ZİMMET
Söz, garanti, teminat, kefâlet *, hak, saygı ve yükümlülük. Çoğulu “zimem”dir. “Ehlü’z-zimme”, kendileriyle antlaşma yapılan gayri müslim. Ayni kökten zimmî ise; İslâm devletinin tabiiyetini kabul etmiş olan gayri müslim demektir. Bir terim olarak bir kişi veya ticaret kuruluşunun borçlarının tümüne “ümmet borcu” denir. Bu muhasebe defterinde borç, masraf ve zararların yazıldığı tarafa da “zimmet” adı verilir.
Zimmet ya malla ilgili olur veya mânevî nitelikli bulunur. Meselâ; bir borcun insan üzerinde sabit oluşu, bu kimsenin borca ehil olması ile bağlantılıdır. İşte insanın borçlanma maddî ve mâlî yükümlülükler altına girebilme ehliyeti onun zimmete mahal olduğunu belirtir.
İslâm fıkhında ehliyet * ; Allah ve Rasûlünün şahısta takdir ettiği, onu din ve hukukun muhatabı olmaya elverişli bir mahal haline getiren bir vasıftır. Bu ehliyet anne karnındaki ceninden itibaren rüşt yaşına kadar çeşitli safhalar geçirir. Ehliyet vücub ve eda ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır.
Vücub ehliyeti şahsın lehine ve aleyhine olan hakların sabit oluşuna elverişli bulunmasıdır. Lehine olan hakka borçlandırma (ilzâm), aleyhine olana da borçlanma (iltizam) denir. Bu ehliyetin dayanağı insanlık sıfatıdır. Bunun yaş, erginlik ve rüşd * ile bir ilişkisi yoktur.
Kişinin ümmeti hak ve borçlara ehil olması ile yakından ilişkili olduğu için “vücub ehliyeti” onun zimmet halini de belirler. Nitekim çocukta doğuma kadar olan ehliyet “eksik vücub ehliyeti” adını alır. Bu yüzden anne karnındaki cenîn yalnız lehine olan haklardan yararlanır. Meselâ, cenin sağ doğmak şartıyla mirasçı olur, lehine vasiyet edilen mala sahip bulunur, yine lehine vakıf yapılırsa geçerli olur ve baba yönünden nesebi sabit bulunur. Aleyhine bulunan medeni haklar ise sabit olmaz. Meselâ, babasının cenîn adına bir şey satın alması veya ona ait malı başkasına bağışlaması geçerli değildir. Bu duruma göre cenîn eksik zimmete sahiptir.
Çocuğun doğumu ile tam vücub ehliyeti başlar. Böyle bir kimsenin lehine yapılacak bağış ve vasiyet geçerli olduğu gibi, mirasçılığa da sabit olur. Başkasının malını telef etmişse tazmin etmesi gerekir. Ergin olmasa da zekât dışındaki malî yükümlülüklerden de sorumlu tutulurlar. Çoğunluğa göre ise zekat erginlik çağından önce de sorumluluk kapsamına girer.
Zimmetin Nitelikleri
1- Zimmet; gerçek insan varlığı veya ortaklık, kuruluş, vakıf ve mescid gibi tüzel kişiler için söz konusu olur. Bu nedenle doğumdan önce cenînin ümmeti bulunmaz. Meselâ; ona yapılacak bağış geçerli olmaz, fakat sağ doğmak şartıyla vasiyet geçerli olur. Yine hayvan için zimmet yoktur. Bu yüzden bir kimse bir hayvan için vasiyette bulunsa böyle bir tasarruf bâtıl olur. Ancak yalnız bu hayvana bakımı sağlamayı kasdetmişse geçerlidir (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Mısır, t.y., III, 42).
2- Her kişi için doğumundan sonra olmak üzere borçlanma ve borçlandırma zimmeti başlar. Erginlik ve rüşt ile bu zimmet tamamlanır.
3- Zimmet bir bütün olup parçalanma kabul etmez. Zimmette çeşitli kişiler arasında ortaklık söz konusu olmaz.
