Kadınlara ait özel haller üç çeşittir. Bunlar; Hayız yani adet hali, nifas diğer bir değişle lohusalık ve İstihaze’dir. İşte kadınların özel hallerinde yapmaları yasak olan hususlar, adet, nifas ve istihaze hakkında bilgi.
1. Hayız, adet hali: Kadınlar ergenlik çağına gelince hayız görmeye başlar.
Hayız, buluğ yani ergenlik çağına giren sağlıklı bir kadının rahminden düzenli zamanlarda belirli sürelerle gelen kan demektir.
2. Nifas, lohusalık: Doğum yaptıktan sonra kadının rahminden gelen kandır.
Nifas, demek doğum yapan hanımın rahminden gelmekte olan kanamaya denmektedir. Bu duruma lohusalık hali, bu durumdaki kadına da lohusa denir.
3. İstihaze: Bir damardan çıkıp tenasül organından gelen kandır.
İstihaza, yani hanımların görmüş oldukları adet ve lohusalık kanaması haricinde, rahim içi damarlardan bir hastalık ya da yapısal bozukluk nedeniyle oluşmakta olan kanamadır.
Kadınların Özel Hallerinde Yapamayacakları Şeyler
Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’anı Kerim okumak, Kur’ana dokunmak, Kabeyi tavaf etmek, mescide girmak, itikafa girmek ve cinsi münasebette bulunmaktır. Şimdi bunları sırayla açıklayalım.
1) Namaz Kılmak
Adetlinin ve lohusanın namaz kılmaları ve secde yapmaları haramdır. Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile ve isterse geçmiş bir namazın kazası olsun. Secde de ister Kur’ân-ı Kerîm’deki secde âyetlerinin okunması ve dinlenmesiyle yapılacak olan tilâvet secdesi olsun, isterse şükür secdesi olsun. Dolayısıyla âdetlinin ve lohusanın, her nasılsa, okudukları ya da duydukları secde âyetinden ötürü tilavet secdesi yapmaları gerekmez çünkü kendilerinde bunun için gerekli olan ehliyet yoktur. Diğer bir ifadeyle, namaz kılmaları için gereken şartlar tilavet secdesi için de geçerlidir. O şartlar oluşmadıkça tilavet secdesi yapmaları gerekmez.
Adet gören bir kadın için namazın farz olması ve namaz mükellefiyetinin düşmesi için her namaz vaktinin, bir başlangıç tekbiri sığacak kadarki son anma itibar edilir. İmam-ı A’zam’a göre başlangıç tekbiri (tahrîme) sadece “Allah” demekle de olabilir. Dolayısıyla son andan maksat, “Allah” diyebilecek kadar bir zamandır. Mesela âdeti kesilen bir kadın, bir kere Allah diyecek kadar, öğle vaktinin sonuna yetişmişse, o öğle namazı o kadına farz olmuştur. Kazasını yapması gerekir. Bunun tersi de söz konusudur. Yani herhangi bir namaz vaktinin çıkmasına “Allah” diyecek kadar bir süre kaldığında kadın kan görse o vaktin namazı kendisinden düşer. Bu namazın kazası da gerekmez. Tabii temizlik hâlindeki bir kadının namazını bu kadar geciktirmesi de doğru değildir.
Kadın âdetli günlerindeki namazlarından sorumlu olmadığı için son anında kan gördüğü vaktin namazı üzerinden düştüğü gibi başladığı farz namaz esnasında kan gelse o namaz da üzerinden düşer. Ancak başladığı ve o esnada kan gördüğü namaz nafile ise kan gelmekle bozulur ama sonradan kaza edilmesi gerekir çünkü nafileye başlamak onu bitirmeyi gerekli kılar.
Namaz; kadın ister ilk âdet gören, isterse düzgün âdetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren terk edilir. On günü geçmedikçe, âdet günlerinin sayısını aşan kan ile de namaz terk edilir. Yine âdet zamanı gelmeden fakat en az on beş gün temiz kaldıktan sonra gelen kan ile de namazı bırakır. Sonra bunların adet kanı olmadığı anlaşılırsa bıraktığı namazları kaza eder.
Kadının âdet günlerinde kılamadığı namazları sonradan kaza etmemesinin bir hikmeti de kolaylıktır zira o kadar namazı kaza etmek kadına zor gelecektir. Bu da Allah’ın kadınlara olan bir rahmet tecellisidir.
2) Oruç Tutmak
Kadınların âdet ve lohusa hâlinde her türlü orucu tutmaları haramdır. Ancak onlar bu durumda tutamadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler.
Oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve daha sonra kaza edilmesi gerekir. Bu bozulan oruç farz ise farzın kazası zaten gereklidir. Nafile ise nafileye başlamak onu bitirmeyi gerektirdiği için kaza edilir. Orucun kaza edilmesinin bir hikmeti de namaza nisbetle kolay olmasıdır çünkü oruç, yılda bir defa farz olur. Onun kazası da yıl boyunca tutulabilir. Hâlbuki namazda durum böyle değildir. Çokluğundan dolayı onun kazası zordur. Dinimiz ise kolaylık dinidir.
