ZEYNEB binti CAHŞ (r.a)
Zeyneb binti Cahş b. Riâb b. Ya’mur b. Esed b. Hüzeyme. Rasûlüllah’ın aynı adı taşıyan iki hanımından biri. Zeyneb binti Cahş, anne tarafından Hz. Peygamberle akrabadır. Annesi, Hz. Peygamberin halası, Ümeyme binti Abdülmuttalib’tir. Babası, Mekke’ye dışardan gelip yerleşmiştir. Mekke’de 588 yılında doğmuş ve hicretin beşinci yılında Hz. Peygamberle evlenmiştir (İbn İshak, Siretu İbn İshak, Tahkik: M. Hamidullah, Konya 1981, 244).
Zeyneb binti Cahş, Hz. Peygamberin hanımları arasında hakkında islâm düşmanları ve bilhassa hristiyanlar tarafından en fazla gürültü koparılanıdır. Onun, gerek ilk evliliği, gerekse ikinci evliliği farklı çevrelerce değişik şekillerde yorumlanmış ve daima gündemde kalmıştır. Hz. Zeyneb’in Rasûlüllah ile olan evliliğini anlayabilmek için tarihî ve sosyolojik bazı gerçekleri çok iyi bilmek gerekir. Aksi takdirde yanlış bir değerlendirme yapılmış olur. Gerçi bu anlayış, bütün tarihî olaylar için geçerlidir. Fakat burada daha bir önem kazanmaktadır. Zira eskiden beri yerleşmiş olan ve neredeyse bir din haline gelmiş bulunan âdetlerin kaldırılması söz konusu olmaktadır. Bu âdetleri ortadan kaldırmak toplum anlayışında farklı reaksiyonlara sebep olur.
İslâm’dan önceki Câhiliyye döneminde yaşayan güçlü örf ve geleneklerden biri de evlatlığın öz evlad gibi muamele görmesiydi. Hatta bu sebeple başlangıçta Zeyd b. Hârise’ye, “Zeyd b. Muhammed” deniyordu. Yani “Muhammed’in oğlu. Zeyd”. Bu anlayışa göre hareket edildiği takdirde elbetteki öz evlad ile baba arasındaki hükümler neyi gerektiriyorsa evlatlık ile baba arasındaki hukuk da bunu gerektiriyordu. Bu cümleden olarak evlatlığın hanımı, öz oğlun hanımı gibi kabul ediliyordu. Köklü ve değişmez bir gelenek haline gelen başka bir anlayışa göre de üst tabakaya mensup, asil ve zengin kızların fakir veya kölelerle evlenmemesiydi.
Bilindiği gibi Allah elçisinin en önemli tebliğ metotlarından biri de Allah tarafından gelen emir ve yasakları önce kendisinde uygulaması, şayet bunları kendi şahsında uygulama imkânı yoksa veya böyle bir imkân bulamamışsa, o emir ve yasakları en yakın akrabasında uygulaması idi. Zira o, insanları bir tarağın dişleri gibi eşit kabul ediyordu. Ona göre, Allah korkusu ve takvadan başka hiç bir faktör insanlara ayrıcalık getirmemeliydi. Nitekim Kur’ân bu konuda; Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır” (el-Hucurât, 49/13) diyordu. Buna göre Câhiliyye döneminden beri devam edip gelen imtiyazlı sınıf hakimiyeti ortadan kalkmalıydı. İslâm toplumu, eşitlik ve adalet üzerine kurulmalıydı. Bunun için de en hassas konulardan biri olan evlilikle bu iş gerçekleşmeliydi. Medine’ye hicret eden halasının kızı ve Abdullah b. Cahş’ın kız kardeşi olan Zeyneb, bu iş için bulunmaz bir fırsattı. Zeyneb’in evliliğinden söı edildiği bir günde eski ve kötü âdetin kaldırılma zamanının geldiğine hüküm ederek Zeyneb’i evlatlığı Zeyd için istedi. Fakat ne Zeyneb ne de kardeşi Abdullah, soylu ve hür bir kadının azad da edilmiş olsa bir köle ile evlenme teklifini hoş karşılamadılar. İkisi de dayızadeleri olan Allah’ın elçisine böyle birinin kendileri için uygun olup olmayacağını sordular. Onlara göre eşraftan birinin kızı azad edilmiş bir köle ile evlenemezdi. Zeyneb daha da ileri giderek kendisinin böyle biri ile evlenemeyeceğini söylüyordu.