4- Zimmette sınır yoktur. Bu nedenle borçlar ne kadar büyük olursa da zimmet bunları kapsar. Çünkü zimmet itibari bir hacim olup her borçlanmayı almaya elverişlidir.
5- Zimmet şahsın kendisine bağlıdır. Mal ve servete bağlı değildir. Bu yüzden mal varlığının miktarına bağlı olmaksızın kişi dilediği kadar borçlanma ehliyetine sahiptir.
6- Zimmet, borçlar arasında bir ayırım yapmaksızın genel bir tazmin yükümlülüğü ifade eder. Ancak alacaklının rehin gibi aynî bir hakkının olması veya cenaze masrafları, eşin ve küçük çocukların nafakası yahut resmî vergi borçları gibi öncelikli veya imtiyazlı borçlar bunun dışındadır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1404/1984, IV, 52, 53).
Zimmetin Sona Ermesi
Zimmet doğumla başlar, ölümle sona erer. Ancak sona eriş şekli ve zamanı üzerinde bazı görüş ayrılıkları vardır.
Hanefîlere göre ölüm, zimmeti tam olarak yok etmez, fakat onu zayıflatır. Terekenin tasfiyesi ile ilgili olarak bazı haklar sonuçlanıncaya kadar zarûret nedeniyle zimmet devam eder. Böylece ölen kimse, ölümünden sonra yeni bir mülkiyet kazanır. Balık tutmak amacıyla denize ağı atan balıkçının bu arada vefat etmesi halinde ölümünden sonra tutulan balıklar üzerinde mülkiyet hakkının doğması gibi. Diğer yandan sağlığında iken yapılan bazı tasarrufların yol açtığı borçlar, ölümden sonra da zimmet borcu olarak devam edebilir. Mesela; satılan bir mal, satıcının ölümünden sonra ayıp nedeniyle geri iade edilse, bu malın satış bedelini geri vermek yükümlülüğü doğar. Bunu ölenin mirasçıları yerine getirir. Yine ilgililerden izin almadan genel yol üzerine açılan bir çukura, bu çukuru açanın ölümünden sonra başka birisi düşüp ölse veya yaralansa çukuru açanın tazminat yükümlülüğü zimmet borcu olarak devam etmiş sayılır. Ancak Ebû Hanîfe’ye göre iflas etmiş olarak ölen kimsenin borcuna kefil olma geçerli değildir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed eş-Şeybânî ise aksi görüştedir. Ölüye vasiyet ve bağış da geçerli olmaz (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu’s Sanâyi’ fi Tertîbiş-Şerâyi’, 2. baskı Beyrut 1394/1974, VI, 6; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I. baskı, Mısır 1316/1898, V, 419).
Hanbelîlerden bir rivayete göre ölümle zimmet ortadan kalkar. Çünkü zimmet şahsa bağlı olduğu için şahısla birlikte o da sona erer. Borçlar ise Hanbelîlerin çoğunluğuna göre terekeye geçer. Bunun bir sonucu olarak bir kimse ölür ve hiçbir malı bulunmazsa borçları düşer (İbn Receb, el-Kavâid, 1. baskı, 193 vd).
Şâfiî, Mâlikî ve bazı Hanbelîlere göre, ölenin zimmeti borçlar ödenip, tereke tam olarak tasfiye edilinceye kadar devam eder. Bu yüzden ölen kimse bazı yeni haklar elde etmeye devam edebilir. Denize atılan ağa, balıkçının ölümünden sonra tutulan balıklar üzerinde onun mülkiyet hakkının doğması gibi. Diğer yandan borçlar tasfiye edilinceye kadar da ölenin zimmeti sabit kalır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Mü’minin Şahsı, ödeyinceye kadar borcu ile bağlıdır” (Tirmizî, Cenâiz, 76; İbn Mâce, Sadakât, 12; Dârimî, Büyû’, 52; Ahmed b. Hanbel, II, 440, 475, 508).
