ZİMMÎ
Mal, can, ırz ve dini için İslâm devleti tarafından güvence verilmiş olan ehl-i kitap. Zimmet ehlinden bir kişi. Zimmet; söz, güvence, kefâlet, hak, saygı, kendileriyle anlaşma yapılan topluluk anlamlarına gelir. Ehl-i zimmet ise; hristiyan, yahudi ve başkaları gibi ehl-i kitaptan İslâm yurdunda oturanlardan kendileriyle anlaşma yapılanlar demektir. Zimmetin çoğulu “zimem”dir. Bir fıkıh terimi olarak zimmet; gayri müslimlerin cizye verip itaat etmelerine karşılık İslâm topraklarında yerleşmelerine izin verilmesi; mal, can, ırz ve inançlarının korunması ve dış saldırılara karşı İslâm Devleti tarafından savunulmaları demektir. Gayr-i müslimlerle zimmet anlaşmasını ancak İslâm devlet başkanı veya yetki verdiği kimse yapabilir. Çünkü ehl-i kitapla zimmet anlaşması yapılması görüş ve takdir hakkı kullanılması gerektiren önemli bir konudur. Diğer yandan Mâlikîlere göre, zimmet akdini İslâm devlet başkanından başkası yaparsa yine onlara emân verilir, öldürülmez ve esir edilmezler. Ancak bu durumda devlet başkanı bu akdi geçerli sayma ya da onları güvencede olacakları bir yere kadar geri çevirme yetkisine sahiptir (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 1. baskı, Mısır 1316/1898, IV, 368; eş-Şirbinî, Muğnî’l-Muhtâr, Mısır t.y., IV, 243; ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk, 1405/1985, VI, 442).
Zimmet anlaşmasının yapılma şekli:
Ehl-i Kitapla zimmet anlaşması, ya ahid, akid gibi açık sözcüklerle belirli şekilde yapılır, yahut da cizye ödemeyi kabulü kapsayan bir fiil ile olur. Meselâ; harbi olan bir kimsenin dâru’l-İslâm’a girmesi ve orada bir yıl kaldıktan sonra kendisine ülkeyi terketmesi veya zimmî olması bildirilince, dâru’l-İslâm’da kalmayı tercih ederse “zimmet ehli”nden olmuş bulunur.
Kendisi ile Zimmet Akdi Yapılanda Aranan Şartlar
1- Kendisi ile zimmet akdi yapılacak kişinin ehl-i kitaptan olması gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığı şeyleri haram tanımayan ve hak dini din olarak kabul etmeyen kimselerle küçülmüş olarak kendi elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşınız” (et-Tevbe, 9/29). Mecûsîler de kitap ehlinden sayılmıştır. Çünkü Abdurrahmân b. Avf (r.a): “Ben, Rasûlüllah’ın; “Onlara kitap ehli uygulaması yapınız” dediğini duydum, demiştir” (Mâlik, Muvatta’, Zekât, 42; ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 448; eş-Şevkânî, Neylü’l-Evlâr, VIII, 56). Diğer yandan Hz. Ömer’in, Abdurrahman b. Avf, Rasûlüllah (s.a.s)’ın Hecer mecûsilerinden cizye aldığına dair tanıklık edinceye kadar onlardan cizye almadığı da rivayet edilmiştir (bk. Zeylaî, a.g.e., III, 448; eş-Şevkânî, a.g.e.). Mecûsîlerin Arap ırkından olup olmaması sonucu değiştirmez. Hanefi, Hanbelî ve Zâhirîler bu görüşü benimsemiştir.
Diğer yandan kendileriyle zimmet anlaşması yapılacak kimselerin Arap müşriklerinden olmaması gerekir. Çünkü Arap müşriklerinden ya İslâm’a girmeleri istenir veya onlarla savaşılır. Âyette şöyle buyurulur: “Onlarla ya savaşacaksınız veya İslâm’a gireceklerdir” (el-Feth, 48/16).
