere bir borçtur’; 240. âyetinde de: “İçinizden ölüp de dul eşler bırakanlara gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar bıraktıkları terikeden faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, iyilikle kendileri hakkında yaptıklarından size bir günah yoktur. Allah azîzdir hakimdir” buyurulmaktadır. Nisâ sûresinin 11 ve 12. âyetlerinde de ölenin bazı yakınlarının mirastaki hisseleri belirtilirken, bu hisselerin borçlar ödendikten ve vasiyetler tenfiz edildikten sonra hak sahiplerine ödeneceği beyan edilmektedir.
Hz. Peygamber’in hadislerinde de vasiyet teşvik edilmiştir. Mesela İbn Ömer’den rivayet edilen bir hadiste: “Bir Müslümanın vasiyet etmek istediği bir şey olup da, vasiyeti yastığının altında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir” buyurmaktadır (Buharî, Vesâya, 1; Müslim, Vesâya,1-4; İbn Mâce, Vesâyâ, 2). Hz. Peygamber bir başka hadisinde de: “Âllah (c.c) size, amellerinize ziyade olarak ölümünüz esnasında mallarınızın üçte birini tasadduk etti (vasiyet etme yetkisi verdi)” buyurmuştur (İbn Mace, Vesâyâ, 5; Zeylaî, Nasbu’r Râye, IV, 399, 400).
Bu âyet ve hadislerin delaleti doğrultusunda İslâm alimlerinin tümü vasiyetin meşruluğunda ittifak etmişlerdir. Dolayısıyla vasiyet İcma ile de meşrudur (Merginânî, el-Hidâye, IV, 232; İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 444).
Vasiyetin Hükmü Prensip olarak vasiyet müstehap (Merğınanî, a.g.e., IV, 231) veya menduptur (Zuhaylî, a.g.e. VIII,11). Yukarıdaki âyet zahiren vasiyetin farz olması gerektiği izlenimi verebilir. Çünkü âyet-i kerimede vâsiyetin Allah’ın kullar üzerinde bir hakkı olduğu vurgulanmaktadır. Ancak ulema bu âyetin, daha sonra inen miras âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Bu âyetin mensuh oluşunun delili sahabelerden bir çoğunun vasiyette bulunmamalarıdır. Çünkü eğer vasiyet farz olsaydı sahabelerin bunu terketmeleri mümkün olmazdı. Zaten İbn Abbas ve İbn Ömer vasiyetin farz olacağı izlenimini veren bu âyetin mensuh olduğunu söylemişlerdir (Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12).
Vasiyetler dînî açıdan beş grupta toplanırlar:
a- Vacip vasiyetler: Bir Müslümanın hayatında iken ödemesi gereken ama ödeyemediği borçlarını veya başkasına ait hakları -bu borçlar Allah hakkına taalluk edebileceği gibi kul hakkı da olabilir- ödenmesi veya sahiplerine verilmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Dolayısıyla elinde birisine ait emanet mal bulunan, birisine borcu olup, borcun varlığına dair şiir vesîka bulunmayan kişinin bu emanetlerin sahiplerine verilmesini, borçların ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Aynı şekilde, hac, zekat, oruç gibi ibadetler kendisine farz olduğu halde eda edemeyenler, üzerinde keffaret borcu olanlar hac ve zekâtın edasını, orucun fidyesinin verilmesini, kefaretlerin ödenmesini vasiyet etmek zorundadırlar (İbn Kudâme, a.g.e., VI, 444; İbn Abidîn, Reddu’l-Muhtar, VI, 648, haylî, a.g.e., VIII, 12).
b- Müstehap vasiyetler: Hali vakti yerinde olan kişinin, varis olmayan akrabalarına, yoksullara ve hayır kurumlarına vasiyette bulunması müstehaptır.
c- Mübah vasiyetler: Akrabalardan veya yabancılardan zengin olanlar için vasiyette bulunmak mübahtır.
d- Mekruh vasiyetler: Fakir varisi olanların, mallarını vasiyet etmeleri ittifakla mekruhtur. Ayrıca Hanefilere göre, kim olursa olsun fisku fücur ehline vasiyette bulunmak da tahrimen mekruhtur.
e- Haram olan vasiyetler: Haram bir işin yapılması için vasiyette bulunulması ittifakla haramdır. Mesela, bir Müslümanın kilise yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram olan bir şeyi vasiyet etmesi haramdır. Bu tür vasiyetlere uyulmaz. Ayrıca meşru cihetlere bile olsa malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesi de caiz değildir. Şayet vasiyet edilmişse, varislerin, malın üçte birisinden fazla olan kısmında bu vasiyete uymaları mecbur değildir. Ancak, isterlerse uyabilirler. Hambelilerdeki sahih görüşe göre bu tür bir vasiyet mekruhtur (İbn Kudâme, a.g.e., VI, 445; Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12, 13).