Rasûlüllah, Zeyd’in İslâm’daki ve kendi yanındaki değerini onlara anlatıp onun ana ve baba tarafından da soylu bir kimse olduğunu söyledi. Ancak onlar, Allah elçisine olan derin sevgi ve muhabbetlerine ve ona itaat etme konusunda son derece titiz davranmalarına rağmen bu evliliğin gerçekleşmesini istemiyorlardı. Bunun üzerine;
“Âllah ve Rasûlü bir işe karar verip hükmettiği zaman, mü’min bir erkekle, mü’min bir kadın için işlerinde muhayyerlik (seçme hakları) yoktur. Kim, Allah ve Rasûlüne isyan ederse, muhakkak ki o, apaçık bir sapıklık etmiş olur” (el-Ahzâb, 33/36) âyet-i kerimesi nâzil oldu. Bunun üzerine Zeyneb, Allah ve Rasulünün emrine itaat etmek için Zeyd ile olan evliliğe razı oldu. Fakat bu evlilik pek iyi işleyen bir seyir takib etmedi. Bu sebeple ancak bir sene kadar devam etti. Bununla beraber, İslâm’ın yerleştirmek istediği eşitlik ve adalet anlayışı artık kök salmış ve örnek bulmuş oluyordu. Bununla beraber bu evlilik hayatı, ikisine de mutluluk getirmedi. (Bu evlilik esnasındaki olaylar ve Zeyd’in durumu hakkında geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul 1991, 233-235) Çünkü, Zeyneb, dindar ve Allah’tan korkan bir kadın olmasına rağmen sülalesi, güzelliği ve asaleti ile iftihar ediyor, azadlı bir köle olan kocasına iğneleyici sözler söyleyip tepeden bakıyordu. O, akrabasının evine bir köle olarak giren bir azadlının nikahı altında bulunmayı bir türlü hazmedemiyordu. Bu sebeple de her fırsatta kocasının kalbini kırıyordu. Zeyd artık buna dayanamadı. Hz. Peygambere müracaatla karısını boşamak istediğini bildirdi. Rasûlüllah, bu durumdan çok müteessir oldu. Çünkü evlenmelerini bizzat kendisi istemişti. Bu sebeple her defasında Âllah’tan kork, karını boşama” (el-Ahzab, 33/37) diyordu. Bununla beraber bu evlilik yürümedi ve Zeyd, karısını boşamak zorunda kaldı. Böylece Zeyneb binti Cahş serbest kalmış oldu.