Mâlikîlerin meşhur görüşüne, İmam Evzaî ve Sevrî’ye göre cizye bütün küfür ehlinden alınır. Kitap ehli olup olmaması veya Arap ırkından bulunup bulunmaması hükmü değiştirmez (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, III, 293; Ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 443). Delil Süleyman b. Büreyde (r.anh)’ın babasından naklettiği şu hadistir:
“Hz. Peygamber ordunun başına bir komutan tayin ettiği vakit; kendisi hakkında Allah’tan sakınmasını ve beraberindeki müslümanlar için de hayrı tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu: “Müşriklerden olan düşmanlarınla karşılaştığın vakit onları üç şeyden birisini kabul etmeye çağır. Bunlardan hangisini kabul ederlerse, sen de bu kabullerini benimse ve onlara dokunma. Onları İslâm’a davet et. Eğer yüz çevirirlerse cizye ödemelerini iste…” (Müslim, Cihad, 3; İbn Mâce, Cihâd 38; Dârimî, Siyer, 5/8). Bu hadisteki “senin düşmanın” ifadesi bütün kâfirleri kapsamına almaktadır. eş-Şevkânî; “Bu hadis, cizyenin yalnız ehl-i kitaba ait bir vergi olmadığının delilidir” der (ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 443).
2- Zimmet sözleşmesinin süresiz olarak yapılması gerekir. Eğer sözleşmeye bir süre konulursa akit geçerliliğini kaybeder. Çünkü zimmet akdi insanın malının ve canının korunmasında İslâm’ın yerini tutar. İslâm süresiz olduğuna göre, onun yerini tutan zimmet akdi de süresiz olmalıdır. Bu şart üzerinde görüş birliği vardır (el-Kâsânî, el-Bedâyi’, Beyrut 1394/1974, VII, 110; İbnü’l-Hümâm, Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukî İslâmiyye ve Istilâhâtı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, III, 423)
3- Zimmet sözleşmesi yapılacak kimsenin irtidat (dinden dönme) ehlinden olmaması gerekir. Çünkü mürtede tevbe etmediği zaman ölüm cezası uygulanır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim dinini değiştirirse, onu öldürünüz” (Buhârî, Cihâd, 149, İ’tisâm, 28, İstitâbe, 2; Ebû Dâvud, Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 25; Nesaî, Tahrîm, 14; İbn Mâce, Hudûd, 2).
Bu şart üzerinde de görüş birliği vardır. Çünkü irtidat eden kimse İslâm’ın güzelliklerini gördükten sonra dinden çıktığı için, bunlarla zimmet sözleşmesi yapmanın bir yararı bulunmaz. Bu, onların İslâm’a yeniden dönmelerine de yardımcı olmaz. Onlar, İslâm’a dönüşte savaş arasında tercih yapma hakkına sahiptir (bk. Bilmen, a.g.e., III, 423).
4- Zimmet sözleşmesinin dâru’l-İslâm’da yapılması caiz görülmeyen bir şartı taşımaması gerekir. Meselâ; kitap ehlinin azınlık liderleri kendi mensuplarına öldürme, idam gibi dilediği muâmelelerde bulunmak şartıyla zimmet anlaşması yapmak isteseler buna muvafakat edilmez. Çünkü, zimmet akdi İslâm Devletine azınlığın mal, can ve ırz güvenliğini sağlama görevini vermiştir. Akdin niteliği ile çelişen bu gibi maddeler çıkarıldıktan sonra yeni bir anlaşma yapılabilir.
Cizye Yükümlüsünde Bulunması Gereken Şartlar
Zimmî’nin cizye yükümlüsü olabilmesi için aşağıdaki şartların bulunması gerekir:
1- Ehliyet: Cizye yükümlüsünün akıllı ve ergin olması gerekir. Çocuklar ve akıl hastaları cizye vergisi ile yükümlü tutulamazlar. Çünkü bunlar savaş ehlinden değildirler.
2- Erkek olmak: Kadınlara da cizye yoktur. Çünkü kadınlar da savaş ehli değildir. Allah Teâlâ cizyeyi savaşa katılabilen kimselere gerekli kılmıştır, çünkü âyette; …Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlarla savaşınız” (et-Tevbe, 9/29) buyurulur. Bu âyetteki “Mukâtele ediniz” emri her iki tarafın da savaşçı olmasın gerektirir.
3- Sağlık ve mâlî güç: Bir yıl veya yılın yarıdan fazlasında hasta olan kimseye cizye gerekmez. Çünkü çoğun hükmü bütünün hükmü gibidir. Yine çalışamayan yoksula ve insanların arasına karışmayan rahiplere de cizye gerekmez.
4- Müzmin hastalık, körlük ve yaşlılık gibi iptilâlardan uzak olmak
5- Hür olmak: Köleden cizye alınmaz. Çünkü o, bir mala mâlik değildir.