Vasiyetin Rüknü Ebu Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre vasiyetin rüknü; hibe, alım satım, icare vs. akitlerde olduğu gibi, icap ve kabuldür. Yani, mûsî vasiyette bulunacak, mûsa leh de kabul edecektir. Mûsa lehin kabûlünün bulunmaması halinde vasiyet tamamlamış olmaz. Mûsa lehin kabulü, sarahaten olabileceği gibi, kabul veya red etmeden ölmesi durumunda olduğu gibi delâleten de olabilir. Vasiyetin kabulü ancak, mûsînin ölümünden sonra olur (Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâî, VII, 331). İmam Züfer’e göre ise, vasiyetin rüknü sadece icaptır. Mûsînin vasiyetini mûsa lehin kabul etmesi gerekmez. Çünkü, musa lehin durumu varisin durumu gibidir. Nasıl varis mîrası red imkânına sahip değilse, musa leh de vasiyeti reddetme imkânına sahip değildir (Haskefı, Dürrü’l Muhtac VI, 650).
Vasiyette icab ve kabul, vasiyet kelimesi ile olabileceği gibi vasiyete delâlet eden başka kelimelerle veya yukarıda belirtildiği gibi delâleten de olabilir. Bu hüküm Hanefilere göredir. Cumhura göre ise delâleten kabul olmaz, mutlaka sözle yapılması gerekir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18).
Vasiyetin tahakkuku için kabulün şart olduğu görüşüne göre, kabul veya reddin fevrî (îcabın hemen peşinden) olması şart değildir. Mûsa leh, vasiyyeti, mûsînin ölümünden sonra olması kaydıyla ve reddetmemişse uzun süre sonra da kabul edebilir. Şafiîlere göre mûsa lehin kabul veya red ettiğine dair bir şey söylememesi durumunda vârisler ondan görüşünü açıklamasını talep edebilirler. Bu isteğe rağmen, görüş açıklamaktan imtina etmesi durumunda bu, vasiyeti red sayılır. Vârislerin zarara uğramamaları bakımından Şafiîlerin bu görüşü tatbike daha elverişlidir. Mûsa leh, kendisine vasiyet edilen şeyin hepsini kabul veya red zorunda değildir. Hepsini kabul veya red edebileceği gibi bir kısmını kabul, bir kısmını reddetmesi de mümkündür (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18, 19).
Prensip olarak mûsa leh vasiyeti kabul veya red ettikten sonra bu tasarrufundan rucû edemez. Ancak, varisler buna icazet verirlerse rucû caizdir. Varislerin hepsi veya birisi, mûsa lehin kabulden sonra rucunu kabul ederlerse vasiyet reddedilmiş olur, mal varislere geri döner. Şâfiî ve Hanbelilere göre mûsa leh vasiyeti kabul edip kazbettikten sonra artı geri dönemez.
Vasiyetin Şartları
Vasiyetin sahih olması için, mûsîde, mûsâ lehte ve mûsâ bihte bulunması gereken bir takım şartlar vardır;
a- Mûsîde bulunması gereken şartlar:
1- Mûsî (vasiyette bulunan şahıs), teberrua ehil olmalıdır. Buna göre, mûsî, âkil, bâliğ ve hür olmalıdır. Mûsînin akıl sahibi olması gerektiğinde ulema arasında her hangi bir görüş ayrılığı yoktur. Definin, bunağın ve baygının vasiyeti ittifakla caiz değildir. Büluğ konusu ise ihtilafladır. Hanelî ve Şâfiîlere göre mûsînin baliğ olması şarttır. Mâlikî ve Hanbelilere göre şart değildir. Onlara göre mümeyyiz olan çocuğun (on yaşı temyiz çağı kabul ediyorlar) vasiyetleri geçerlidir.