Yine bir kadın, nezirde bulunmak suretiyle namaz kılmayı ya da oruç tutmayı kendisine vacip kılsa fakat bunları yerine getirme vaktinde âdet görse, ya da lohusa olsa başka günde adağını yerine getirmesi gerekir. Ancak “Adet gördüğüm gün oruç tutmak, ya da namaz kılmak Allah için üzerime borç olsun.” demenin hiçbir anlamı yoktur. Böyle demekle namazı ya da orucu kendisine borç etmiş olmaz çünkü o günlerde oruç tutmak da namaz kılmak da haramdır. Haram bir şeye nezretmek ise geçersizdir.
3) Kur’an-ı Kerim Okumak
Adetli ve lohusa olan kadının, Kur’ân-ı Kerîm’den, bir âyetten az da olsa, okumaları haramdır çünkü Hz. Peygamberimiz: Âdetli kadın da cünüb de Kur’ân’dan bir şey okumasın buyurmuşlardır.
Bu, Kur’ân-ı Kerîm’i, Kur’ân=Mushaf olarak okuma hâlindeki hükümdür. Ancak içinde dua ve zikir geçen âyet ve sureleri dua senâ ve zikir kastıyla okumak caizdir.
Adetli ya da lohusa ve hatta cünüp olan birisi Kur’ân öğreticisi ise her iki kelimeden birini atlamak suretiyle kesik kesik okur ve öğretir. Bazılarına göre âyetin yarısını öğretir keser sonra diğer âyetin yarısını öğretir ve böylece devam eder. Bu durumdaki bir kadının Kur’ân-ı Kerîm’i, kelime aralarını ayırmak suretiyle, harf harf ya da kelime kelime heceleyerek okumasında sakınca yoktur, bu mekruh değildir.
Adetlinin ve lohusanın Tevrat’ı, İncil’i ve Zebur’u okuması da mekruhtur çünkü bunlar da aslında Allah’ın sözü idiler. İnsanlar bunları sonradan bozdu, ancak içlerinde asıllarından bazı parçaların bulunması muhtemeldir.
Adetli, lohusa veya cünüp bir kimsenin sadece ağzını yıkaması Kur’ân okumayı helâl kılmadığı gibi sadece ellerini yıkaması da Kur’ân’a dokunmayı helâl kılmaz.
4) Kur’ân’a Dokunmak
Cünüp, âdetli ve lohusalının tam bir âyetin yazılı olduğu kâğıt, levha, para vb. bir şeye dokunması haramdır. Eğer âyet tam değilse yazılı olduğu nesneye bu haldeki kimselerin dokunmalarında bir kerahet yoktur. Ancak bir âyetten az da olsa dokunamaz, diyenler de vardır. Bunlara göre âyetin bir kısmının; mesela bir parada ya da bir tabloda olması hâlinde de durum aynıdır. Dokunmama tedbire en muvafık olanıdır.
Cünüp, âdetli ve lohusalı, abdest organları dışındaki bir organla Kur’ân’a dokunmaları hâlinde de en sağlam görüşe göre yine haram işlemiş olurlar.
Bu haldeki kimselerin, Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Arapça gramer gibi dinî kitaplardaki âyetlerin yazılı olduğu kısımlara dokunmaları da haramdır. Ancak İmam-ı A’zam’a göre hem gramer kitaplarına hem de Hadis ve Fıkıh kitaplarına dokunmak, bu ilimleri öğrenmekte olanlar için haram değildir. Öyleyse mecbur olmadıkça bu kitaplara dokunmamak, dokunmak zorunda kalındığında da âyetlerin olduğu kısımlara temas etmeden kullanmak daha uygundur.
Yine bu kimselerin Kur’ân-ı Kerîm’e, ondan ayrı bir şeyle, mesela ona bitişik olmayan bir cilt, bir bez ya da elbisenin yeniyle dokunmaları, âlimlerin çoğunluğuna göre câizdir. Ancak elbisenin yeniyle dokunmayı tahrimen mekruh gören âlimlerimiz de vardır ki bu daha tedbirli bir davranıştır. Öyleyse tedbire en uygun olanı tercih etmek gerekir.
Dokunma konusunda Kur’ân’ın yazılı kısmı ile yapraklarının boş bulunan beyaz kısmı ve Mushaf’a bitişik olan cildi eşittir. Bu hüküm sadece Kur’ân-ı Kerîm’e aittir. Tabloda, parada, duvarda, tefsir ve hadis kitaplarında ise dokunmanın haram olduğu yer sadece Kur’ân âyetinin yazılı olduğu yerdir, bunun dışındaki yerlere dokunmak haram değildir.