Aradan bir süre geçtikten sonra bu defa sıra başka bir kötü âdedin kaldırılmasına gelmişti. Bu ise evlatlıkların hanımlarının öz evladın hanımı kabul edilip öz gelin muamelesine tabi tutulması idi. Bu sırada İslâm hukukî bakımından evlatlık müessesesini temelden değiştirmiş ve bir kişinin sadece öz babasına nisbet edilebileceğini ilkesini getirmişti. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlamda şöyle denilmektedir:
“Onları (evlatlıklarınızı) babalarının ismiyle çağırın. Bu, Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız o halde (onlar) din kardeşleriniz ve dostlarınızdır” (el-Ahzab, 33/5). Bunun üzerine Hz. Peygamberin evlatlığı olan Zeyd de, Zeyd b. Hârise diye çağırılmaya ve daha sonraki nesillerce de bu isimle anılmaya başlandı (Ahmed b. Abdullah et-Taberî, es-Simtu’s-emin, 106). Zeyd, Hz. Peygamberin evlatlığı idi. Buna göre onun hanımı olan Zeyneb de Rasûlüllah’ın öz gelini değildi. Evlatlık müessesesinin Kur’ân’ın emri ile kaldırılmasından sonra bunun bir kalıntısı olan “evlatlık hanımlarının, evlad edinenler tarafından alınmayacağı” anlayışının da kaldırılması gerekiyordu. Uygulamadaki prensibe göre bu âdetin kaldırılmasında en uygun durumda olan ise bu defa Hz. Peygamberdi. Hz. Peygamber de bunu biliyordu. Ancak ortaya çıkacak fitne ve dedikodular onu korkutuyordu. Ama İslâm’ın getirdiği bu prensip, kesinlikle kendisi üzerinde uygulanacaktı. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle ifade edilir:
“Âllah’ın açığa çıkarıcı olduğu şeyi kalbinde gizliyordun. Ve halktan korkuyordun. Halbuki korkulmaya en ziyade layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından alakasını kesince biz onu sana zevce (eş) yaptık ki, mü’minlere evlatlıklarının kendilerinden alakalarını kestikleri (boşadıkları) zevcelerini almakta bir müşkülat olmasın. Allah’ın emri yerine gelecektir” (el-Ahzab, 38/37)
Enes (r.a)’ın bildirdiğine göre Zeyneb boşanıp iddeti bitince Rasûlüllah, Zeyd b. Hârise’ye gidip, Zeyneb’i kendisi için istemesini söylemiş. Başlangıçta Zeyd’e zor ve ağır gelen bu vazife, Zeyd tarafından yerine getirilmiştir. Fakat Zeyneb bu konuda Allah’ın emrini beklediğini söyledi. Bunun üzerine yukarıda temas edilen âyet-i kerime nâzil oldu. Bir rivayete göre Zeyneb’in ilk adı “Berre” idi. Hz. Peygamber bundan böyle isminin Zeyneb olduğunu söyleyerek onun ismini değiştirir. Bundan sonra hep Zeyneb olarak anıldı (İbn Abdi’l-Berr, el-İstiâb, IV, 306-307).
Kur’ân âyeti ile meydana gelen bu evlilik, Câhiliyye döneminin kötü bir âdetini daha ortadan kaldırmış oluyordu. Böylece Hz. Peygamber, hem Zeyneb’in hem de akrabalarının ilk arzuları doğrultusunda onunla nikahlandı.
Hz. Peygamber Zeyneb’le evlenince münafıklar dedikodu yapmaya başladılar. Onlar, işi o kadar ileriye götürdüler ki, “Muhammed oğlun karısının babaya haram olduğunu bildiği halde kendisi oğlunun hanımını nikahladı” dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ el-Ahzab süresinin kırkıncı âyetini indirdi. Burada meâlen: “Muhammed, erkeklerinizden birinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın rasûl ve peygamberlerin sonuncusudur” (el-Ahzab, 33/40) denilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in yapmak istediği ıslâh, İslâm’ın bu defa evlilik yasakları mevzuunda, evlad edinilmiş (evlatlık) ile öz evladı aynı gören âdet hakkında idi. Bir şahsın evlatlığından boşanan veya dul kalan kadını, ebedî olarak böyle bir baba ile evlenemiyordu. Bu âdet o kadar köklü bir şekilde yerleşmişti ki, müslümanlar arasında bile hiç kimse böyle bir evliliği düşünemezdi.
Gerçekten, bu kadar basit ve bazı reformların yapılmasına yönelik olan bu izdivacı, bilhassa islâm düşmanları ve Batının müteassıb yazarları dillerine dolayarak bu konuda çeşitli senaryolar hazırladılar. Buna göre, Hz. Peygamber, Zeyd’in evde bulunmadığı bir sırada onu aramaya gelmiş, evde Zeyneb’i görmüş ve ona hayranı olmuştur. Bunun üzerine Zeyd, hanımını boşamıştır. Bu şekilde düşünenlerin tamamının gözden kaçırdıkları bazı önemli noktalar bulunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bu noktaları bilmeyerek değil, kasıtlı olarak gözden uzak tutmaya çalışmışlardır. Bunlar, Zeyneb’in Hz. Peygamberin yakın akrabası olduğunu, onun Medine’ye hicret eden ilk müslümanlar arasında bulunduğunu, Rasûl-i Ekrem’in Zeyd ile evlenmeden önce Rasûlüllah’a varmak istediğini kabul ediyorlar. Sonra da ilk münafıkların yaptığı gibi iftirada bulunmaktan da çekinmiyorlar.
Şayet Hz. Peygamber, Zeyneb’i almaya istekli olsaydı onu bakire iken almasına kim mani olabilirdi? Acaba Hz. Peygamber daha önce halasının kızı olan Zeyneb’i görmemiş miydi? Bunu söylemeye imkân var mıdır? Hz. Peygamberin Zeyneb’le olan evliliğinden önce kadınlar tesettüre (örtünmeye) riayet etmiyorlardı. Çünkü bu dönemde tesettürle ilgili emirler henüz gelmemişti. Zeyneb’in gerek Zeyd, gerekse Hz. Peygamber ile evlenmesi hicâb (örtünme) âyetlerinden önce idi. Buharî ve diğer sahih hadis kaynaklarında hicâb âyetinin inmesi ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Buna göre bunların inmesi, Hz. Peygamberin Zeyneb’le evlenmesinden sonra olmuştur (Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Buharî, Tefsiru’l-Kur’ân (33) 8; Kazıcı, a.g.e., 239-241).
Tamamen hayal mahsûlü olan ve münafıkların dedikodusu sebebiyle ortalığa yayılan fitneden dolayı bu izdivaçla ilgili olarak müsteşrik ve misyonerler büyük bir faaliyetin içine girmişlerdir. Bu konuda bir piyes yazanlardan biri Woltaire’dir. Woltaire, tarihî gerçeklerle taban tabana zıt olan piyesi yazarken papadan iltifat görmüştü. Daha önce afaroz edilmişken yazdığı bu tiyatro eseri üzerine papa tarafından “Oğlum Voltaire..” diye başlayan bir mektup alarak iltifata nail olmuştur (Bu piyes hakkında daha geniş bilgi için bk. Zekai Konrapa, Peygamberimiz, İslâm Dini ve Aşere-i Mübeşere, İstanbul 1963, 485-487).
Dinsizliği kabul ettiği bildirilen bu adam, sadece İslâm’a hücum ettiği için papa tarafından affedilmekle kalmamış, aynı zamanda da papanın “oğlum” hitabına mazhar olmuştur. Gerçekte normal bir evlilik olan bu izdivaç, bilhassa İslâm düşmanları tarafından devamlı olarak gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Bunun sebebi de herhalde dinî taassub olsa gerektir.
Hz. Peygamberle evlendiği zaman otuz beş yaşında bulunan Zeyneb binti Cahş’ın düğününde Rasûlüllah, büyük bir ziyafet vermişti. Hicretin beşinci yılında meydana gelen bu izdivacın, üçüncü yılda olduğunu söyleyenler olmuşsa da bu görüş pek doğru kabul edilmemektedir. Çünkü hicâb âyeti bu evlilikten sonra inmişti.
Hz. Zeyneb, Rasûlüllah’ın diğer hanımlarına karşı övünür ve “Sizi Peygamberle aileleriniz evlendirdi. Halbuki beni yedi kat göklerin üstünden Yüce Allah evlendirdi” diyordu. İbn Kesir’in naklettiği bir habere göre Zeyneb, Hz. Peygambere “Diğer hanımlarının sana karşı nazlanamayacağı üç şeyle nazlanabilirim” demiş. Bunlar:
1- Senin dedenle benim dedem aynı kişi (Abdülmuttâlib)dir.
2- Beni sana nikâhlayan Allah’tır.