Sefahet sebebiyle kendisine hacr konulmuş olan mahcudun vasiyeti temelde ittifakla caiz olmakla birlikte bazı teferruatta mezhepler arasında ufak tefek görüş ayrılıkları vardır. Hanefilere göre mahcurun vasiyetinin geçerliliği, vasiyetin fakirlere veya bir hayır kurumuna olması ile kayıtlıdır. Zengin için yapacağı vasiyet geçerli değildir. Diğer mezheplere göre ise böyle bir şart yoktur. Ancak Şâfiîlere göre iflas sebebiyle hacr edilenin vasiyetinin cevazı, alacakların icazetine bağlıdır.
Sarhoşun vasiyeti Şâfiilerin dışındaki ulemaya göre mutlak olarak geçerli değildir. Çünkü aklı başında değildir. Şafiilere göre ise haram bir şeyden dolayı sarhoş olanınki sahihtir.
Kâfirin vasiyeti ittifakla caizdir (Merğınanî, a.g.e., IV, 234 vd., İbn Kudâme, a.g.e, VI, 558 vd., Zühayli a.g.e, VIII, 24 vd).
2- Mûsî, vasiyet ettiği mala malik olmalıdır. Bir kimsenin kendisine ait olmayan bir malı vasiyet etmesi caiz değildir.
3- Mûsî vasiyeti kendi rızası ve hür iradesi ile etmiş olmalıdır. İkrah, şaka veya hata ile yapılmış olan vasiyetlerin geçerliliği yoktur.
b- Mûsâ lehle (Kendisine vasiyet edilen kişi) ilgili olan şartlar:
1- Mûsâ leh, mevcut olmalıdır. Ana karnındaki cenin de mevcut sayıldığı için, cenine yapılan bir vasiyet geçerlidir.
2- Mûsa leh belli olmalıdır. Kim olduğu bilinmeyen meçhul bir şahsa vasiyet caiz değildir.
3- Mûsa leh mal edinmeye müstehak birisi olmalıdır. Dolayısıyla köle için yapılan vasiyet geçerli sayılmamıştır.
4- Mûsa leh, musî’in katili olmamalıdır. Mûrisi öldüren katil, mirastan mahrum olduğu gibi, mûsîsini öldüren mûsa leh de vasiyetten mahrum edilir. Bu görüş, Hanefî ve Hanbelîlere göredir. Şâfiî ve Mâlikîlere göre katile vasiyet yapılabilir.
5- Mûsa leh, mûsînin vârisi olmamalıdır. Vârise vasiyet caiz değildir. Şayet birisi vârisine vasiyette bulunmuşsa, bu vasiyetin geçerliliği diğer varislerin rızasına bağlıdır.
6- Mûsa leh, haram bir cihet olmamalıdır. Kumar salonu yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram bir cihet için yapılmış olan vasiyetler ittifakla geçersizdir. Vasiyet ciheti aslında mübah olmakla beraber, bir masiyete vesile olabilecek cinsten ise -fasıkların fısklarını icra edebilmeleri için yardımlaşmalarını sağlayacak bir tesis inşası gibi- Hanefi ve Şafiilere göre geçerli, Mâlikî ve Hanbelilere göre batıldır.
c- Musa bihte (Vasiyet edilen şeylerde) bulunması gereken şartlar:
1- Musa bih mal olmalıdır. Mal, taşınır ve taşınmaz bir mal olabileceği gibi, hak ve menfaat da olabilir. Bir kimse mesela evinin mülkiyeti varislerinin olması şartıyla, süknâsını (içerisinde oturma hakkı) bir başkasına vasiyet edebilir.
2- Mûsa bih olan mal, mütekavvim (Müslümanlar katında değeri olan bir mal) olmalıdır. Bir Müslümanın başka bir Müslüman için şarap, domuz gibi mütekavim olmayan bir şeyi vasiyet etmesi caiz değildir. Aynı şekilde, bir kimsenin ölümünden sonra peşinden ağıt okunması için vasiyette bulunması caiz olmaz.
3- Temlîki kabil olmalıdır. Bundan maksat; vasiyet edilen alın şer’î akitlerden bir akitle sahip olunması sahih bir mal olmalıdır. Binaenaleyh, henüz ana karnına düşmemiş bir yavruya vasiyet caiz değildir.
