VÂCİB
Gerekli ve sabit olan. “Vecebe” fiilinden ism-i fâil. Bu fiilin mastarları olan “vücûben”, “vecben”, “vecbeten”, ve “vecibeten”, gerekli ve sabit olmak, yere düşmek, kalb çarpmak, günde bir defa yemek, ölmek ve güneş batmak anlamlarına gelir.
İslâm hukukunda “vâcib”, yükümlünün farzdan aşağıda, fakat sünnetten daha kuvvetli olarak yerine getirmesi istenilen şer’î hükümdür.
İslâm’da akıllı olan, erginlik çağına ulaşan kimseye yükümlü (mükellef) denir. Kendi iradesiyle serbest hareket edebilecek yaşa gelen kimsenin konuşmaları, iş, amel ve davranışları İslâm nazarında belirli hükümlere bağlanmıştır. Fıkıh kaynaklarında “yükümlünün fiilleri” denilen bu fiiller sekiz tane olup, şunlardır: Farz, vâcip, sünnet, müstehap, mübah, haram, mekruh. Bu ayırım Hanefilere göredir. Diğer mezhep müctehidlerine göre ise bu sayı vâcib, mendup, haram, mekruh ve mübah olmak üzere beştir.
Farz, sübûtu ve ifade ettiği anlamı (delâleti) kesin olan delillerle Allah veya Rasûlünün emrettiği fiillerdir. Farzlar, başka anlama gelme ihtimali bulunmayan, âyet, mütevâtir veya meşhur hadis, ya da icmâ gibi kesin delillerle sabit olur. Beş vakit namaz, zekât, hacc ve namazda Kur’ân-ı Kerîm’den bir parça okumak gibi. Bunlarla ilgili hem âyetler vardır, hem de Hz. Peygamber’in mütevâtir veya meşhur hadis kuvvetinde söz veya uygulamaları bulunmaktadır. Farzın yerine getirilmesi kesin olarak gereklidir. Terkeden ağır cezayı hak etmiş olur; farz olduğunu inkâr edenin dinden çıktığına hükmedilir.
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre farzla vâcip eşanlamlıdır. İkisi de aynı hükümlere tabidir. Hanefilere göre ise, fârz ve vâcip birbirinden farklı anlam taşır. Vâcip Allah ve Rasûlünün yükümlü Müslümandan yapılmasını bağlayıcı bir şekilde istediği, fakat hakkındaki bu bağlayıcılığın zannî delil ile sabit olduğu fiildir. Buna göre vâcibin kesinliği, farzın kesinliğinden daha azdır. Bu yüzden şer’î bir işte farz terk edilirse bu iş bâtıl olur. Meselâ Arafa’ta vakfe yapmayan kimsenin haccı batıl olur. Çünkü vakfe farzdır. Fakat bir kimse Safâ ile Merve arasında sa’yi terk etse, haccı bâtıl olmaz. Bunu kurban kesme cezası yoluyla tamamlaması mümkündür.
Yine namazda Kur’ân okunmasının tamamen terki namazı geçersiz kılar. Çünkü namazda Kur’ân’dan bir parça okunması gereği kesin delille sabittir. Âyette şöyle buyurulur: “O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun”(el-Müzemmil, 73/20). Fakat Fatiha Sûresinin okunmamış olması tek başına namazı bozan bir sebep değildir. Bu sûre okunmamış olursa, namaz mekruh olmakla birlikte yine geçerlidir. Sonunda yanılma secdesi yapılarak bu eksiklik giderilmeye çalışılır. Çünkü namazda Fatiha’nın okunması hükmü zannî bir delil ile sabittir. Bu da Hz. Peygamber’in ” Fatiha suresini okumayanın namazı yoktur” (Tirmizî, Mevâkitü’s Salât, 69,115; İbn Mâce, İkâmet, II) hadisidir.
