TELFİK
Kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, katılmak, eli boş dönmek.
İslâm hukukçuları telfik kelimesini farklı şeyleri birleştirmek anlamında kullanmışlardır. Usul bilginleri ise kelimeyi ictihad ve taklid alanlarında ayrı anlamlarda kullanırlar. Buna göre taklidde telfik, taklid yoluyla bir mesele veya amel üzerinde iki veya daha fazla mezhebin farklı hükümlerini birleştirerek tatbik etmektir. İctihadda telfik ise, bir mesele üzerinde birbirine muhalif iki görüş varken, daha sonra gelen bir müçtehidin bu ikisine uymayan üçüncü bir görüş ortaya atmasıdır. Telfikin her iki şekli de İslam hukuk ve usul bilginleri arasında geniş tartışmalara neden olmuştur.
İctihadda telfik iki farklı biçimde açıklanarak değerlendirilir. Buna göre iki veya daha fazla müctehid bir mesele üzerinde ictihad ederek farklı reyler ileri sürerler. Bunlardan sonra gelen bir müctehid de yine ictihad ederek aynı mesele üzerindeki eski görüşlerden seçmeler yaparak kendi görüşünü oluşturur ya da bizzat ictihad ederek ulaştığı sonuç, önceki ihtilaflara olduğu gibi bu ihtilaflarda meydana gelen ortak noktaya da ters düşer. Bu anlamdaki bir telfik, iki sorunun açıklığa kavuşturulmasını gerekli kılar:
1. Sahabe veya bir asrın müctehidlere bir mesele üzerindeki iki ya da daha fazla görüş ileri sürdükten sonra, daha sonraki bir asırda gelen başka bir müctehid, öncekilerden farklı üçüncü bir görüş ileri sürebilir mi?
2. Sonra gelen müctehid bir meselede öncekilerden bir grubun görüşünü, diğer meselelerde başka bir grubun görüşünü alabilir mi?
Bilginler bu sorulara farklı cevaplar vermişlerdir. Gazalî ve İsnevî, birinci mesele hakkında, “Bir mesele hakkında yalnız iki görüşün olduğunu bilmek, başka görüş yoktur ve üçüncüsü söylenemez demek için yeterli değildir. O asırdaki bütün müctehidlerin söz konusu meseleyi ele aldıklarını ve buna rağmen iki görüşten fazlasının ortaya atılmadığını bilmeden böyle bir söz söylenemez, yani üçüncü bir görüş ileri sürmek men edilemez.” demişlerdir.
Serahsî, Pezdevî, Ebu’l-Berakatü’n Nesefî gibi eski Hanefî usulcüler, bir asırda belirli bir sayıdaki reyden başkasının ortaya çıkmaması, onlara uymadan üçüncü bir görüşün batıl olduğuna icma mahiyetinde delil kabul edilir diyerek bunu tecviz etmemişlerdir. Şafiî bilginlerden İmamu’l-Harameyn de bu görüşü benimsemiştir. Yine Şafiîlerden Ebu İshak eş-Şirazî, iki meseleyi ayrı ayrı ele almış, birincisinde İmamu’l-Harameyn gibi düşünürken ikincisinde “Eğer iki meselenin birbirine eşit olduğu söylenmemişse, mürekkeb ictihad caizdir” demiştir.
Daha sonraki bilginlerden Kadl Beydavî, Ibnu’s-Sübkî, Karafî, Amidî, İbn Hacib, Sadru’ş-Şeria, İbn Hümam gibi bilginler de iki meseleyi ayrı ayrı ya da birlikte ele alarak görüş belirtmişlerdir. Ancak bunlar içinde konuyu en geniş açıdan ele alan Sadru’ş-Şeria Ubeydullah bin Mes’ud olmuştur. Ona göre söz konusu iki ictihad ve rey, şer’i ve gerçekleşmiş tek bir olayda ortaklaşa bulunup üçüncü görüş de bunun iptalini gerektirmedikçe, batıl sayılamaz.
