Peygamber Efendimize ilk vahiy nerede gelmiştir ve Peygamber Efendimize ilk vahiy ne zaman gelmiştir, Peygamber Efendimize ilk vahiy geldiğinde kime anlattı? İşte Peygamber Efendimize ilk vahiy gelişi hakkında bilgi.
Hz. Muhammed (sav) hayatının hiçbir döneminde putlara tapmamıştı. Otuz beş yaşından sonra da insanlardan uzaklaşıp ibadeti ve tefekkürle meşgul olmaya başladı. Bu amaçla ramazan ayında, yanına yiyecek ve içeceğini alarak Hira mağarasına gidiyordu. Yine, Hira’da bulunduğu sırada, 610 yılının Kadir gecesinde işittiği bir sesle irkildi. Karşısında, adının Cebrâil olduğunu söyleyen bir melek duruyordu. Melek, Allah’ın peygamberi olarak seçildiği müjdesini verdi ona. Tekrar belirtmek gerekirse; Hz. Peygambere ilk vahiy 40 yaşında iken, 610 yılının Ramazan ayında, Kadir gecesi (muhtemelen Ramazan’ın 27. gecesi) Nur dağındaki Hira mağarasında geldi. Cebrâil (as), Peygamber Efendimize “Oku!” dedi.
Hz. Peygamber (sav) “Ben okuyamam!” diye cevap verdi. Melek tekrar “Oku!” dedi. O yine “Ben okuyamam!” diye karşılık verdi. Melek bir daha “Oku!” diye seslendi. O bir kez daha “Ben okuyamam!” dedi. Sonunda Cebrâil, Alâk sûresinin ilk âyetlerini vahyetti ona. O da onunla birlikte tekrarladı bu âyetleri.
Meleğin okuduğu âyetler kalbine yazılmıştı. Melek daha sonra oradan ayrıldı. Hz. Peygamber (sav) korku ve şaşkınlık içindeydi. Hatta yaşadığı bu olay üzerine kendisi hakkında kuşkuya kapılmıştı. Acaba bu, şeytanın bir aldatmacası mıydı? Evine gitmek için mağaradan çıktı. Mağaradan çıkınca korku ve şaşkınlığı daha da arttı. Melek bütün ufku kaplamıştı ve ona “Ey Muhammed! Sen Allahın resûlüsün, ben de Cebrâilim” diye sesleniyordu. Hz. Peygamber(sas) başını hangi tarafa çevirse karşısında onu görüyordu. Sonunda melek ortadan kayboldu.
Resûlullah (sav) evine döndüğünde tir tir titriyordu. Yatağına girdi. Eşi Hz. Hatice’ye üzerini örtmesini söyledi. Derin bir uykuya daldı. Uyanınca başından geçenleri anlattı eşine. Hz. Hatice onu şu sözlerle rahatlatmaya çalıştı:
“Yemin ederim ki Allah, hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, biçarelerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.”
Ertesi gün Hz. Hatice, onu amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’in yanına götürdü. Varaka insanların inatla putperestlikte direttiği bir çağda Hıristiyanlığı kabul etmişti. Tevrat ve İncil okur, İbrânîce’yi bilirdi. Varaka onu dikkatle dinledikten sonra şöyle konuştu: “Sübhanallah! Sen bu toplumun peygamberi olacaksın. Sana gelen, Mûsâ ya gelen melektir. Kavmin sana yalancı diyecek, eziyet edecek ve seni yurdundan çıkaracak, seninle savaşacak. Şayet o günlere yetişirsem Allah için senin yanında olur, sana yardım ederim.”
Nitekim Varaka’nın dedikleri gerçekleşecek, ancak ömrü o günleri görmeye yetmeyecekti.
DAVET BAŞLIYOR
İlk vahiyden sonra bir süre vahiy gelmedi. Hz. Muhammedi (sav) kendisi için oldukça sıkıntılı geçen bu dönem boyunca, devamlı tefekkürle meşgul oldu ve vahyin tekrar gelmesini bekledi. Nihayet Müddessir sûresinin ilk âyetlerinin vahyedilmesiyle fetret-i vahiv denilen bu kesinti dönemi sona erdi. Bu âyetler Resûlullah’ı (sav) İslâm’a davetle görevlendirmekteydi.
Bunun üzerine Resûlullah (sav) davete aile fertlerinden ve yakın çevresindeki samimi dostlarından başladı. ilk olarak eşi Hz. Hatice müslüman oldu. Onu amcasının oğlu Ali, kızları, evlâtlığı Zeyd ve annesinin yardımcısı Ümmü Eymen izledi. Hz. Muhammed (sav) en yakın arkadaşı Ebu Bekir’i İslâm’a davet ettiğinde o da tereddütsüz kabul etti. Peygamberimizin (sav) çevresindeki halka gitgide genişledi. Gizli davet bu şekilde üç yıl kadar devam etti. Bu aşamada Hz. Peygamber (sav) müslümanlarla Erkam b. Ebu’l-Erkam’ın evinde gizlice toplandı, gelen vahiyleri onlara aktardı, onlarla sohbet ve ibadet etti.
Açıktan davetin Rabbimiz tarafından emredilmesinin ardından Resûlullah (sas) önce bir ziyafet vererek akrabalarını davet etti. Onlara Allah’ın bir olduğunu, eşi ve benzerinin bulunmadığını, kendisinin de Allah’ın elçisi olduğunu bildirdi. İlk muhalefet, amcası Ebu Leheb’den geldi. Ebu Leheb, akrabalarını birbirine düşürmekle suçladı Resûlullah’ı (sas) Ona hakaret ederek toplantıdan ayrıldı. Ebu Leheb’in oğulları Hz Peygamber’in (sas) kızları Rukıyye ve Ümmü Külsûm ile nişanlıydı. Hz. Peygambere cephe alan Ebu Leheb, oğullarının nişanlarını bozmalarını sağladı. Muhalefetini bundan sonra da hep sürdürdü.
Hz. Peygamber’e (sav) tâbi olanların sayısı zamanla arttı, sayı arttıkça muhalefet de şiddedendi. Özellikle putperestliği eleştiren âyetlerin inişinden sonra, Kureyşli müşrikler, Hz. Muhammed (sav) dinlerine ve geleneklerine karşı büyük bir tehlike olarak görmeye başladılar. Ona hakaretler ettiler, zamanla şiddete de başvurdular. Müslümanlara yapdan zulümlerin başını Velîd b. Mugire ve Ebu Cehil çekiyordu. İslâm’ın ilk yılları, müslümanlar için oldukça çetin geçti. Birçok müslüman işkence gördü.
En fazla zarar görenler de müslüman kölelerdi. Sahipleri onlara öldüresiye işkence yapıyorlardı. Müslümanlar İslâm uğruna canlarım veriyorlardı. Yâsir ve Sümeyye işkencelerle ilk şehit olan müslümanlardı. Oğulları Ammâr’ın gözleri önünde öldürülmüşlerdi. Habeşli bir köle olan Bilâl de şiddetli işkence görenlerdendi. Sahibi onu kızgın çölde güneşin altında bırakmış, üzerine de kocaman bir kaya koymuştu. Dayanılacak bir durum değildi. Ama bu işkence bile onu dininden döndüremiyordu. Hz. Ebu Bekir, Bilâl’in o halini görünce dayanamayarak onu sahibinden satın aldı ve hemen âzat etti. Bilâl, işkenceden kurtulmakla kalmamış, özgürlüğüne de kavuşmuştu.