4- Vasiyet edilen mal muayyense, vasiyet edilirken, mûsînin mülkü olmalıdır.
5- Mûsa bihin masıyet veya şer’an haram olan bir şey olmaması gerekir. Meselâ kabrin gösterişli bir şekilde yapılması için vasiyette bulunmak caiz değildir.
6- Mûsînin varisi varsa, mûsa bih terikenin üçte birinden fazla olmamalıdır. Şayet üçte birden fazla olursa, fazla olan miktardaki vasiyetin edası varislerin icazetine bağlıdır. Bu Hanefilerin görüşüdür. Şâfiî, Mâlikî, ve Hanbelîlere göre ise, mûrisin varisi olmasa bile terikenin üçte birini aşan miktardaki vasiyet batıldır. Çünkü bu durumdaki birinin malında tüm Müslümanların hakkı vardır (Merğınânî, a.g.e., IV, 232; İbn Kudâme, VI, 563; Mevsılî, el-İhtiyar li Ta’lili’l-Muhtâr, V, 62; Bilmen, a.g.e., 122-127; Zühaylî, a.g.e., VIII, 26-53).
Vasiyetin Hukuki Hükümleri
Vasiyet, bütün alimlere göre lâzım (bağlayıcı olmayan) bir akittir. Çünkü bir teberrudur. Vasiyette bulunan vasiyete karşılık bir şey almamaktadır. Dolayısıyle, ister sağlıklı halinde, ister hastalık halinde vasiyet etmiş olsun, istediği zaman vasiyetinin tamamından veya bir kısmından dönebilir (İbn Kudâme, a.g.e., IV, 518; Zeylaî, Tebyinü’l-Hakaik, VI,186; Meydanî, el-Lilbab Şeriru’l-Kitap IV, 178; Şirbînî; Muğni’l-Muhtâc, III, 71, 72).
Şartlarını haiz olan bir vasiyet sahihtir. Vasiyet mutlaksa, musî öldüğünde ve musa leh kabul ettiği andan itibaren, bir zamana veya şarta bağlı ise şartın tahakkuku ve zamanın gelmesinden itibaren vasiyet edilen mala malik olur. Vasiyetin infazı miras taksiminden önce gelir. Ölünün bıraktığı terikede yapılacak ilk işlem, techiz ve tekfin, sonra borçların ödenmesi, peşinden de vasiyetlerin infazıdır (Seyyid Şerif Cürcânî, Şerhu Feraizi Siraciyye, 2-5).
Mûsa bih muayyen bir mal ise sadece ona bağlıdır. Dolayısıyla henüz mşa lehin eline geçmeden telef olursa vasiyet de batıl olur. Mûsînin başka malları olsa o mallarla mûsâ lehin hiç bir ilgisi yoktur. Vasiyet, bir mal çeşidinin belirli bir oranı ise, vasiyet edildiği esnada mevcut olan mala taalluk eder.
Vasiyye bil’l-menfaa
Hanefilere göre menfaatten maksat, bir kölenin hizmeti, bir evde oturma hakkı ve geliri, bahçe ve tarlanın ürün ve kirasıdır (Kasânî, a.g.e., VII, 352).
Dört mezhep imamına göre menfaatin vasiyeti caizdir. Daha önce aynıların vasiyetinde vasiyet edilen malın terikenin üçte birinden fazla olmayacağına değinilmişti. Bu oranın, menfaatte nasıl takdiri yapılacaktır? Bu konu mezhepler arasında değişik değerlendirilmiştir; Hanefîler ve Mâlikîler menfaati vasiyet edilen malın değerine bakarlar. Şayet bu mal terikenin üçte birini aşmıyorsa, süresi ne olursa olsun vasiyet uygulanır. Fakat, bu mal terikenin üçte birinden daha fazla olursa, üçte biri kadarı geçerli, kalanı geçersizdir. Yani bu mezheplere göre itibar, menfata değil, menfaati vasiyet edilen aynadır. Şafii ve Hanbelî mezheplerine göre, muteber olan, mal değil, malın vasiyet müddetindeki menfaatidir. Çünkü mûsa bih, menfaattir. Hanbelîlerden bir görüşe göre, müddetin sınırsız olması halinde, Hanefîlerde olduğu gibi aynın kıymetine itibar edilir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 86, 87).