Sonuç olarak İslâm fakihleri cizye yükümlülüğü için akıllı, ergin, hür ve erkek olma şartlarında görüş birliği içindedir. Buna göre, kadınların, çocuğun, akıl hastasının, bunağın, müzmin bir hastalığa yakalananların, kölelerin, felçlilerin ve ileri yaşta olanların cizye yükümlülüğü bulunmaz. Çünkü bunlar savaşçı sayılmazlar. Yine çalışmayan yoksullar ve insanların arasına karışmayan kitap ehli din bilginleri de cizye yükümlüsü değildir.
Şâfiîler ve tercih edilen görüşlerinde Hanbelîler ise yukarıda üç ve dördüncü maddelerde zikredilen özürlülere karşı çıkarak bunların cizyeyi düşüremeyeceğini söylerler (el-Kâsânî, el-Bedâyi’, VII, 111 vd.; Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik, el-Emiriyye tab’ı, IV, 278; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, IV, 372; el-Meydânî, el-Lübab, IV, 145).
Cizye Akdinin Hükmü
Gayri müslimlerle yapılacak ümmet akdi, onlarla müslümanlar arasındaki savaşı sona erdirir, zımmîlerin mal, can, ülke ve ırzlarını koruma altına alır. Akit yapıldıktan sonra bunların mübah kılınması caiz olmaz. Delil yukarıda zikrettiğimiz Büreyde hadisidir. Bu hadisin sonunda; “Onları cizye vermeye çağır. Eğer bunu kabul ederlerse, sen de kabul et ve onlara dokunma” (Müslim, Cihâd, 3; İbn Mâce, Cihâd, 38; Dârimî, Siyer, 5, 8) buyurulur.
Diğer yandan cizyeden söz eden âyette de şöyle buyurulur: Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyenlerle, küçülmüşler olarak kendi elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşınız” (et-Tevbe, 9/29). Bu âyette kitap ehlinin İslâm’ı kabul etmesi veya cizye vermeye razı olması halinde onlarla savaşın sona erdirilmesi gerektiği bildiriliyor. Buna göre kitap ehlinin müslüman olması, mal, can ve ırz güvenliğini sağladığı gibi, kitap ehli kalarak ve zimmî statüsüne geçerek cizye vermesi de ayni hakları ve korumayı sağlar. Nitekim Hz. Ali’nin şu sözü de cizyenin gayri müslim toplumla ilgili fonksiyonunu açıklıkla belirtir: “Onlar, cizyeyi ancak malları bizim mallarımız, kanları da bizim kanlarının gibi olsun diye ödemişlerdir” (el-Kâsânî, a.g.e., VIII, III; Zeylaî, Nasbü’r-Râye, III, 281). Usâme (r.a)’ten Rasûlüllah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Dikkat ediniz! Kim bir anlaşmalıya haksızlık eder veya ondan haklarını eksiltir, yahut ona gücünün üstünde yük yükler veya ondan rızası dışında bir şey alırsa, kıyamet gününde onun karşısında hasmı ben olurum” (Ebu Dâvud, İmâre, 33)
Düşman eline esir düşen zimmîler ve bunların mallarını kurtarmaya çalışmak tebaası bulundukları İslâm devletinin görevidir.
Dâru’l-İslâm’da bir zimmîyi haksız yere öldüren kimseye katlin niteliğine göre kısas veya diğer cezalar uygulanır. Öldüren kimse müslüman, zimmî veya müste’men (pasaportlu yabancı) olsun hüküm değişmez.
Zimmet ehlinin bulunduğu yerlerde eksiden beri var olan kilise, havra gibi ibadet yerlerine dokunulamaz. Bunlar harap olmuş bulunursa onarılmalarına engel olunmaz. Ancak zımmîlerin yeni kimse veya havra yapmalarına veya eskiden var olanların yerlerini değiştirmelerine izin verilmez. Hatta İslâm devlet başkanının yıkılmasını uygun bulduğu eski kiliseler ve benzerleri de yeniden yapılamaz.
Zimmet ehlinin bir köyde veya bir şehir dışında mabetleri bulunduğu halde bir çok evler yapılmakla o köy bir şehir haline gelse veya o şehir dışında yapılan binalar şehre kadar bitişerek şehrin bir mahallesi gibi olsa, o mabetler sağlam görüşe göre hali üzere bırakılır ve yıkımları yoluna gidilmez.
