YED-İ EMÎN
Bir malı mülkiyetine geçirmek maksadıyla değil, sahibinin naibi olarak, sahibine iade etmek maksadıyla elinde bulunduran şahıs.
Bir malı gasb gibi zulüm yoluyla veya sahipli malı sahibinin rızası olmaksızın yahut şari’in müsaadesi dışında mülk edinmek maksadıyla elinde bulundurma hali de “yed-i damân” olarak isimlendirilmelidir. Bu ayırımın hukukî sonuçları malın telefi veya itlafı durumunda tazminatın gerekip gerekmediği konularında ortaya çıkmaktadır. Yed-i emîn, elinde bulundurduğu maldan kusurlu bulunduğu hallerde sorumludur. Diğer bir tabirle, kendisinin mala zarar verdiği durumlarda tazminle yükümlüdür. Malın kendiliğinden telefi veya sel baskını; yangın, deprem, yıldırım düşmesi v.b gibi semavî bir afet neticesinde meydana gelen zararlardan mes’ul değildir.
Yed-i damân durumunda ise malı elinde bulunduran şahıs kendi kusurlarından sorumlu olduğu gibi bu durumlarda da tazmininle yükümlüdür. Tazmini gerektiren hallerde tazmin etmeme şartı yed-i damân durumunu yed-i emîn haline dönüştüremeyeceği gibi, tazmini gerektirmeyen durumlarda da tazmin şartını koşma yed-i emîn halini yed-i damân haline çevirmez. Meselâ kiraya veren şahısın, kiracısına malın tazminini şart koşması, vediayı alana, ariyet alana tazmin şartını koşmak geçersizdir. Mudarabe, şerike, vekâlet v.b gibi emanet akitlerinin tümünde hüküm buna göredir. Çünkü bu gibi şeylerde aslolan emanettir ve şartla tazmin geçersizdir (Ali el-Hafif, ed-Dmân fı’l-Fıkhi’l-İslâmî, Kahire 1971-73, I, 102; Vehbe ez-Zühaylî, Nazariyyetil’d-Damân, Dımaşk 1402/1982, 174-175, 182).
Kanun koyucu (şâri)nun izin verdiği durumlarda bir malı elinde bulunduran şahıs bazan yed-i damân halinde de bulunabilir. Her ne kadar malı elinde bulunduran şer’î bir velâyet ile buna sahip bulunuyorsa da bazı hallerde malın telefi halinde tazmin gerekir. Müşteriye teslim edilmeden önce müşteriden kaynaklanmayan telef neticesi helâk olan mal gibi. Eğer malın telef olmasında müşterinin bir kusuru söz konusu olursa mal kendisine teslim edilmiş kabul edilir ve satıcıya tazmin gerekmez. Alıcının ücretini ödedikten sonra mal satıcının elinde semâvî (elde olmayan) bir afetle telef olur veya satıcı telef ederse yahut kendiliğinden telef olursa satıcının aldığı ücreti müşteriye iade etmesi gerekir. Hanefîler riyat alanı (müsteîr) yed-i emîn olarak kabul ediyorlarsa da Şafiiler ve Hanbelîlere göre müsteîr elinde bulunan ariyet malın servî bir âfetle telefi halinde telef olduğu günkü kıymetini muire (ariyet veren) ödemekle yükümlüdür (Ali el-Hafif, a.g.e., I, 101-102).
Bazı Hanbelî fakihleri bir şahsın yed-i emîn olarak kabul edilebilmesi için kanun koyucu (şâri)nun izninden başka malı elinde bulunduran kişinin bir menfaatinin bulunmamasını şart koşmaktadırlar. Bu görüşte olan fakihlere göre âriyet alan, sattığı malın ücretini alabilmek için malı elinde hapseden satıcı vb. durumdaki kişiler yed-i emîn değildirler (Ali el-Hafif, a.g.e., I, 103).
Yed-i emîn’e misal olarak şunları zikredebiliriz: Mudârıb, sahibi adına hıfzetmek üzere malı alan şahıs, bulduğu malı sahibine verme niyetiyle alıp bunu ilan eden ve şahit tutan mültakıt, kiracı. Şâfiî ve Hanbelîlere göre rehin alan kişi de yed-i emîndir. Ancak Hanefiler rehnin borca mukabil olmayan kısmında yed-i emîn olduğunu kabul etmişlerdir (Ali el-Hafif, a.g.e., I,105) Kâdı Şurayh (Ö. 78/697) ibrahim en-Nehaî (ö. 61/714) ise rehin alanı yed-i emîn olarak kabul etmemişler ve malın telefı veya itlafı durumunda mürtehinin tazmin etmesi gerektiğini söylemişlerdir (Ali el-Hafi), a.g.e, I, 104).
Kira, rehin, mala karşı menfaat temini ile sulh gibi bir yönden emanet, diğer yönden damân (tazminat) akitleri grubuna girebilen akitler mevcuttur. Akdin tazmînî mi yoksa emânet mahiyetinde mi olduğunu tayin mevzuunda ölçü ivaz (bedel)dir. Sonu itibariyle de olsa akit ivazlı ise ivaza tekabül eden kısmı tazminî olmakta ve akdin ifası icabı, teslim alan kimse zarar ve hasardan mesul bulunmaktadır (karz gibi). Eğer akit ivazsız ise bu takdirde emanet hükmü caridir. Meselâ kira (icare) akdinde kira bedeli karşılığında elde edilen şey kiralanan malın kökü ve aslı değil ondan tayin edilen müddet içinde faydalanmaktır (menfaat). Kiralanan şeyin teslimi bu menfaati sağlamanın zarûrî neticesidir. Bu sebeple kiralanan şey kiracıya teslim edilince aslı emanet menfaati ise tazminlidir (Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1991, II, 57-58).
Yed-i emîn, elinde bulundurduğu malı gerektiği şekilde korumaması, telef etmesi ve bozması, mal sahibinin bizzat söylediği veya delalet ettiği şartlar ile hukukun istediği vazifelere muhalefet etmesi, mesela lukatada ilan ve şahid tutmayı terketmesi gibi, durumunda yed-i emin olmaktan çıkar ve tazminle yükümlü olur (Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e.,177-187. Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XV, 74 vd; XXI, 63 vd; XI, 2 vd; XI, 133 vd; XIX, 108 vd; Kâsânî, Bedâ’i’u’s sanâ’i ; Kahire 1327-28/1910, IV,173 vd; VI, 135-175, 200-203, 207-218).
Saffet KÖSE