Menfaatin elde edilmesi ya mûsa lehin bizzat kendisinin kullanması ile veya kiraya verip kirasını alması ile gerçekleşir. Şayet mûsi, vasiyet ederken bunlardan birisini kayıtlamamışsa, mûsâ leh dilediği şekilde istifade edebilir. Fakat, bir menfaat türü ile kayıtlamışsa Hanefilere göre bu kayda uymak zorundadır. Aksine hareket edemez. Dolayısıyle, kendisinin oturması için, oturma hakkı vasiyet edilen birisinin, evi kiraya vererek kirasını alması caiz olmaz. Şafii ve Hanbelîlere göre, musâ leh, böyle bir kayda uymak zorunda değildir. İstediği şekilde faydalanabilir.
Bir malın menfaati, mûsâ leh ile varisler arasında müşterek ise, dilerlerse malı kiraya verip kirasını bölüşürler, dilerlerse ve mal müsaitse malı aralarında bölüşüp her biri muayen bir kısmının menfaatini alır. Üçüncü bir yol olarak da malı münavebeli olarak kullanabilirler (İbn Âbidin, Reddu’l-Muhtar, VI, 691 vd.).
Vasiyet edilen menfaat geçici olabileceği gibi, süresiz de olabilir. Şayet belirli bir süreye münhasırsa veya sonu gelecek bir cihete ise malın kendisi mûsinin varislerine aittir. Sürenin bitiminde onlara döner. Fakat, bir malın menfaati sınırsız olarak ya da mutlak olarak vasiyet edilmiş ve mûsa leh sonu gelmeyen bir türdense o aynı vakıf hükmündedir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 92, 93).
İkinci Manada Vasiyet
Bir kimsenin, ölmeden önce küçücük çocuğuna ait malî işleri yapması veya terikesinde tasarrufta bulunması için birisini yetkili kılmasının, vasiyetin fıkıh ıstılahındaki ikinci manası olduğunu söylemiştik. Akıl hastalığı, bunama, akıl zaafı ve sefahat sebebiyle, bir kimsenin tasarruf yetkisi elinden alınmış ve işlerin yürütmesi için birisi tayin edilmişse buna da kayyum denilir. Kayyum vasi mesabesindedir (Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, II, 276). Şimdi de kısaca bu manadaki vasiyet üzerinde duralım.
Bir kimseyi, mallarında veya çocuklarının işlerinde tasarruf etmekte yetkili kılan kişiye mûsî, yetkili kılınan şahsa vasî veya musâ ileyh, bu zatın sahip olduğu sıfata da vesâyet denilir. Bu anlamda iki türlü vasî vardır:
1- Vasıyyi Muhtar: Kişi tarafından seçilmiş olan vasîdir. Yani, bir kimse ölümünden sonra bıraktığı terike veya çocukları ile ilgili işlerde tasarruf etmesi için birisini yetkili kılarsa buna vasiyi muhtar (seçilmiş vasî), vasiyyul-meyyit (ölenin vasîsi), vasiyyu’l-eb (babanin vasîsi) denilir.
2- Vasiyyi Mensup (tayin edilmiş vasî): Yukarıda söylenilen işleri yapabilmesi için hâkim tarafından tayin edilmiş olan vasîdir. Buna vasiyyu’l kadî (hâkimin vasîsi) da denilir (Bilmen, a.g.e., V, 6).
İslâm hukuku prensip olarak vasî tayin etme yetkisini babaya vermiştir. Şayet baba vefat etmeden önce birisini vasî seçmişse çocuğun mallarında tasarruf etmek onun hakkıdır. Şayet seçmemişse ve varsa, sıra dede (babanın babası) ve onun tayin ettiği vasîdedir. O da yoksa o zaman vasî tayini hâkimin salahiyetine girer. Demek oluyor ki, çocuğun malı üzerindeki tasarruf yetkisi sırayla, baba, babanın vasîsi, babanın vasîsinin vasîsi, dede, dedenin vasîsi, dedenin vasîsinin vasîsi ve hâkimin vasîsine aittir (Mecelle, madde, 974; Karaman, a.g.e., I,196). Anne, kardeş, amca gibi akrabaların küçüğün malı üzerinde tasarruf yetkileri yoktur (Karaman a.g.e., II, 276).
