TAKLİD
Kılıç takmak, bir kimsenin omuzuna kılıcın askısını yerleştirmek.
Fıkıh usulünde, bir sözü delilsiz olarak kabul etmek ya da bir kimsenin şer’i delillerden olmayan sözüyle, şer’i bir delile dayanmadan amel etmek. Dayandığı deliller bilinmeden bir müctehid veya bilginin sözüne göre amel edilmesi durumunda taklit gerçekleşmiş olur. Taklit edene mukallit denir. Fakat taklit ile ittiba karıştırılmamalıdır. İttiba, bir müctehidin ictihadını, delillerini inceleyerek benimsemedir. Hicri ikinci yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkan taklidin cevazı, dördüncü yüzyıldan bu yana tartışıla gelmektedir.
Teori planında taklit, ictihad konusuyla birlikte ele alınmıştır. İctihad kapısının belli bir dönemde kapandığını savunanlar taklidin vacib ve gerekli olduğunu savunurken, ictihad taraftarları, tam aksine, taklide hiçbir meşruiyet tanımamışlardır. Konuya bu iki karşıt noktadan bakanların yanısıra, konuyu kişilerin durumuna göre değerlendirme yoluna giden daha mutedil bilginler de olmuştur.
Dört mezhebten birine bağlı hukukçular taklidin caiz, hatta vacib olduğu görüşünü savunmuşlardır. Bunlar görüşlerini birçok delille desteklemeye çalışmışlardır. Bunların taklit lehine getirdikleri delillerin başlıcaları şöyle özetlenebilir:
1. Kur’an’da, “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun” (en-Nahl, 16/43) buyurulur. Bu ayet, bilmeyenin bilenden sormasını gerektiren bir emirdir.
2. Hz. Peygamber, başından yaralı birine guslün gerekli olduğunu söyleyerek ölümüne neden olanlar için, “… madem ki bilmiyorlar, bilenlere sorsalar ya! Cehaletin şifası sormaktır” buyurmuştur.
3. