YEDULLAH
Allah’ın eli; kuvvet ve kudreti, otoritesi.
Bu kelime “yed” ve “Allah” kelimelerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir terkibtir. Zâhirî mânâsı, “Allah’ın eli” demektir. Fakat hiç bir şeye benzemeyen ve her türlü noksan sıfatlardan, eksiklik ifade eden özelliklerden uzak (münezzeh) olan ve her türlü kemâl sıfatlarla, kemâliyet, üstünlük, yetkinlik ifade eden özelliklerle nitelenebilecek olan Yüce Allah’ın, insanın eline benzer bir eli olması muhaldir. Bu itibarla İslâmiyete göre Allah’ın eli olmaz, ancak bu “el” kelimesini, mecâzî mânâda kudretten kinaye olarak “Yüce Allah’ın kuvvet ve kudreti” olarak anlamak daha doğru olacaktır. Nitekim Türkçe’mizde de mecaz ve kinaye olarak kullanılan deyimler vardır. Meselâ; “Şu kişinin eli açıktır” denildiği zaman, pekâla bilinir ki, burada “el” kelimesinin müfred ve müşahhas olarak anlaşılan mânâsı kasdedilmemiştir; aksine “eli açık” deyimiyle onun cömert, yardım sever bir kişi olduğu, ihsan edip vermeyi alışkanlık haline getirdiği, cimri, pinti olmadığı kasdedilmiştir. Yoksa böyle bir kimsenin elini uzatıp açmakta olduğu ve herkesin onun bu açık elinden alacağını almakta olduğu düşünülmez.
“El” kelimesi mecâzî mânâda sadece Türkçe’de değil, diğer dillerde özellikle Arapça ve Farsça’da kullanılmaktadır. Meselâ; Arap şâiri Lebîd, kışın esen poyraz rüzgârının şiddetli soğununu ve etkisini anlatmak maksadıyla yazdığı şiirinde: “Soğuğun yularını poyrazın elinde gördüğü rüzgâra” bile “el” isnad ederek, teşhis san’atını kullanarak ifadeyi daha da güçlendirmeye çalışmıştır.
Bütün insanlığa hitab eden Kur’ân-ı Kerîm’de de böyle mecazi ifadelere yer verilmiş, Yüce Allah insanlara anlayacakları tarzda ve kullandıkları şekiller içerisinde zâtına mahus olan özelliklerini, Kudret ve azametini beyan buyurmuştur. Böylece insanlar Kur’ân’ı daha kolay ve kendi dillerinde kullandıkları şekiller ve san’atlar içerisinde yadırgamadan anlayabilmişlerdir.
Arap dilinde “yed = el” kelimesi aşağıdaki çeşitli mânâlarda kullanılmaktadır:
1- Bilindiği gibi “el” kelimesi insanların bir uzvu veya organı olup çoğu kez bileğe kadar olan kısma “el” denildiği gibi, bazen de koltuk altına kadar olan kısma “el” adı verilir.
2- Nimet anlamında kullanılır ki, bu durumda çoğulu; “eyâdî” olarak gelir. Bu mânâ Türkçe’mizde pek bilinmemekle beraber; “Efendim, elinizin altında yaşayayım” şeklinde bir cümle kurarsak,”nimetiniz ve inayetiniz sayesinde hayatımı devam ettireyim” anlamında bir istek olmuş olur. ‘
3- Kuvvet kudret manasına gelir. Meselâ; “Ulû’l-eydî ve’l-ebsâr” cümlesi “Kuvvet ve akıl sahibi” diye açıklanmıştır. Dilimizde de “El elden üstündür, tâ arşa varıncaya kadar” denilir; yani kudret, kudretten üstündür, ancak Allah’ın kudretinin üstünde hiç bir kudret yoktur anlamına gelir.
Nitekim, Allah Teâlâ; “(Ey Muhammed! Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler, Allah’â baş eğip el vermiş sayılırlar. Ancak Allah’ın eli onların ellerinden üstündür buyurmaktadır ki, “Allah’ın kudreti ve kuvveti onların güç ve kuvvetinden üstündür” demektir.
4- Mülk mânâsında, “tasarrufunda, elinin altında” anlamında kullanılır. Meselâ; “Şu büyük arâzi falancının yedindedir”, yani “onun mülküdür, veya tasarrufundadır, sahibi odur, veya onun elinin altındadır” demektir. Nitekim Allah Teâlâ; “Hükümranlık elinde olan Allah yücedir” (el-Mülk, 67/1) buyurmuştur.
5- Pek güçlü inayet ve ihtisas anlamına gelir. Meselâ; “Ben bunu elimle yaptım” demek, “Kendim yaptım” demek olduğu gibi; “Fazlaca özen gösterdim, pek özel bir şekilde önem verdim, bence pek büyük bir kıymeti vardır”, anlamlarını ifade eder. Nitekim Cenab-ı Hakk İblis’e; “Ey İblis, Kendi kudretimle yarattığıma (yani Âdem’e) secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlandı mı?” (Sad, 38/75) buyurdu.
İşte bütün bu mânâlardan anlaşılıyor ki: “Yedullâh” tabiri, Allah’ın nimet ve ihsanı, kudret ve kuvveti, mülkü, tasarrufu ve hükümranlığı, inayet ve ihtisası anlamlarına gelmektedir; yoksa birinci maddede gösterilen “el” veya “kol” mânâsına değildi. Zira hiç bir yaratığa, hiç bir şeye benzemeyen Yüce Allah’ın insanlar gibi müşahhas bir elinin olması düşünülemez.
Bununla beraber kültür tarihi içerisinde “Müşebbihe” ve “Mücessime” diye bilinen bu iki fırkanın mensuplarından çoğu “Yedullâh” tabirini “insanın eli” gibi tasavvur etmişlerdir. Mezhebler tarihi içerisinde yer almış olan bu iki fırka İslâm dininin dışında kalan fırkalardan olup çok kısa ömürlü olmuşlardır. Halbuki Ehl-i Sünnet mütekellimlerinden bir kısmı
“Yedullâh”ı Allah’ın sıfatlarından saymışlar, Kelâm tarihi içinde “Yedullâh” ve benzeri tabirlere “Haberî sıfatlar” adı verilmiştir. Ehl-i Sünnet âlimlerinden pek çoğu da “Yedullâh”ı, Allah’ın kudreti diye açıklamışlardır. Zira Yüce Allah, kudretiyle kâdirdir.
Selef âlimleri bu haberî sıfatlara iman etmiş, bunları zâhirleri üzere bırakmış, te’vile ve açıklamaya kalkışmamışlardır. Bununla beraber benzetmeye ve cisimleştirmeye de yeltenmemişlerdir. Onlara göre, madem ki, Yüce Allah Kendisine” el, yüz, göz…” gibi özellikleri nisbet etmiştir, öyleyse bunlar öylece kabul edilmelidir. Bunların mâhiyetini ve hakikatını ancak Cenab-ı Hak bilir. Bunların hiç biri bizim elimize, yüzümüze, gözümüze benzemez.
İlk mütekellimler de hemen hemen Selef gibi düşünmüşlerse de, sonraki mütekellimler ise, bu haberî sıfatların Yüce Allah’ın zâtına ve şanına uygun bir tarzda te’vil edilip açıklanması yolunu tutmuşlar; ancak te’vil yapıp açıklarken, yapılan bu te’vil ve açıklamaların Allah’ın muradı ve O’nun kastettiği mânâ olduğuna kesinlikle hükmetmemek gerekir, demişlerdir.
Cihad TUNÇ