TARİKAT
Yol, yollar.
Tasavvufta, Allah’a ulaşmak için tutulan yol. Bu yol boyunca yapılan yolculuk bir şeyhin öncülüğünde gerçekleşir. Her yolun, kurucusu, öncüsü tarafından belirlenen birtakım kuralları, töreleri vardır. Hicri 6. (M. 12) yüzyıldan başlayarak çok sayıda tarikat kurulmuş ve bunlar şubelere, kollara ayrılarak bütün İslam dünyasına yayılmış ve günümüze kadar gelmişlerdir.
Mutasavvıflara göre Allah’a ulaşan yollar sayısızdır. Herkesin vuslatı ayrı ayrı kural, yöntem ve yollarla gerçekleşebilir. Esas olan yönelmedir. Örneğin Kâbe’nin belirli bir yanında bulunmak değil, ona yönelmek önemlidir. Kâbe’ye ulaştıran bu yöneliştir. Bu nedenle mutasavvıflar, “Allah’a ulaşan yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır” (Necmeddin Kübra), “Allah’a ulaşan yollar yaratıkların sayısıncadır” (Ebu Bekir Talemsani) ve “Allah’a ulaşan yollar yıldızların sayısıncadır” (Ebu’l-Hasan Müzeyyin) derler. Bu düşüncelerini de “Bizim yolumuzda mücahede edenleri biz yollarımıza ulaştırırız” (Ankebut, 29/69) ayetine dayandırırlar.
İlk mutasavvıflar, düşünce ve tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve üstad; çevresine toplananlara da sahip deniliyordu. Bir tasavvuf okulu, tasavvuf hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak adlandırıldı. Tasavvuf tarihine ilişkin kaynaklar bu anlamdaki ilk tarikatlar olarak Muhasibiye (Haris Muhasibî, ö. 243/857), Kassariye (Hamdun Kassar, ö. 271/884), Tayfuriye (Bayezid-i Bistam, ö. 234/848), Cüneydiye (Cüneyd-i Bağdadî, ö. 297/909), Nuriye (Ebu Hüseyin Nuri, ö. 295/907), Sehliye (Sehl bin Abdullah Tustarî, ö. 283/896), Hakimiye (Hakim Tirmizî, ö. 285/898), Harraziye; (Ebu Said Harraz, ö. 277/890), Hafifıye (Ebu Abdullah bin Hafif, ö. 372/982), Seyyariye (Ebu Abbas Seyyarî, ö. 982) anarlar.
Kurumlaşmamakla birlikte düşünceleriyle daha sonra gelişen tasavvuf hayatı ve kurulan tarikatları önemli ölçüde etkileyen bu oluşumlardan sonra H. 6 (M. 12) yüzyıldan başlayarak gerçek tarikatlar doğdular. Bu tarikatlarla kurucuları da şöyle sıralanabilir: Yeseviye (Ahmed Yesevî, ö. 562/1166), Kadiriye (Abdülkadir-i Geylanî, ö. 562/1166), Rifaiye (Ahmed Rifaî, ö. 578/1182), Medyeniye (Ebu Medyen Şuayb bin Hüseyin, ö. 590/1193), Kübreviye (Necmeddin Kübra, ö. 618/1221), Sühreverdiye (Ebu Hafs Ömer Suhreverdî, ö. 632/1234), Çeştiye (Muinuddin Hasan Çestî, ö. 633/1235), Şazeliye (Ebu’lHasan Şazelî, ö. 656/1258), Bektaşiye (Hacı Bektaş Veli, ö. 669/1270), Bedeviye (Ahmed bin Ali Bedev, ö. 675/1276), Desukiye (İbrahim Desukî, ö. 693/1293), Mevleviye (Mevlana Celaleddin Rumî, ö. 672/1273), Sadiye (Saduddin bin Musa Cebbavî, ö. 700/1300) Nakşibendiye (Bahauddin Nakşibendî, ö. 791/1388), Halvetiye (Ömer bin Ekmeluddin Lahicî, ö. 800/1397) ve Bayramiye’dir (Hacı Bayram Veli, ö. 833/1429).