İslâm ordusu tarafından fethedilen bir belde halkı, zimmî statüsü ile İslâm Devletine bağlansa ve halkın orada kalmalarına izin verilse, bunlar o beldede kilise yapmaktan, şarap ve domuz eti gibi şeyleri açık bir şekilde satmaktan men edilemezler. Çünkü onlar bununla gayri Müslimlik şiarını kendi beldelerinde açığa vurmuş olurlar. Fakat bir grup gayri müslim, kendi istekleriyle İslâm Devletine başvurarak zimmî statüsüne geçmek isteseler, beldeleri İslâm beldesi hükmünde olur. Bu yüzden orada eski kiliselerine müdahale edilemezse de, yeniden mabetler yapmalarına izin verilmez (bk. Bilmen, a.g.e., III, 426, 427).
Cizye Çeşitleri ve Miktarları
Cizye konuluş durumuna göre ikiye ayrılır:
1. Sulh yoluyla konulan cizye: Bu İslâm devleti ile kitap ehlinin karşılıklı anlaşma ve rızalaşma yoluyla belirledikleri cizyedir. Burada cizyenin miktarı ve alınacak şahıslar bakımından zimmet sözleşmesi hükümlerine uyulur. Artık tek yanlı irade ile cizye miktarı değiştirilemez. Bu çeşit cizyenin delili Hz. Peygamber’in Necran hristiyanlarına yaptığı uygulamadır. İslâm’da konulan ilk cizye budur. Allah elçisi Necranlılarla yaptığı anlaşmada her yıl Safer ayında iki bin ve Recep’te de bin takım elbise cizye koymuştur. Her takım elbisenin değeri bir rukye olarak belirlenmiştir. Bir rukye kırk dirhemdir. Bir dirhem de yaklaşık bir koyun bedelidir.
2. İslâm Devleti tarafından doğrudan doğruya konulan cizye. Müslümanlar kendi güçleriyle bir düşman ülkesini ele geçirirler ve gayri müslim olan halkını yurtlarında “tebea” olarak bırakırlarsa, bunlara miktarı İslâm Devleti’nce belirlenen cizye vergisi konulur.
Hz. Peygamber döneminde sulh yoluyla miktarı belirlenen cizye uygulamasından sonra, Hz. Ömer (r.a) ‘hilafeti zamanında zimmîler ekonomik durumlarına göre aşağıdaki şekilde üç sınıfa uyararak yıllık cizye vergisi belirlemiştir.
a- Zenginler: Dış görünüş bakımından zengin sayılanlardan yıllık 48 dirhem cizye alınmıştır. On bin dirhem ve daha çok bir paraya sahip olanlar zengin sınıfta kabul edilmiştir. Hz. Peygamber zamanında 10 dirhem gümüş parayla iki koyun satın alınabiliyordu. Bu duruma göre yaklaşık iki bin koyun tutarında serveti olan zengin sınıfında yer almıştır.
b- Orta halliler: İki yüz dirhem ve daha fazlasına sahip olanlardan 24 dirhem cizye alınmıştır.
c- Çalışma gücü yeten yoksullardan ise yıllık 12 dirhem cizye alınmıştır. Bunlar 200 dirhemden daha fazla veya hiç parası olmayan ve elinin emeği ile geçimini sağlayan çiftçi ve işçi kesimidir.
Yukarıdaki cizye miktarları 12 aya bölünerek her ay eşit taksitler halinde ödenir. Ancak devlet, cizyeyi yıl sonlarında topluca alma yoluna da gidebilir. Bu üç sınıf bir beldenin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak belirlenir. Çocuklar, kadınlar, din adamları ve çalışmayacak durumda bulunan gayri müslimler bu vergiden muaf tutulmuştur (el-Kâsânî, a.g.e., VII,112; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr,III, 292; Zeylaî, Nasbü’rRâye, III, 447; Ebû Yûsuf, Kitabü’l-Harâc, Kahire, 1397 H. 131, 132).
Şâfiîlere göre cizyenin en az miktarı yılda bir dinardır (yaklaşık 4 gr. altın para). Çünkü Muaz b. Cebel’i (ö. 18/639) Allah’ın Rasûlü Yemen’e gönderirken ergenlik çağına gelmiş her erkekten, bir dinar veya onun değerinde meâfir denilen elbiseden almasını emretmiştir (bk. Ebû Dâvud Zekât, 5, İmâre, 3; Tirmizî, Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 8; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 233, 247). “Meâfir”, Yemen’de Hemdanlılara nisbet edilen bir Yemen kumaşı türüdür. Şâfiîlere göre, zenginden dört dinar, orta halliden iki dinar alınması müstehaptır. Böylelikle Beyhakî’nin (ö. 458/1065) dediği gibi Hz. Ömer’in uygulamasına uyulmuş olur.