Vesayet, mûsinin icabı ve vasînin kâbûlü ve meydana gelir. Tek taraflı bir irade yeterli değildir, dolayısıyla vasînin kabulü şarttır. Vasînin, âkil, bâliğ, hür ve taarrufa ehil olması gerekir. Bir gayri müslimin, Müslüman üzerindeki vesayeti caiz değildir.
Vasînin, çocuğun malı üzerindeki tasarrufu, küçüğün menfaatının kesin veya muhtemel olmasına bağlıdır. Kesin zararına olan tasarrufları ise geçerli değildir. Buna göre, vasî, küçüğün malından hibe, tasadduk gibi bir yolla teberruda bulunamaz. Hibe ve sadaka kabulü gibi mutlak menfaat olan tasarruflara yetkilidir. Kâra da zarara da ihtimali olan alım satım gibi tasarruflarda gabni fahiş * derecede zararına olmayacak tasarruflarda bulunabilir (Karaman, a.g.e., II, 276). Şayet vasiyyi muhtarın küçüğün malındaki tasarrufunda hıyaneti görülürse, hâkim tarafından azledilir. Ama bir hıyaneti söz konusu olmazsa, bir görüşe göre azletemez, diğer bir görüşe göre azlederse geçerlidir fakat günahkar olur. Hâkim kendi tayin ettiği vasîyi ise istediği zaman ve hiç bir kayda bağlı olmadan azledebilir (Bilmen, a.g.e., V, 182).
Bir vasî vesayet işlerini tek başına görmekten aciz ise hâkim ikinci bir vasî tayin edebilir. Ayrıca baba veya dedenin de birden fazla kişiyi vasî tayin etmesi mümkündür. Bu durumda vasilerden birisinin tek başına tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Şayet bulunur da yetimin malı zayi olursa bu malı tazmin etmek zorundadır.
Vasiyi muhtar vesayeti kabul ettiği zaman, musînin vefatından sonra artık vesayeti terk edemez. Hâkimin tayin ettiği vasî ise istediği zaman kendisini vesayetten azledebilir. Ancak daha önce hâkime haber vermesi gerekir. Vasiyyi muhtar, ücret alamaz, vasiyyi mansup ise hakimin takdiri ile belirli bir ücret alabilir. Ancak, vasıyyi muhtarın da muhtaç olması kaydıyla yetimin malından yemesi caizdir (Bilmen, a.g.e., V, 205 ; Zûhayıs, a.g:e, VIII,148).
Vesayet, vasî tayin eden kişi veya mercinin azli, çocuğun büyümesi, zamana bağlı olan vesayetlerde sürenin bitimi, belirli bir iş için vasî kılınması halinde o işin yapılmış olması, vasînin aklını kaybetmesi, fıska mübtelâ olması ve ölümü ile sona erer (Zühaylî, a.g.e., VIII, 149).
Hadis Usülü Istılahında Vasiyet
Hadis usûlü ilminde Vasiyet, hadis tahammül yollarından birisidir. Sefere çıkacak veya ölmek üzere bir şeyh (hadis bilgini) in, rivayet etmekte olduğu bir kitabı bir şahsa Vasiyet ederek bırakması demektir. Bu ilimde, vasîyette bulunan şeyhe, mûsî, kendisine kitap bırakılan öğrenciye mûsa leh denilir.
Vesayet yoluyla hadis tahammülünün caiz olup olmadığı bu sahanın bilginleri arasında tartışmalıdır. İçlerinde Nevevî’nin de bulunduğu bir gruba göre caiz değil, bir başka gruba göre caizdir. Caiz görenler de bu yolu hadis tahammül şekillerinin en alt seviyesi olarak kabul etmişlerdir. Vasiyet yoluyla tahammülü kabul edenler, şeyhi bu vasiyetiyle öğrencisine muayyen bir şey vermiş, ve onun kendi rivayetlerinden birisi olduğunu kabul etmiş gibi telakki ederler. Vasiyet edilen bir kimsenin rivayet sırasında vasiyet edenin sözlerini fazla veya eksik olmadan aynen aktarması gerekir (Suyutî, Tedrîbu’r-râvî fı Şerhi Takribi’n Nevevî, II, 59, 60; Tehanevî, a.g.e., II,1526; Yaşar Kandemir, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, trc. 79, 80).