Ölenin zimmetinin yeni bir borçla meşgul olması da mümkündür. Ayıp nedeniyle geri verilen malın, satış bedelini ödeme zorunluluğunun doğması gibi. Ölenin, sağlığında iken genel yola açtığı çukurun meydana getirdiği zararı tazmin yükümlülüğünün ortaya çıkması da böyledir. Bu mezheplere göre, iflas etmiş ölünün borçları için kefil olmak da geçerlidir. Nitekim Hz. Peygamber’e bir cenaze getirilmiş, borcu olup olmadığını sormuş. Borcu olduğu söylenince “Arkadaşınızın namazını kıldırın”diyerek oradan ayrılmak istemiştir. Ancak Ebû Katade (r.a)’ın, Borcu ben üzerime alıyorum” demesi üzerine de namazı kaldırmıştır (Buhârî, Havâlât, 3, 4). Burada ölünün borcu için kefâlet söz konusu olmuş ve Hz. Peygamber bana ses çıkarmamıştır.
Sonuç olarak zimmet borcu, malın kendisi telef olduğu takdirde aynı veya bedeli borç olarak devam edebilen para veya malla ilgili olarak doğar. Bunlar vadeli satışlarda veya selem * akdinde satılan mal veya satış bedeli olarak da belirlenebilirler. Altın, gümüş, nakit para ile ölçü, tartı veya standart olduğu için sayı ile alınıp satılan şeyler, ayni zamanda zimmet borcu olarak belirlenebilir. Meselâ; bir malı iki milyon liraya bir ay vadeli alan kimse, bir ay süreyle belirlenen miktardaki parayı zimmet borcu olarak üstlenmiş olur. Yine parasını peşin verip, bir ton kalitesi belirli buğdayı üç ay sonra teslim almak üzere anlaşma halinde ise, satıcı bir ton buğdayı vade sonunda teslim etmeyi zimmet borcu olarak üstlenmiş olur.
Zimmet sözcüğü Kur’ân-ı Kerîm’de söz ve ahid anlamında olmak üzere şöyle kullanılır: “Onlarla sözleşmeyi nasıl devam ettirebilirsiniz ki, size üstün gelecek olsalar, ne akrabalık münasebetini gözetirler, ne de verdikleri sözü. Ağızlarıyla sizi memnun etmeye çalışırlar. Fakat kalbleri bundan kaçınır. Onların çoğu fâsıktırlar” (et-Tevbe, 9/8).
“Onlar hiç bir mü’minin akrabalık ve ahdini gözetmezler, işte haddi aşanlar bunlardır” (et-Tevbe, 9/10).
Diğer yandan kıyemî mallar zimmet borcu olarak kalmaya elverişli değildir. Gayri menkuller, hayvanlar ve standart olmayan çeşitli eşya ve emtia bu niteliktedir. Bunlar vadeli satışın konusu olabilirse de selem akdine konu olamazlar. Çünkü istenilen nitelikteki kıyemî bir malı satıcının sağlaması güçtür. Meselâ; iki yaşlarında şu kadar sığırı veya 1980 model falanca marka otomobili iki ay sonra teslim etmek üzere satmak tarafları anlaşmazlığa düşürür. Çünkü iki yaşında çeşitli hayvanlar olabileceği gibi 1980 model otomobilden de pek çok bulunabilir. Satıcı bunlardan ucuz olanı vermek, alıcı ise en kalitelisini şu kadar sığır veya 1980 model falanca marka otomobili iki ay sonra teslim etmek üzere satmak tarafları anlaşmazlığa düşürür. Çünkü iki yaşında çeşitli hayvanlar olabileceği gibi 1980 model otomobilden de pek çok bulunabilir. Satıcı bunlardan ucuz olanı vermek, alıcı ise en kalitesini almak ister ve aralarında anlaşmazlık çıkar. İslâm ise insanlar arasında çıkabilecek anlaşmazlıkları önlemeyi ve bunun için gerekli önlemleri almayı amaçlamıştır.
Hamdi DÖNDÜREN