İslâm’ın ilk dönemlerinde genel olarak bir dinar altın paranın satın alma gücü on dirhem gümüş paraya denk durumda idi. Bu para denkliği dikkate alınınca, Şafiîler, 40, 20 ve 10 dirhem cizye miktarlarını üç sınıfın ekonomik durumuna göre benimsemiş olurlar.
Mâlikîlere göre ise, cizye, altın parası olanlar için yıllık dört dinar, gümüş parası olanlar için ise kırk dirhemdir. Ancak yoksul olanların cizye miktarı gücüne göre azaltılabilir (ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 448).
İslam’da Gayri Müslimlerden Alınan Diğer Vergiler
1- Gümrük Vergisi: Hz. Peygamber döneminde, İslâm’dan önceye ait şehirler arası gümrük vergisi uygulaması kaldırıldı. Allah Rasûlü kendisine tabi olan kabilelerle yaptığı anlaşmalarda bunu da bir şart olarak öne sürüyordu. Bununla birlikte dış ticaret 1/10 gümrük vergisine tabi olmakta devam etti veya yüzde üzerinden başka oranda bir vergi özel ya da devletler arası anlaşmalarda şart koşuldu (bk. Muhammed Hamidullah, İslâm’da Devlet İdâresi, trc. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963, 117):
Ebu Yusuf’un (ö. 182/798) ve es-Serahsî’nin (ö. 490/1097) belirttiğine göre, Hz. Ömer’in gümrük uygulaması şu oranlarda idi. O, müslümanlardan 1/40, zimmîlerden 1/20, harbîlerden (düşman ülkesi tebaası gayri müslim) ve yabancılardan 1/10 oranında gümrük vergisi alıyordu (Ebu Yûsuf, el-Harâc, 145, vd.; es-Serahsî, el-Mebsût, II, 199).
Hz. Ömer yabancı ülkelerin müslümanlardan ne kadar gümrük vergisi aldıklarını araştırmış ve 1/10 oranında vergi aldıklarını öğrenince o da “mütekabiliyet (karşılıklılık esası)” prensibini uygulayarak yabancılardan ayni oranda gümrük vergisi almıştır (es-Serahsî, a.g.e., II, 199).
Kısaca bir İslam toplumu çevre, ülke ve toplumlarla ithalat ve ihrâcat ilişkilerinde gümrük miktarlarını karşılıklı gümrük tarifeleri ve anlaşmalar çerçevesinde çözümler. Yabancı ülke gümrük duvarlarını düşürürse, İslâm Devleti de düşürebilir (Sahnûn, el-Müdevvene, II, 41).
2. Haraç: Mülkiyeti İslâm Devleti’ne ait olan ve köylülere yalnız ekip biçme hakkı tanınan topraklarla, mülkiyeti gayri müslim halka bırakılan yerler, haraç vergisine tabidirler. Genel kanaate göre haraç arazisini müslümanlar da işletseler, ödedikleri vergi haraç hükmünde olur.
Haraç muvazzafa ve mukaseme diye ikiye ayrılır:
a- Harac-ı Muvazzafa: Gayri müslimlere ait bir araziye dönüm başına konulan vergidir. Bazan da bu vergi arazinin bir dönümünden çıkacak ürüne göre belirlenir. Hz. Ömer geniş Irak ve Sûriye topraklarına bu çeşit vergiyi koymuştur (Ebû Yusuf a.g.e., 38 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., II, 62).
b- Harac-ı Mukaseme: Öşürde olduğu gibi, elde edilecek ürünün kendisine, ondalık hesabı ile konulan vergiye de bu ad verilir. Bu verginin oranı ürünün I/4,1/3 veya 1/2 ölçüsündedir (el-Kâsânî, a.g.e., II, 63).
Hz. Peygamber, Hayber ve Fedek arazilerine bu çeşit bir vergi koymuş ve bu yerlerde oturan yahudilerden 1/2 oranında, yani çıkan ürünün yarısını vergi olarak almıştır (Ebû Yûsuf, a.g.e., 55). Yahudiler bu iki yerdeki arazileri üzerinde mülkiyet haklarını kaybetmişler ve “yarıcı” olarak çalışmaya başlamışlardır. Bu yüzden onlardan alınan gelirlere vergi olarak bakmak tartışılabilecek bir konudur. Ancak bunlar harcama yerleri bakımından haraç hükmündedir (bk. Celal Yeniçeri, İslâm’da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984,191,192; İslâm İktisadı, İstanbul, 1980, 244 vd). 3- Ganimetlerden alınan beytülmal payları: Savaş sırasında gayri müslimlerden zorla ele geçirilen mallara “ganîmet” denir. Ganimet her yıl veya belirli dönemlerde alınabilir düzenli bir gelir türü değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de ganîmetlerin paylaşılma biçimi ve devlete düşen paylar belirlenmiştir (el-Enfâl, 8/41).