Taklidde telfikin gerçekleşebilmesi için bir olayda birbirine muhalif iki görüşle bir arada veya ikincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle amel etmek gerekir. Söz gelimi, abdestin kan aldırmakla bozulmayacağı hususunda Şafiî’yi, şehvetsiz olarak kadının vücuduna dokunmakla bozulmayacağı hükmünde de Ebu Hanife’yi taklid eden ve bu iki taklidin birleştiği aynı abdestin sahih olduğu kanaatinde olan kimse, telfiki gerçekleştirmiştir. Oysa iki görüşle bir arada veya aynı zamanda amel etmez de önce biriyle, başka bir zaman da diğeriyle amel eder, ikinciyle amel ederken de birinci görüşün amel üzerinde etkisi kalmamış bulunursa, bu telfik değil, önceki mezhebten dönme ve ikinci bir mezhebe geçmedir. Bu konunun telfik konusunda ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Kimi ayrıntılarda farklı görüşler savunsalar da Hanefî hukukçulardan Kasım bin Kutluboğa, Ömer bin Nüceym, Ebu’l-İhlas el-Hasene’ş-Şürünbülalî, Alauddin Haskafî, İbn Abidin, İbrahimu’l-Birî; Şafi hukukçulardan İzzuddin bin Abdusselam, İbn Dakik, İbn Cemaati’l-Makdisî, Şihabuddin Ahmed bin İmaduddin el-Akfeshî, İbn Haceri’l-Heytemî, er-Remlî, İbn Ziyad ve el-Bülkinî; Malikilerden Yahya ez-Zenatî, Şatıbî, Şebrahitî taklidde telfiki caiz görmezler. Bu bilginler görüşlerini şu delillere dayandırırlar:
1- Telfikten icmaya aykırı bir durum ortaya çıkarsa, telfik batıl olur. Çünkü icmaya aykırı hükümler batıldır .
2- Telfik, bir mezhebin müctehidlerinin mutehalif hükümleri arasında olursa caiz değildir. Çünkü mezhebe bağlı diğer müctehidlerin ictihadları da, mezheb müctehidlerinin ictihadına izin verdiği ve usulü kullanıldığı için, mezheb imamının ictihadı sayılır.
3- Reyler birleştirilen iki imam, işlenen amelin batıl olduğuna söz birliği etmişlerdir.
4- Telfik, Müslümanların icması ile batıldır.
Telfik, dini oyuncak haline getirmektedir.
Hanefî hukukçulardan Kadı Necmeddin İbrahim bin Ali et-Tarasusî, Şeyhülislam Ebu’s-Suud, Zeynüddin bin Nüceym, Muhammed Emin (İbn Emir-i Padişah), Muhammed bin Abdi’l-Azimi’l-Mekkî; Malikî hukukçulardan Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Emiru’l-Kebir, Muhammed bin Ahmede’d-Düssukî; araştırmacı bilginlerden Şah Veliyyullah Dehlevî, Muhammed Reşid Rıza ve Senhurî de telfiki caiz görürler. Bunlara göre şart ve cüzleri bulunan bir amelin bütün bu şart ve cüzlerinde belli bir müctehide tabi olmanın gerekliliğini ifade eden ne bir nas, ne icma, ne de sağlam bir kıyas vardır. Dinin bu delil ve kaynaklarının gerekli kılmadığı hiçbir şey farz ya da vacip olamaz. Ayrıca taklide layık hiçbir alim, telfikin yasak olduğunu söylememiştir. Bu bilginler telfiki caiz görmeyenlerin delillerini de şöyle eleştirirler:
1- Burada sözü edilen icma, usulün konusu olan icma değildir. Anlatmak istedikleri, bir konuda muhalif görüşler ortaya çıktıktan sonra, daha farklı bir görüşün ileri sürülmemesinin sükuti icma anlamına gelmesi ve bunun yeni bir görüşün batıl olacağına delalet etmesidir. Bu tür bir icmanın delil olması kesin olmadığı gibi, böyle bir icmanın tesbiti de mümkün değildir.
2- Her müctehid ister müstakil, ister müntesib olsun, görüşü diğer müctehidlerinkine muhalif olursa, kendi ictihadına uyar. Bütün müctehidlerin ana kaynağı Kur’an ve Sünnet olduğuna göre, mezheb müctehidleri arasında caiz olan telfik genel olarak da caizdir.
3- “Reyleri birleştiren iki imam, işlenen amelin batıl olduğunda söz birliği etmişlerdir” sözü tutarlı değildir. Çünkü her imam, “Bu amel reyime muhalefet edilen noktada bana göre batıldır” diyebilir; fakat, “Diğer imama göre de batıldır” diyemez. Ona göre batıl olan amel, diğer imama göre sahihtir.
4- İcma ehli müctehidlerdir. Telfik konusu, müctehidler döneminden sonra, yedinci yüzyılda ortaya atılmış ve mukallidler arasında tartışma konusu edilmiştir. Böyle olunca, “Telfik, Müslümanların icması ile batıldır” demek, cüretli ve isabetsiz bir sözdür.
5- İhtiyaç halinde yapılan telfikte, dinin oyuncak haline getirilmesi söz konusu değildir. Bunun için kasıtlı davranmak gerekir.
Telfiki caiz görenler, bunun uygulamadan önce yapılmamasını ve şu nedenlerden birine dayanmasını uygun görürler:
1. Hükmün kalbi tatmin etmesi.
2. Hükmün selef tarafından çokça tatbik edilmiş olması.
3. Telfikin sonucu olan hükmün daha ihtiyatlı olması.
4. Bir hakkı veya ibadeti ifa hususunda telfike ihtiyaç duyulması.
Ahmet ÖZALP