Kuralları, yöntemleri farklı olsa da bütün tarikatlarda ortak olan öğeler vardır. Zikir (Allah’ın isimlerinin anılması), çile ve seyr-u süluk (mutasavvıfın Allah’a doğru yaptığı manevi yolculuk) bunların başında gelir. Pir, pir-i sani, şeyh, halife, derviş, mürid, inabe (tövbe ederek Allah’a yönelme), biat (şeyhe bağlanma), silsile, rabıta, kollara, şubelere ayrılma, istigase (şeyhten yardım isteme), tevessül (şeyhi aracı kılma) gibi insanî; şiilik etkisi, işrakilik, batınilik, hurufilik, ricalu’l-gayb (evreni yöneten veliler) inancı, çeşitli adab ve erkân, melamet gibi fikrî-manevî; vakıf, tekke, dergah, özel giysiler, tarikat ve tarikatlara özgü kimi eşya ve ortak dil gibi maddi öğeler de tüm tarikatlarda gözlenen ortak özelliklerdir.
Her tarikatta kurucu şeyh pir olarak anılır. Eğer tarikatın adab ve erkânı sonraki şeyhlerden birisi tarafından belirlenmişse, bu kişiye pir-i sani (ikina pir) denir. Tarikat örgütlenmesinin merkezinde şeyh bulunur. Bu şeyh tarikatın kurucusu değilse, onun ya da onu izleyen şeyhlerin halifesidir. Her şeyhin Hz. Muhammed’e uzanan bir silsilesi vardır. Her silsile, geriye dogru, birbirinden icazet alan kişiler halinde ehl-i beyt imamlarına, onlardan genellikle Hz. Ali’ye, bazan da
Hz. Ebu Bekir’e ulaşır ve böylece Hz. Peygamber’e bağlanır. Silsilesinde Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin yer aldığı tarikatlara Alevî; Hz. Ebu Bekir’in yer aldığı tarikatlara da Bekrî tarikat denir. Kimi zaman silsilede birbirini hiç görmeyen, aralarında zaman farkı bulunan kişiler peş peşe gelir. Bu durumda, önceki kişinin sonrakini ruhaniyetiyle eğittiği kabul edilir. Bu durum üveysilik olarak tanımlanır.
Tarikat etkinlikleri tekke, zaviye, dergâh, hankah, asitane gibi adlarla anılan yerlerde yürütülür. Her tarikatın asitane adıyla anılan merkez tekkesi, tarikat pirinin bulunduğu ya da gömülü olduğu tekkedir. Tarikata girmek isteyen talibler biat ve inabe adı verilen bir törenle şeyh tarafından tarikata kabul edilir. Talib, bu kabulden sonra mürid olarak tarikatın kural ve yöntemlerine göre eğitilerek manevi yolculuğunu (seyr-u süluk) tamamlar. Tarikatın bu kural ve yöntemlerine adab ve erkân denir. Tarikat eğitimini tamamlayan mürid, şeyhin halifesi olma ve onun adına tarikat etkinliğini sürdürme hakkı kazanır. Tarikatlarda eğitimin başlıca yöntemi zikir ve çiledir. Her tarikatın tac, hırka, kemer ve benzeri giysileri de diğerlerinden ayrıdır.
Tarikatlar düşünce sistemleri, zikir biçimleri ve yöntemlerine göre çeşitli sınıflara ayrılırlar. Düşünce sistemleri bakımından tarikatlar ba-şer’ ve bîşer’ olarak ikiye ayrılırlar. Ba-şer’ (makbul, hak, ortodoks) tarikatlar denildiğinde Kadiriye, Nakşibendiye, Mevleviye gibi sünnî tarikatlar akla gelir. Hurufiye, Kalenderiye, Haydariye ve sonraki Bektaşilik gibi kimi tarikatlar da bî-şer’ (merdud, batıl, heterodoks) tarikatları oluşturur.