Cizyeyi Düşüren Haller
1- Zimmî’nin İslâm’a girmesi. Zimmet ehli bir kimse İslâm’a girince cizye vergisinin düşeceği konusunda görüş birliği vardır. Çünkü İbn Abbas (r.anhümâ)’dan nakledildiğine göre Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Müslüman’a cizye yükümlülüğü yoktur” (Ahmed b. Hanbel, I, 223, 285; Tirmizî, Zekât, II).
2- Cizye yükümlüsünün ölmesi. Hanefî, Mâlikî ve Zeydîlere göre ölümle cizye düşer. Çünkü bunlara göre cizye bir ceza olup, hadlerde olduğu gibi ölümle düşmelidir. Şâfiî ve Hanbelilere göre ise cizye ölümle düşmez ve terekeden alınır. Çünkü hayatta iken ödenmesi gereken bir borç olmuştur.
3- Zamanın geçmesi ile de cizye düşer. Ebû Hanîfe ve Zeydîlere göre, cizye tahsil edilmeden önce yıl sonu gelir ve bir sonraki yıl girerse cizye düşer. Çünkü cizye bir ceza olup, hadlerde olduğu gibi biri diğerinin içine girer. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve diğer imamlara göre ise cizyede iç içe girme (tedâhul) söz konusu olmaz. Çünkü cizye bir bedel (ıvaz) olup, ödenmesi gereken bütün cizyeler ödenmelidir. Diyet, zekât gibi mâli haklar da böyledir (İbn Kademe, el-Muğnî, VIII, 511, vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 449).
Zimmet Akdinin Niteliği
İslâm müctehitleri, zimmet akdinin müslümanlar için bağlayıcı (lazım) bir akit olduğunda görüş birliği içindedirler. Müslümanlar tek yanlı irade ile böyle bir anlaşmayı bozamazlar. Gayri müslimler için ise bağlayıcı olmayan bir akittir. Hanefîlere göre kitap ehli ile yapılan zimmet sözleşmesi aşağıdaki üç sebepten birisi ile bozulabilir.
a-Zimmî’nin müslüman olması,
b-Dâru’l-harbe kalmak üzere geçmesi,
c-Bir bölgede üstünlüğü sağlayarak, İslâm toplumuna karşı savaş açmaları. Bu üç sebebin dışında meselâ; cizye vermekten kaçınmak, Hz. Peygamber’e dil uzatmak, bir müslümanı öldürmek veya müslüman bir kadınla zina etmek gibi sebeplerle zimmet akdi bozulmuş olmaz. Çünkü İslâm Devleti zimmîyi cizye vermeye zorlayabilir, suç işlediğinde ise ceza hükümlerini uygulayabilir. İslâm Devleti, cizye karşılığında onların kendi inançları üzere kalmalarına izin verdiğine göre, diğer halleri küfrün altında kalır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 112 vd.; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VI. 381; el-Meydânî, el-Lübâb, IV,147).
Çoğunluk fakihlere, İmâmiyye Şîa’sına ve Zeydiye’ye göre kitap ehli ile yapılan zimmet akdi cizye ödemekten veya İslâm’ın kendilerini ilgilendiren genel hükümlerini uygulamaktan kaçınmaları yahut İslâm Devleti’ne karşı toplu isyana kalkışmaları halinde bozulmuş sayılır. Çünkü bunlar zimmet akdinin gerektirdiği hususlardır. Bunlara uymamak akdin bozulmasını gerektirir.
Şâfiîlerde sağlam görüşe göre, zimmîlerin ma’siyetleri işlemesi, zimmet sözleşmesinde şart koşulmadıkça akdi bozmaz.
