İnanılması gereken hususlardan biri de kaza ve kader‘dir. Kaza ve kader ile ilgili tüm ilim ve bilgiler, nûrânî bir varlık olan Kalem ile nûrânî bir varlık olan Levh üzerine yazılmıştır.
Bu bilgilerin kesin ve en son olan şekli, Ummul-kitab adı verilen Allah-u teâlânın ezelî ilmi’nde mevcuttur.
Kâlem
Nûrânî ve yüce bir varlıktır. Ezelden ebede kadar meydana gelebilecek her şeyi yazmak için yaratılmıştır.
Levhul-Mahfuz
Nûrânî bir varlık olan Levhul-mahfuz, Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelebilecek olan her şeyi tüm detaylarıyla içinde yazdırdığı nurânî bir varlıktır. Yüce Allah, levhul-mahfuzda yazdırdığı husûslardan dilediğini siler, değiştirir ve dilediğini de sâbit ve kalıcı kılar.
Ummul-Kitab
Allah-u teâlânın ezelî ilmidir. Ezelî ve ebedî ilmi kapsayan Ummul-kitab asla değişmez.
Kaza
Levhul-mahfuzda kaydedilmiş husûsların toplamına kazâ denir. Her yaratılan canlının levhul-mahfuzda yazılı bir kazâ yazısı vardır.
Kader
Kader, kazâ yazısında kayıtlı bulunan husûsların, vakti ve saati geldiğinde meydana gelmesidir.
Kazâ ve kader’in burada yapılan tanımı, Eşfarî yorumuna ve i’tikâdına göredir. Mâturîdî’ler ise; kadere yaptığımız tanımı kazâya, kazânın tanımını da kadere yaparlar.
Kader ve Kazâ Değişebilir mi
Yüce Allah âyet-i kerîmede;
– “Allah dilediğini siler, dilediğini sâbit bırakır. Ve yüce katında Ummul-kitab mevcuttur.“ buyurur. (Ra’dâyet/39)
Ayrıca Allah rasûlü de (as);
– “Kişi işlediği günahtan ötürü rızık’tan mahrum bırakılır! Kaderi ancak duâ geri çevirir! Ömrü ancak iyilik uzâtır!” buyurmaktadır. (İmâm Ahmed bin Hanbel)
Gerek âyet-i kerîmeden ve gerek hadîs-i şerîften; yazılı ve değişken bir kader’in mevcûd olduğu ve yüce Allah’ın (cc) dilemesi halinde bu kaderde değişiklikler yapabildiği anlaşılmaktadır. Yani yüce Allah dilerse insanın rızkını arttırır, eksiltir veya ömrünü uzâtır yada kısaltır. Ancak bu artış veya eksiltmenin, bazı âlimlere göre kullara bereket yada bereketsizlik şeklinde yansır. Diğer âlimlere göre ise, gerek rızık’ta ve gerek ömür’de gerçek şekilde artma yada eksilme şeklinde yansımaktadır.
Şüphesiz biz, Allah-u teâlâ’nın her iki şekilde de yansıtâbilecek kudret ve irâde sahibi olduğuna inanıyoruz.
Hayır ve Şer
Hayır ve şer, yüce Allah’ın irâde ve kudreti ile belirlediği husûslardır. Ancak Allah’ın irâde ve kudretinin bunlarla ilgisi şu şekildedir;
Kul önce cüz’î ihtiyârı ile bir hayrı yada şerri yapmak ister ve karar verir. Bunun üzerine yüce Allah da irâde ve kudret sıfatlan ile, o kulun o isteği doğrultusunda, o hayrı veya şerri işleyecek gücü yaratır. Yani kul sadece ister ancak yaratamaz.
Unutulmamalıdır ki yüce Allah, peygamberler vasıtasıyla hayrı ve şerri kullarına îzâh etmiş olduğundan ve hayra yönelip şerden kaçınmalarını emir ve tavsiyede bulunduğundan ve hatta biz kullarına hiçbir zaman şer dileyip ihtiyâr etmememizi ısrârla istediğinden dolayı, bizlerin o şerri ihtiyâr ettikten sonra, yüce zâtmı o şerri yaratmasından asla sorumlu tutamayız.
Dolayısıyla, kendilerine tebliğ ulaşmamış olanlar ins ve cinler mükellef değildir. Bunlara “fetret ehli” denir. Bu kişiler için hesâb ve azâb da söz konusu değildir.
Rızık
Rızık, dünya hayatında yüce Allah’ın canlılara tayin ve takdir ettiği ni’metlerdir.
Kaza ve kadere iman ile ilgili hadisler
Hazreti Peygamber efendimizde meşhur Cibril hadisi ismi ile bilinmekte olan hadis i şerifte, kadere iman konusunu İslam dininde yer alan iman esasları arasında zikretmiştir. Bahsettiğimiz hadis i şerifte bu ifade şöyle yer almaktadır. Dört büyük melekten biri olan Cebrail aleyhisselam bir insan suretinde Peygamberimizin bulunduğu cemaatin içerisine gelir ve Peygamberimize şöyle bir soru sorar:
“İman nedir?” Peygamber efendimiz ise cevaben:
– “Allah”a (c.c), meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” buyurmuştur (bakınız: Müslim, “İman”, 1; Ebu Davud, “Sünnet”, 15; İbn Mace, “Mukaddime”, 9).
Başka hadislerinde Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kul, hayrı ile, şerri ile kadere iman etmedikçe, kendine hayır ve şerden isabet edecek şeyi engelleyemeyeceğini, hayır ve şerden kaçacak olan bir şeyi de yakalamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz.”(Tirmizi, Kader 10, 2145 ).
Hazreti Ubade İbnu”s-Samit ölüm döşeğinde iken oğluna şöyle demiştir: Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imanın hakikatinin tadını asla bulamazsın. Zira ben, Peygamberimiz (s.a.v)”in şöyle söylediğini işittim: Allah”ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: “Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!” dedi. Oğulcuğum, Peygaberimizden (s.a.v)”den şunu da işittim: “Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir.”( Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizi, Kader 17, (2156 ) ).
Kader ve kaza konusu bilindiği üzere insanlara açıklanması ile birlikte hakiki manada ilahi bir sırdır. İnsan aklının gerçek manada bu konuyu çözebilmesi mümkün değildir. Bu hakikati bilen Hazreti Peygamber efendimiz kader ve kaza konusu hakkında tartışan ashabı kiramı uyarmış ve onlara nasihat olarak şöyle buyurmuştur:
“Siz bununla mı emir olundunuz? Veya ben bunun için mi sizlere peygamber olarak gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helak olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz” (Tirmizî, “Kader”, 1).