Bu hadisin sâbit oluşu, haber-i vahid olması bakımından zannidir. Diğer yandan “Fâtiha okunmaksızın kılınan namaz geçerli değildir” anlamına gelebileceği gibi “Böyle bir namaz tam ve mükemmel olmaz” anlamına da yorumlanabilir. Bu bakımdan hükme delaleti yönünden de zannidir.
Şâfiîlere göre namazda Fatiha’nın okunması farz anlamında vâciptir. Onlar “O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun” (el-Müzemmil, 73/20) âyetini, Fâtiha sûresini okuyun, diye tefsir ederler. Çünkü Hz. Peygamber “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de o şekilde kılınız” (Buhârî, Ezân,18; Edeb, 27; Âhâd 1) buyurmuştur. Hanefîler ise yukarıdaki âyeti genel anlamlı kabul ederler ki, Fâtiha veya Kur’ân’dan başka bir bölüm bu kapsama girer.
Farzın hükmü: Yapılması kesin olarak gereklidir. Terkeden ağır cezayı hak etmiş olur. Farz olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Namaz, oruç, veya haccı inkâr gibi.
Vâcibin hükmü: Yapılması kesin olarak gereklidir. Terk eden, farı terkedenin cezasından daha az bir cezayı hak etmiş olur. Vacib olduğunu inkâr edenin küfrüne hüküm verilmez. Sapıklıkta kalır. Mesela; namazın vâciplerinden birisini bilerek terketmek tahrimen mekruhtur. Yanlışlıkla terketme veya geciktirme halinde ise, sehiv secdesi gerekir. Farzın terkinde ise namaz bozulur. Namazda rükûu terketmek gibi (Tehânevî, Keşşâf, II, 1126; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 6; Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1967, I, 33; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1938, VIII, 6200 vd.; Zekiyüddin Şa’bân, Usûlü’l-Fıkh, terc. İbrahim Kâfi Dönmez. Ankara 1990, 207 vd; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, Kahire, t.y., 29 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1991, 50, 51).
Vâcib’in Kısımları
Vâcip çeşitli bakımlardan kısımlara ayrılır:
1- Vakte bağlı olan vâcib: Belirli bir zaman bunun vücûbu için sebep teşkil eder. Meselâ, vaktin girişi ile namaz farz olur. Ramazan ayı girince oruç her akıllı, ergin, mukîm ve sağlıklı kimseye gerekli olur. Çünkü Allah Teâlâ; “Sizden kim Ramazan ayına yetişirse onda oruç tutsun” (el-Bakara, 2/185) buyurur. Bu çeşit vâcipler de geniş ve dar vakitli olmak üzere ikiye ayrılır:
Vakit aynı cinsten başka bir ibadetin yapılmasına elverişli olursa, bu vakitte edası gereken vâcibe “geniş vakitli vâcip” denir. Beş vakit namaz böyledir. Meselâ, öğle namazı vaktinde bir çok namaz kılınabilir. Asıl öğle namazı ise bu vaktin az bir parçasını işgal eder. Birden çok aynı cinsten ibadetin birbirine karışmaması için bu gibi vâciplerde niyet farz olur.
Bir vakitte yalnız tek vâcip eda edilebiliyorsa, buna “dar vakitli vâcip” denir. Ramazan ayı böyledir. Bu ayda başka bir oruç tutulamaz. Çünkü âyette “Sizden kim Ramazan ayına yelişirse oruç tutsun” (el-Bakara 2/185) buyurulmuştur. Bu yüzden Hanefilere göre Ramazanda nâfile oruca niyet edilse bile bu yine Ramazan orucundan sayılır. Çünkü bu süre, başka bir orucun tutulmasına el-verişli değildir.
2- Vakte bağlı olmayan vâcip: Edası, belli bir vakte bağlı olmayan vacibi geriye bırakan kimse kınanmaz. Meselâ özründen ötürü Ramazan orucunu tutamayan kimse, Ebû Hanîfe’ye göre istediği zaman tutabilir. İmam Şâfiiye göre ise kazaya kalan oruç aynı yıl içinde kaza edilmelidir (Ebû Zehrâ, a.g.e., 30,31).