3- Aradaki elçi Cebrail aleyhisselâmdır (İbn Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, IV, 148). Hz. Zeyneb’in bu şekilde övünmeye de hakkı vardı. Zira o, hem güzel, hem Hz. Peygamberin akrabası hem de nikahı Allah tarafından kıyılmıştı. Hz. Aişe bu sebeple onu kıskanmaktan kendini alamamıştır. Hatta “Allah’ın ona yaptığı ikramdan dolayı bize karşı üstünlük taslar demiştim” diyen Hz. Aişe, bu hareket ve davranışında yanılmamış görünmektedir (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 307). Zira bizzat Zeyneb, Hz. Peygamber’in huzurunda: “Ya Rasûlüllah! Allah’a yemin ederim ki ben, senin diğer eşlerinden biri gibi değilim. Onları, babaları, kardeşleri veya aileleri evlendirdi. Benden başka, Allah’ın gökte seninle evlendirdiği var mıdır?” diye soruyordu (İbn Sa’d et-Tabakat, VIII, 102-103; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 307). Keza, İbn Sa’d’da bulunan başka bir habere göre Hz. Ümmü Seleme’nin kızı Zeyneb, annesinin Zeyneb binti Cahş’tan bahsederken ona rahmet okuduğunu ve Hz. Aişe ile onun arasında meydana gelen bazı hadislere değindiğini söyleyerek şöyle der: “Zeyneb dedi ki: Vallahi ben, Peygamberin diğer kadınları gibi değilim. Onlar, mehirle evlendiler. Onları akrabaları evlendirdi. Beni ise Allah, kendi elçisi ile evlendirdi. Allah, kitapta (Kur’an) benim hakkımda âyet indirdi. Müslümanlar onu okurlar ki, bu ebediyyen değişmez.” Ümmü Seleme dedi ki: “Peygamber onu severdi. O, saliha, çokça namaz kılan, oruç tutan ve sadaka veren bir kadındı” (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 103).
Zeyneb binti Cahş’ın geliri senelik 12 bin dirhemdi. Fakat o, bunu alır almaz derhal fakir ve yetimlere dağıtırdı. Hatta onun bu parayı aldığı zaman “Ey Allah’ım! Gelecek yıl beni bu paraya ulaştırma. Çünkü o bir fitnedir” dediği rivayet edilmektedir. İslâm âleminin ikinci halifesi olan Hz. Ömer bu durumu öğrenince onun kapısı önünde durmuş içeriye selam göndererek: “Daha önce gönderdiğimi dağıttığını duydum. Bin dirhem daha gönderiyorum ki onu elinde tutasın” demişti. Hz. Ömer bin dirhem daha gönderdi. Fakat, o eskiden beri yaptığını aynen tekrarlamış ve elindekini dağıtmıştı (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 110). O, ölmeden önce kendisi için kefenini hazırlamıştı. Hz. Ömer de ona ikinci bir kefen gönderdi. Öldüğü zaman kendisinin hazırladığı kefen kız kardeşi Hamne tarafından sadaka olarak başkasına verildi (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 110; İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 308). Kendisi fakirlere, ihtiyaç içinde olanlara ve dullara çokça sadaka verirdi. Hz. Aişe’nin onun ölümü üzerine “Övülmeye layık, çokça ibadet eden, yetim ve dulların sığınağı gitti” dediği rivayet edilir (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 308). Bütün bu özellikler onda öyle bir halet-i ruhiye meydana getirdi ki sadaka ile o birbirlerinden ayrılmaz iki unsur haline gelmişlerdi. Hz. Zeyneb, el işi yapan bir kadındı. Deriyi tabaklar, ondan deri eşya diker ve bunun gelirini Allah yolunda sarf ederdi. Bu gayretlerinin boşa gitmediği kısa bir müddet sonra anlaşıldı. Zira rivayetlere göre Rasûlüllah vefatına yakın günlerinin birinde:
“Bana en çabuk ve erken kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır” buyurmuştur. Umre binti Abdirrahman Hz. Aişe’den şu rivayeti yapmaktadır: “Biz, Peygamberden sonra herhangi birimizin evinde toplandığımız zaman kollarımızın uzunluğunu duvarda ölçerdik. Bu uygulama, Zeyneb binti Cahş’ın ölümüne kadar devam etti. Zeyneb, kısa boylu bir kadındı. Allah kendisine rahmet eylesin, o bizim en uzunumuz değildi. Onun ölümü ile peygamberin “kolu uzun” ifadesi ile “en çok sadaka veren” demek istediğini anlamış olduk. Zeyneb et işi yapan, deri tabaklayan ve bunu da Allah yolunda tasadduk eden bir kadındı” (İbn Sa’d et-Tabakat, VIII, 108; Ahmed b. Abdullah, es-Simtu’s-Semin, 110-111). Bu rivayet, bizi başka bir konuyu daha hatırlatmaya sevketmektedir. Buna göre Hz. Zeyneb, ahirette de Rasûlüllah ile birlikte olacaktır. Başka bir ifade ile o, daha için Hz. Peygamber bir gün Ömer (r.a)’e; Zeyneb binti Cahş, evvâhedir” demişti. Bu esnada orada bulunan bir adam: Ya Rasûlüllah! Evvâhe nedir?” diye sordu.
