TEBENNÎ
Oğul edinmek, evlât edinmek anlamında bir İslâm hukuku terimi. Cahiliyye döneminde câri bir âdet idi. Kişi birisini evlât edinir ve o, evlât edinen şahsın oğlu sayılırdı. Evlât edinen şahsın adıyla anılır, onun aile fertlerinden birisi sayılırdı. Bütün haklarda aile fertlerine eşit olurdu. Evlât edinen öldüğü zaman da mirasından pay alırdı. İslâm’ın başlangıcında da durum böyle idi. Nitekim Ashabtan Mikdâd (r.a)’ı cahiliyye döneminde Esved b. Abdi Yeğûs evlâtlık edindiği için Mikdâd b. Esved (Esved’in oğlu Mikdâd) diye anılmıştır. Halbuki Mikdâd’ın babasının adı Amr’dır. (Kurtubî, el-Câmî, XIV, 120)
Yine ashabtan Zeyd b. Hârise, küçük bir çocukken kabilesinden kaçırılmış ve Mekke’de Hakîm b. Hizâm tarafından köle olarak satın alınmıştı. Hakîm Zeyd’i halası Hz. Hatice’ye hediye etti. O da Resulullah (s.a.s)’e hediye etti. Zeyd’in izini uzun süreden beri arayan babası ve amcası onun Mekke’de olduğunu öğrenince, bedelini ödeyerek memleketlerine geri götürmek üzere geldiler. Resulullah (s.a.s) Zeyd’i yanında kalmak veya babası ve amcasıyla birlikte kabilesine dönmek arasında serbest bıraktı. Zeyd Resulullah (s.a.s)’in yanında kalmayı tercih etti. Bunun üzerine Resulu Ekrem (s.a.s) Kâbe’de “Ey Kureyş topluluğu, şahit olunuz ki Zeyd benim oğlumdur. O bana, ben de ona varis olacağım” diye ilân etti. Bunun üzerine babası ve amcası hoşnut olarak kabilelerine döndüler (Kurtubî, el-Câmî, XIV, 118; Tecrid-iSarih Tercümesi, XI, 260/261). Bu olaydan sonra Zeyd, Mekke’de Zeyd b. Muhammed diye çağrılmaya başlandı (Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 62; Buharî, Tefsiru Sureti’l-Ahzâb, 2) Resulullah (s.a.s) hicretten sonra onu amcası Hamza ile de kardeş yaptı.
İslâm soya, soyun karıştırılmamasına büyük önem verir. Bunun için Cenab-ı Hak, “Allah… Zıhar yaptığınız eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlâtlıklarınızı da sizin öz oğullarınız kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınıza gelen sözlerinizdir. Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir. Onları babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalplerinizin bile bile yaptığında (günah vardır). Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (el-Ahzâb 33/4-5) buyurarak evlât edinmeyi yasakladı. Artık o güne kadar evlât edinilenler, asıl babalarının ismiyle anılmaya başlandı. O güne kadar evlatlık edinmeyle ilgili hukukî münasebetler lağvedildi. Onun yerine islâmî kardeşlik ve dostluk bağı kuruldu. Zeyd’e de “Zeyd b. Muhammed” değil, eskiden olduğu gibi “Zeyd b. Harise” denildi. (Buharî, Tefsîru Sûreti’l-Ahzâb, 2).
Bu yasağın tatbikatıyla ilgili olarak şu hadis-i şerifi zikretmekte fayda vardır:
“Resulullah (s.a.s)’le beraber Bedir gazasında bulunan Huzeyfe b. Utbe -b. Rabia, Sâlim (b. Ma’kıl)’i oğul edinmişti. Huzeyfe aynı zamanda Sâlîm’e, kardeşi Velîd b. Utbe b. Rabia’nın kızı (Hind)’i nikâhlamıştı. Halbuki Sâlim, Ensardan Sübeyte adlı kadının kölesi idi. Cahiliyye zamanında bir kimse birisini evlât edinirse, halk evlatlığı onun adıyla anar ve evlatlık, (neseb cihetiyle oğul gibi) o kimsenin mirasından pay alırdı. Bu gelenek Azîz ve Celîl olan Allahü Teâlâ “Evlâtlıklarınızı (soy cihetiyle) babalarının adıyla çağırınız…” kavl-i Şerifini inzâl buyuruncaya kadar devam etti. Bu ayetin inmesi üzerine artık âzadlı köleler ve evlâdlıklar soydan olan asıl babaları adına iade olundu. Bunlardan babaları bilinmeyenler de (eski efendisine) dinde dost ve kardeş oldu.
Bu konuyla ilgili olarak İslâm’ın getirdiği gerçek hukukî yeniliklerden birisi de evlâtlığın hanımının nikâhının, o boşadığı takdirde, evlâtlık edinen şahsa helâl olduğudur. Nitekim Resulullah (s.a.s) halazadesi Zeynep binti Cahş’ı azadlısı ve oğulluk edindiği Zeyd ile nikâhlamıştı. Ancak bu evlilik yürümedi ve Zeyd, Zeynep’i Resulullah’ın tavsiyelerine rağmen boşadı. Cenâb-ı Hakk’ın emri ile de Resulullah (s.a.s) Zeyneb ile evlendi. Tabiatıyla bu, dedikoduya sebep oldu. Yahudiler ve münâfıklar, “Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi” diye dedikodu yaptılar. Bunun üzerine Ahzâb sûresinin 37-40. ayetleri nâzil olarak evlâtlığın boşadığı hanımıyla evlenmekle ilgili bir cahiliyye inancı yıkıldı ve bir İslâmî gerçek tesbit edilmiş oldu.
Tebennî olayıyla ilgili bu hükümler bize, İslâm’ın soya ve rahime verdiği değeri öğretiyor, şu halde soy ve dolayısıyla aile İslâm’da önemlidir.
İslâm’da helâl ve haram sınırını koyan Allah’tır. Sun’î yasakların değeri yoktur. Bunun için soyu bilmeye ve öğrenmeye önem vermek bir zorunluluktur (Tirmizî, Birr, 49). Akrabalık bağını koparmak, Baba-evlât bağını koparmak haramdır. Baba da, oğul da buna dikkat etmek zorundadır. Bunun için Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Kim babasından başkasının çocuğu olduğunu iddia ederse veya kendisini âzâd edenlerden başkasının azadlısı olduğunu söylerse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun”
“Kim kendi babası olmadığını bile bile, babasından başkasının çocuğu olduğunu iddia ederse, o kimseye Cennet haramdır”
“Kim babasından başkasına neseb iddia ederse, o kimse Cennet kokusunu alamayacaktır. Halbuki Cennet kokusu beş yüzyıllık yoldan duyulur” (İbn Mâce, Hudûd, 36).
Bu konuda gösterilen bu şiddet, İslâm’ın aileyi her türlü müdahale ve şüphelerden koruma hususundaki titizliğinden ve ona selâmette, doğru yolda, kuvvetli ve devamlı olma sebeplerini hazırlamasından ileri gelmektedir. Gaye ise toplumun birbirini destekleyen iffetli, sağlam ve temiz ailelerden meydana gelmesini sağlamaktır. (Ayrıca bkz. Evlat edinme).
İsmail KAYA