Zimmîlerin Hak ve Görevleri
1- Hakları:
a- Yerleşme hakkı; zimmet ehli olan gayri müslimler Mekke’nin harem bölgesi dışında bulunan İslâm toprakları üzerinde yerleşebilirler. Mekke haremine onların girememesi şu âyete dayanır: Müşrikler ancak bir pisliktir (necis), onun için bu yıllarından itibaren onlar artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” (et-Tevbe, 9/28). Âyette kastedilen Mekke’nin harem bölgesidir. Bunu âyetin devamındaki;… Eğer yoksulluğa düşeceğinizden korkuyorsanız, yakında Allah, dilerse sizi lütfuyla zenginleştirir” ifadesinden anlıyoruz. Ebû Hanîfe ise onların bütün Hicaz bölgesi gibi Mekke haremine de girebileceklerini, ancak burasını sürekli yerleşim yeri olarak seçemeyeceklerini söyler.
b- Can, mal ve ırzlarını İslâm Devleti’nin koruması gerekir.
c- Mabetlerine, içkilerine ve domuzlarına, bunları açıktan işlemedikleri sürece dokunulmaz. Bir müslüman onların içki, domuz vb. yiyecek, içeceklerine zarar verirse tazmin etmesi gerekir. Şafii ve Hanbelîlere göre ise tazmin gerekmez.
2- Görevleri:
Yılda bir defa ergin, hür ve erkekler için cizye ödemek.
Yerleştikleri bölge dışında ticaret yaparlarsa, onda bir vergi ödemeleri,
Herhangi bir mabedi yeniden inşa etmemeleri.
Müslümanları aldatmamaları ve müslümanların arasına casus sokmamaları.
Çanları gizlice çalmaları ve dinî ibadetlerinden herhangi bir şeyi açıktan yapmamaları.
Hiçbir peygambere sövmemeleri ve inançlarını açıktan açığa dile getirmemeleri.
Zimmîlerle İlgili Bazı Önemli Hükümler
1. Zimmî ile müslümanın evlenmesi: Müslüman bir erkeğin hristiyan veya yahudi kadınla evlenmesi caizdir. Çünkü İslâm’da evin reisi kocadır, doğacak çocuklar babanın dininden sayılır, böylece gayri müslim kadınla evlenme İslâm’ın yayılmasına yardımcı olabilir.
Kur’ân’da şöyle buyurulur: Hür ve iffetli mü’min kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden hür ve iffetli kadınlar, namuslu olmanız, zina yapmamanız, gizli dostlar edinmemeniz ve kendilerine mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldır” (el-Mâide, 5/5). Ancak yukarıdaki âyetin açık olarak ehl-i kitap kadınla müslüman erkeğin evlenmesine cevaz verdiği halde Hz. Ömer (ö. 23/643) Medâyin valisi Huzeyfe b. el-Yemân’a (ö. 36/656), evli bulunduğu yahudi kadının boşamasını bildirmiştir. Kitap ehli kadınlarla evlenmenin kötüye kullanılması ve müslüman kadınlara rağbet azalacağı endişesi halife Ömer’i böyle bir önlem almaya sevketmiş olmalıdır (el-Cassâs, Ahkâmü’l- Kur’ân, tahkik, Muhammed es-Sâdık, Kahire, t.y., II, 324). Bu hükmü kaldırma değil, geçici bir uygulamadır. Çünkü temelde Abdullah b. Ömer (ö. 73/692) dışında ashab-ı kiramdan kitap ehli kadınla evlenmenin caiz olmadığını söyleyen yoktur. İbn Ömer bu konuda şöyle demiştir: “Allah müşrik kadınları, mü’min erkeklere haram kılmıştır. Ben bir kadının; Rabbim İsa’dır demesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum” (es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm, 2. baskı, Dimaşk, 1397/1977, II, 564). İbn Ömer’in bu sözü haramlığa değil kerâhete hamledilmiştir. Hristiyan ve yahudilerin inanç bakımından Allah’a şirk koştukları çeşitli âyetlerle (bk. et-Tevbe, 9/30; el Mâide, 5/73) belirtilmektedir. Ancak müşriklerle evlenme yasağı bildiren âyetin (el-Bakara 2/221) genel hükmü, kitap ehli ile evlenmeye cevaz veren başka bir âyetin hükmü (bk. el-Mâide, 5/5) tarafından tahsis edilmiştir. Böylece ehl-i kitap kadınlar müşrik kapsamı dışında bırakılmıştır. Çoğunluğun görüşü böyledir (bk. el-Cassâs, a.g.e., II,15, vd.; el-Kâsânî, a.g.e., II, 270, 271; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II, 37 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, 225 vd).
Diğer yandan İslâm toplumuna düşman olan harbi ve ehl-i kitap bir kadınla evlenmek mekruh olup, bu konuda icmâ vardır (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II, 372).