Bunun üzerine Allah elçisi: “Âllah’a karşı korkulu bir saygı duyan ve ona yönelip yalvarandır” dedikten sonra Muhakkak ki, İbrahim, yumuşak huylu (halim) ve Allah’a yönelip yalvarmıştır” buyurdu (İbn Abdi’l-Berr, el-İstiâb, IV, 309; Ahmed b. Abdullah et-Taberî, es-Simtu’s-Semin, 111).
Ümmü’l-Mü’minin Zeyneb binti Cahş bütün bu övgülere layık bir insandı. Dindarlığı, çok sadaka vermesi, çok ibadet etmesi, ölümünden sonra Rasûlüllah’a ilk kavuşan olması ve hatta nikahının Allah tarafından kıyılmış olması onu diğer kadınlardan üstün kılmıştı. Onun dindarlığına ve ibadete olan düşkünlüğüne bir örnek olması bakımından Buharî ve Müslim’in Sahih’lerinde rivayet edilen bir hadisin meâli burada zikredilmelidir.
Böylece onun namaza ne kadar düşkün olduğunu ve bunun için nasıl insan üstü bir gayret içinde olduğu görülmüş olur.
Enes b. Mâlik şöyle dedi: Peygamber mescide girdiğinde iki direk arasında bir ipin çekilmiş olduğunu gördü. Bu ip nedir? diye sorunca ashab;
“Bu, Zeyneb’in ipidir. Zeyneb, (namazda ayakta durmaktan) yorulunca bu ipe tutunur” dedi. Bunun üzerine “Hayır (ibâdette böyle güçlük olmaz), bu ipi çözün, sizden biriniz zinde ve kuvvetli oldukça namazı (ayakta) kılsın. Yorulunca da otursun” buyurdu (Buharî, Teheccüd 18; Müslim, Salâlu’l-Misafirin, 31).
Hicretin yirminci yılında (641) vefat eden Zeyneb binti Cahş, Rasûlüllah’ın vefatından sonra ona kavuşan ilk hanımı idi. Vefatında, dönemin halifesi olan Hz. Ömer cenaze namazını kıldırmıştı. Dört tekbirle kılınan namazdan sonra bizzat kendisi kabre inip onu defnetmek istemişse de bu istek Hz. Peygamberin diğer hanımları tarafından reddedilerek kendisinin kabre inmesinin helal ve doğru olmadığı hatırlatılmıştı. Ancak onun yakınlarından olan kimselerin buna hakkı olduğu bildirilmiştir. Bunun üzerine onun yakın akrabalarından olan iki kişi kabre inip onu Baki’ mezarlığına defnettiler. Hz. Ömer, bütün müslümanların çıkıp onu, son yolculuğuna uğurlamasını istemiştir. Vefat ettiği zaman 53 yaşında idi (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 110-111; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiâb, IV, 309).
Zeyneb binti Cahş’tan on bir hadis rivayet edilmiştir. Bunların ikisinde Buharî ve Müslim ittifak etmişlerdir (ez-Zehebî, Siyeru A’l-amin-Nübelâ, II, 218).
Ziya KAZICI