Âdetli ve lohusa olan bir kadının Kur’ân-ı Kerîm’i veya içinde Kur’ân âyetleri bulunan bir metni yazması caiz değildir. Okumadan yazacak olsa dahi hüküm böyledir. Ancak okumadan yazabileceğini söyleyenler de vardır çünkü kalem Kur’ân’dan ayrı bir alettir nasıl Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden ayrı bir şeyle tutulabiliyorsa, bu durumdaki kalemle de yazılabilir, demişlerdir ki bunun kıyasa daha uygun olduğu söylenmiştir. Yeter ki eliyle dokunmuş olmasın.
Küçük çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur’ân-ı Kerîm’i vermekte bir sakınca yoktur. Ancak haramı helâli anlayabilen, iyiyi kötüden ayırt edebilen 7-8 yaşındaki mümeyyiz çocuklara, Kur’ân-ı Kerîm’e ta’zimi, yani saygıyı öğretmek için abdest aldırmak güzel bir davranıştır.
5) Kâbe’yi Tavaf Etmek
Adetlinin ve lohusa kadının Kâbe’yi tavaf etmeleri de haramdır. Bu durumda iken tavaf yapmışsa tavafı geçerlidir (sahihtir), ancak harama yakın bir mekruhu işlemiş demektir. Bu yüzden büyük baş hayvanlardan bir ceza kurbanı kesmesi gerekir. Tavafın, Mescid-i Haram’ ın içinde yapılmasıyla dışında yapılması arasında fark yoktur.
Mescid-i Haram’ın içinde tavaf yapan bir kadının, tavaf esnasında âdeti başlarsa, hemen dışarı çıkması gerekir çünkü mescitte âdetli olarak durmak haramdır. Tavafa devam edilirse, haram işlendiğinden yukarıda bahsedilen ceza gerekir.
6) Mescide Girmek
Özel hâlini yaşayan bir kadının, beklemeksizin geçmek şeklinde de olsa mescide girmesi haramdır. Mescitlerin üzeri de mescit hükmündedir. Ancak yırtıcı bir hayvandan, hırsızdan, soğuktan vs. korkmak gibi bir zaruret bulunması durumu müstesnadır. Böyle durumlarda da mümkünse teyemmüm yaparak mescide girmesi daha güzel olur.
Karma bir grupla yapılan gezilerde ve sanat tarihi gibi derslerde camiye girmek gerektiğinde, âdet günlerindeki bayanların erkeklerden utanarak camiye girmeleri bir zaruret olur mu olmaz mı? Bu konuda umumi bir cevaptan ziyade, şahısların kendi durumlarıyla alâkalı olarak düşünüp karar vermeleri gerekir çünkü zaruretin, her şahsın durumuna göre değişmesi söz konusudur ve zaruretlerde şahısların kanaat-i vicdaniyeleri önemli bir yere sahiptir. Şu kadar var ki bu durumlarda bile bayanların, konuyla alâkalı mevcut hükümlere riayet edebilme adına şartları zorlamalarında fayda vardır.
Bu durumdaki kadınların bayram ve cenaze namazlarının kılındığı açık alanlardan geçmesinde ve mescidin avlusuna girmelerinde bir sakınca yoktur çünkü bunlar mescit hükmünde değildir.
7) İtikâfa Girmek
Adet günlerinde kadının i’tikâfa girmesi de câiz değildir. Eğer girdikten sonra hayız olursa, i’tikâftan çıkması gerekir.
8) Cinsî Münasebette Bulunmak
Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’da şöyle buyurur: “Sana hayızlı ile birleşmeyi soruyorlar. De ki bu (her iki tarafa da) eziyet verici bir şeydir. Onlar adetli iken onlardan ayrılın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Allah çok tevbe edenleri ve tertemiz olanları sever” (Bakara 222)
Ayette belirtildiği üzere, âdetli günlerde münasebette bulunmak haram kılınmıştır. Bu, dinin bir emri olduğu gibi sağlık açısından da gereklidir. Hem kadın âdetliyken münasebete girmek, onlara psikolojik olarak büyük bir sıkıntı verir.
Eğer, isteyerek beraber olmuşlarsa ikisi de günahkâr olur. Birisi istememesine rağmen diğerinin zorlamasıyla birleşme gerçekleşmişse, zorlayan günaha girer. Böyle durumlarda tevbe istiğfar edilmesi ve bir daha tekrarlamamaya karar verilmesi gerekir. Hz. Ebûbekir Efendimiz’e birisi gelerek, âdetli iken eşiyle beraber olduğunu ve ne yapması gerektiğini sorduğunda: “İstiğfar et ve bir daha da yapma.” cevabını almıştır. Bu günahı işleyen bir kimsenin ayrıca sadaka vermesi de müstehaptır. Hadis-i şeriflerde geçtiği üzere, âdetin ilk günlerinde olmuşsa yaklaşık 4 gr. altın (bir dinar) son günlerinde olmuşsa bunun yarısı verilir. Âdet günlerinde birleşmeyi câiz görmek, insanı küfre sokar çünkü bu mesele âyetle sabittir.