TECELLİ
Ortaya çıkma, görünme.
Tasavvufta Allah’ın mutasavvıfın kalbinde isim ve sıfatlarıyla görünmesi. Bu hâl, mutasavvıfın nefsini arındırmasından sonra gerçekleşir. Mutasavvıflar, tecellinin çeşitli biçimlerinden söz ederler. Vahdet-i vücud (varlık birliği) öğretisi üzerine kurulu tasavvuf anlayışında tecelli, varlığın çeşitli mertebelerinin ortaya çıkışını dile getirir.
Mutasavvıflara göre insanla Allah arasında yetmiş bin perde (hicab) vardır. Bu perdeler, nefsin yedi durumu ile ilgilidir. Nefsin her durumunda bir Allah ismi on bin perdeyi ortadan kaldırır. Perdeler kalktıkça mutasavvıf evrendeki ilahî sırları görmeye (müşahede) başlar. Gerçekte Allah her an tecelli etmektedir. Ama bunu yalnızca kalp aynasını arıtan, parlatan kişiler görebilir. Bu doğrudan görüşle elde edilen bilgiye keşf denir. Keşf, ilahi sırların, gizli bilgilerin açılması, kavranmasıdır.
Bir yoruma göre tecelli, Rabbanî ve Ruhanî olmak üzere ikiye ayrılır. Ruhanî tecelli hudus (yaratılmışlık) niteliğini taşır. Bu tecelli beşerî nitelikleri yok etmez; mutasavvıfın kendine gelmesine neden olur. Rabbanî tecellide durum farklıdır. Tüm beşerî nitelikler yok olur, varlık yokluğa dönüşür.
Rabbanî tecelli, zat tecellisi (tecelli-i zat) ve sıfat tecellisi (tecelili-i sıfat) olmak üzere ikiye ayrılır. Zat tecellisinin de rububiyet tecellisi (tecelli-i rububiyet) ve uluhiyet tecellisi (tecelli-i uluhiyet) denilen iki türü vardır. Rububiyet tecellisi göreli bir tecellidir. Kur’an’ın Musa (a.s.) kıssasında andığı, Allah’ın dağa tecellisi, göreli tecellinin bir örneğidir. Bu tecellide dağ parçalanmış, Musa (a.s.) bayılmış, ancak her ikisinin varlığı da yok olmamıştır (el-A’raf, 7/142). Mutlak tecelli de denilen uluhiyet tecellisi ise varlığı Allah’ın varlığında yok eder (fena). “Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler” (Feth, 48/10) ayeti, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bu tür bir tecelli içinde bulunduğunu ifade etmektedir .
Sıfat tecellisi de sıfat-ı nefsi ve sıfat-ı manevi olmak üzere ikiye ayrılır. Sıfat-ı nefsi, yalnızca Allah’ı gösterir. Allah, varlık sıfatıyla tecelli ederse, Cüneyd’in “Vücudumda Allah’tan başkası yoktur”; vahdaniyet (teklik) sıfatıyla tecelli ederse, Ebu Said Harraz’ın, “Evimde Allah’tan başkası yoktur”; kıyam bizatihi (kendiyle varolma) sıfatıyla tecelli ederse, Bayezid Bistamî’nin “Kendimi tesbih ederim, benim şanım ne büyüktür” sözleri gerçekleşir. Sıfat-ı manevi, zattan zaid bir anlamı gösterir. Alim, kadir, mürid, mütekellim, semi, basir gibi sıfatlar, sıfat-ı manevi tecellilerindendir.
Diğer bir yoruma göre tecelli, fiiller tecellisi (tecelli-i ef’al), isimler tecellisi (tecelli-i esma), sıfat tecellisi (tecelli-i sıfat) ve zat tecellisi (tecelli-i zat) olarak dörde ayrılır. Fiillerin tecellisi, Allah’ın fiillerinden birinin kalpte tecelli etmesidir. isimler tecellisi, Allah isimlerinin kalbte görünmesidir. Zat tecellisi, Allah’ın zatının kalbte görünmesi; sıfat tecellisi ise Allah’ın sıfatlarının kalbte tecelli etmesidir. Zat tecellisi, celalî ve cemali olarak iki biçimde olur. Celalî tecelli, Allah’ın azamet, kahr, kibriya ve gazab gibi isim ve sıfatlarıyla tecellisidir. Cemal; tecelli ise, Allah’ın lütuf, af ve merhamet gibi isim ve sıfatlarla tecellisidir .
Muhyiddin ibn Arabî’nin sistemleştirdiği vahdet-i vücud (varlığın birliği) öğretisine dayanan tasavvuf anlayışında varlığı, Allah’ın tecellileri oluşturur. Buna göre tüm varoluş Allah’ın çeşitli düzeylerdeki tecellilerinden meydana gelir. Mutlak varlık olan Allah’ın ilk tecellisi Hakikat-ı Muhammediye’yi oluşturur. Allah’ın zatının bir gereği olan bu ilk tecelliye birinci belirme (taayyün-i evvel) denir. ikinci tecelli, vahidiyet mertebesini oluşturur. ikinci belirme de (taayyun-i sani) denilen bu tecelli mümkünler dünyasında varolacak tüm varlıkların suretlerini içerir. Üçüncü tecelli, ruhlar evrenini oluşturur. Dördüncü tecellide misal evreni ortaya çıkar. Bu evrende her varlık, cisimler evreninde kazanacağı surete (form, biçim) benzer bir suret taşır. Beşinci tecelli, şehadet evrenini (görülen dünya) meydana getirir. Bu mertebede Allah görülen cisimlerin suretinde tecelli etmektedir. Altıncı ve son tecelli, insan-ı kâmilde (yetkin insan) görülür. İnsan-ı kâmil, tüm evreni içerir ve ilahî isimlerin oluşturduğu suretleri kabule uygun olarak yaratılmıştır.
Ahmet ÖZALP