Zikir biçimleri açısından tarikatlar dörde ayrılırlar: Kıyamî tarikatlar (turuk-ı kıyamiye), kuudî tarikatlar (turuk-ı kuudiye), hafî tarikatlar (turuk-ı hafiye) ve cehrî tarikatlar (turuk-ı cehriye). Kadirler, Mevlevîler, Halvetler gibi zikirlerini daha çok ayakta yapan tarikatlara kıyami tarikatlar; Nakşibendîler ve Melamler gibi oturarak yapanlara da kuudî tarikatlar denir. Nakşibendîler gibi zikirlerini ses çıkarmadan, gizlice yapan tarikatlar haf tarikatlar; Kadirler gibi sesli olarak, açıktan yapanlar da cehri tarikatlar adını alır. Ama bu ayrım çok kesin değildir. Çünkü zaman zaman aynı tarikatın hem oturarak, hem ayakta (Halvetlik gibi), hem gizli, hem de açık zikir yaptığı (Bayramlîlik gibi) görülebilmektedir.
Tarikatlar yöntemleri bakımından da farklı sınıflamalara tabi tutulur. Bunlardan en yaygın olan sınıflamaya göre tarikatlar yöntemleri bakımından tarik-i ahyar, tarik-i ebrar ve tarik-i şuttar denilen üç sınıfa ayrılır. Tarik-i ahyar (hayırlıların yolu), Allah’a ibadet ve takva ile ulaşmak isteyenlerin yoludur. Bu yolu tutanlar oruç, namaz, hac ve Kur’an okuma gibi ibadetleri çok yaparlar. Bu yol Allah’a ulaşmak için çok uzun bir süre çalışmayı gerektirir. Bu nedenle, bu yolla Allah’a ulaşanların sayısı çok azdır. Tarik-i ebrar (iyilerin yolu), Allah’a mücahede ve riyazetle ulaşmak isteyenlerin yoludur. Bu yola girenler, iyi huylar edinmeye, gönlünü arındırmaya, kalbini temizlemeye, iç dünyalarını imar etmeye önem verirler. Bu yolla Allah’a ulaşanların sayısı önceki yola göre daha fazladır. Tarik-i şuttar (coşkuluların yolu), Allah’a aşk, cezbe ve muhabbetle ulaşmak isteyenlerin yoludur. Tarik-i sairin de denilen bu yol, iradeye bağlı bir ölüm üzerine kurulmuştur. Başlıca ilkeleri tövbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, sürekli zikir, Allah’a teveccüh, sabır, murakebe ve rızadır.
Tarikatlar, kuruluşlarından itibaren yalnız dinî, tasavvufi bir örgütlenme halinde kalmayarak sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal ve askeri birer kurum olarak önemli görevler yaptılar. Ancak 20. yüzyıla doğru eski saflıklarını kaybettiler. Bu nedenle, son dönemlerde şiddetli eleştirilere hedef oldular. Bu eleştiriler yalnız dışarıdan değil, tarikatların kendi içinden de geliyordu. Örneğin bir tarikat (Kuşadaviye) piri olan Kuşadalı İbrahim (ö. 1846) tekkelerin birer meyhane ve kerhane haline getirildiğini söyleyerek kapatılmasını öneriyordu. Osmanlıların son döneminde bazı mutasavvıflar ve devlet tarafından başlatılan iyileştirme çalışmaları da istenilen sonuca ulaşamadı. Tarikatların faaliyetlerine, Cumhuriyet döneminde, TBMM tarafından 30.11.1351 (1925) tarihinde kabul edilip 13.12.1351 (1925) tarih ve 243 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıkla birtakım ünvanların men ve ilgasına dair kanun”la son verildi. Ne var ki, varlığını gizlice sürdüren tarikatlar, günümüzde faaliyetlerine yaygın biçimde devam etmektedirler.
Ahmet ÖZALP