2- Zimmî ile müslüman arasında miras hukuku:
Çoğunluk müctehidlere göre, müslümanlarla gayri müslim arasında miras cereyan etmez. Delil sünnettir. Hadiste şöyle buyurulur: Müslüman kafir, kâfir de müslümana mirasçı olamaz” (Buhârî, Hacc, 44, Meğâzî, 48, Ferâiz, 26; Müslim, Ferâiz,1; Ebû Dâvud, Ferâiz, 10; Tirmizî, Ferâiz, 15). Bu duruma göre, kitap ehli ile evli müslüman erkekle eşi arasında miras cereyan etmeyeceği gibi, çocuklar da babalarına tabi olarak yalnız ondan miras alabilecektir.
Ancak Muaz b. Cebel (ö. 18/639) ve Muâviye (ö. 60/679) ile tâbiîlerden Mesnûk b. el-Ecdâ (ö. 63/683), Saîd b. el-Müseyyeb (ö. 93/711), İbrahim en-Nehâî (ö. 90/714) ve diğer bazıları aksi görüştedir. Bu görüşte olanlar “müslüman kâfirden miras alır, fakat kâfir müslümandan alamaz” derler. Onlar bu konuda şu hadislerin genel anlamlarına dayanırlar: İslâm arttırır, eksiltmez” (Ebu Dâvud, Ferâiz, 10; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236). İslâm yücedir, onun üzerine yücelinmez” (Buhârî, Cenâiz, 79).
Çoğunluk müctehitler ise yukarıda ilk verdiğimiz Buhârî hadisini miras konusunu çözümleyen esas delil olarak alırken, diğer genel anlamlı hadisleri doğrudan mirasla ilgili görmezler.
Diğer yandan zimmîlerin kendi aralarında miras cereyan eder. Çünkü küfür ehli tek millet sayılmıştır.
3- Zimmîlerin İslâmî yasaklara saygı göstermesi:
Zimmet ehli, İslâm’ın yasakladığı ve kendi inançlarına göre de menedilmiş bulunan şeyleri İslâm ülkesinde işlememekle yükümlüdür. Zina, eşcinsellik gibi.
Yine zimmîlerin müslümanlarla karışık bulunduğu yerlerde İslâm’ın şeârine aykırı olan şeyleri açığa vurmamakla yükümlüdürler. Bu şey kendi aralarında caiz olsa bile hüküm değişmez. Mahrem hısımla evlenmek gibi.
Bir zimmî İslâm beldesine açıkça içki, domuz ve benzeri şeyleri soksa, bunu bilmeme yüzünden yapmışsa İslâm devletince geri çevrilir ve tekrarı halinde cezalandırılacağı bildirilir. Bilerek yaptığı anlaşılırsa, bunlar yine geri çevrilir ve kendisi darb veya hapis gibi bir ceza ile te’dîb edilir. Diğer yandan bunları bir müslüman telef etse tazmin etmesi gerekir. Çünkü bunlar zimmî bakımından mütekavvim (değerli) maldır.
4. Zimmîye nafile sadaka vermek: Zekât yalnız müslüman olan yedi sınıfa verilir: “Zekat, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalbleri İslâm’a ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir” (et-Tevbe, 9/60).
Nafile sadakalar ise yahudi, hristiyan veya mecûsîlerden fasık ya da kâfir olanlara verilebilir. Bunların zimmî veya harbî olması da hükmü değiştirmez. Delil şu âyettir: “Onlar, yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde, onu yoksula, yetime ve esire yedirirler” (el-İnsân,76/8). Âyetteki “esir” harbî statüsünde bir kişidir. Hz. Peygamber’in, susuz köpeği sulayan kimse hakkında şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Her ciğeri yaş olan hayvana yardımda ecir vardır” (Buhârî, Mezâlim, 23, Edeb, 37, Müsâkât, 9; Müslim, Selâm,153; Ebu Dâvud, Cihâd, 44; Mâlik, Muvatta’, Sıfatü’n-Nebî, 23). Başka bir hadiste şöyle buyurulur: “Senin yemeğini Allah’tan sakınandan başkası yemesin” (Tirmizî, Zühd, 56; Ebu Dâvud, Edebm, 16; Ahmed b. Hanbel, III, 38). Burada daha fazîletli olan sadaka verme kastedilmiştir.
Diğer yandan Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre zimmîlere keffaret ve adaktan da verilmesi caizdir. Yemin kefâretini bildiren âyette şöyle buyurulmuştur: “Bozulan yeminin keffâreti, ailenize yetirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır” (el-Mâide, 5/89). Bu âyette mü’minle kâfir arasında bir ayırım yapılmamıştır.