Yapılması istenilen belirtilmesi bakımından vâcibin taksimi:
1- Muayyen vâcib: Bunda yapılması istenilen şey tektir. Borcu ödemek, yapılan akdi ifa etmek ve zekât vermek gibi. Bu çeşit vâciplerde kişi muhayyer değildir. ,
2- Muhayyer vâcip: Burada yapılması istenilen belli bir şey değil, iki veya üç şeyden biridir, meselâ, “Savaşta kâfirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın, savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin” (Muhammed, 47/4) âyetinde, esirleri ya karşılıksız ya da fidye ile salıverme olmak üzere iki seçenekten söz edilir. Üçlü seçeneğe ise yemin keffâreti örnek verilebilir. Yeminini bozan kimse ya bir köle azad edecek, ya on kişiyi doyuracak veya giydirecek; bunlara gücü yetmezse üç gün oruç tutacaktır (el-Mâide, 5/89).
Vâcibin miktar bakımından taksimi:
Bu bakımdan vâcip ikiye ayrılır:
1- Miktarı ve sınırı belli vâcip: Bütün farzlar buna örnektir.
2- Miktarı ve sınırı belli olmaya vâcip: Başa yapılan mesih miktarı, namazda rukû ve secdede bekleme süresi, hâkim tarafından belirlenmeyen nafakanın miktarı bu niteliktedir.
Yükümlü bakımından da ikiye ayrılır:
1- Aynî vâcip: Allah ve Rasûlünün yükümlülerin herbiri tarafından yerine getirilmesini istediği vâciptir. Beş vakit namaz, oruç, zekât ve hacc gibi. Bu borç, bazılarının yerine getirmesi ile diğerlerinin üzerinden düşmez.
2- Kifâî vâcip: Bu, topluma emredilen bir vecibe olup, hiç kimse yapmazsa tüm toplum sorumlu tutulur. Ancak toplumdan bir bölümü bunu yaparsa diğerlerinden de sorumluluk kalkar. Allah yolunda cihad, iyiliği emir ve kötülükten nehiy, cenaze namazı, İslâm devlet başkanı seçimi gibi. Cemâlüddin el-Hıllî bu konuda şöyle der: “Kifâî vâcipte her şahsın yaptığı ötekinin yerine geçer ve onu terkeden de yapmış sayılır” (Ebu Zehrâ, a.g.e., 36)
Şâfiî kifâî vâcip konusunda şöyle der: “Kifâı vâcip, genel olarak herkesin yapması istenilen ve bir kısım insanların mutlaka yapması kastedilen bir emirdir”. er-Risâle’de genel anlamlı sözcükler (âmm) anlatılırken, bir kısım âmm vardır ki, onunla genel anlam kastedilir, fakat onun kapsamına özel anlam da girer, denilir ve şu âyetler örnek verilir: “Meâmelilere ve çevresinde bulunan bedevîlere, savaşta Allah’ın peygamberinden geri kalmaları onun katlandığı sıkıntılara katlanmamaları yerinde değildir” (et-Tevbe, 9/120). “Yine yürüdüler, sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasabalılar da bu ikisini misafir etmek istemediler” (Kehf 18/77; Şafii, er-Risâle, Kahire 1940, 54, 55).
Kifâî farzlar toplumda bir çeşit görev bölümünü ifade eder. Meselâ, dinî ilimleri öğrenmek kifâî farz olduğu gibi tıp ilmi, teknik ilimleri vb.lerini öğrenmek de bir farîzadır. Toplumda hiç kimse bu mesleklere yönelmez ve toplum bundan zarar görürse, herkes bunlardan sorumlu olur.
Hamdi DÖNDÜREN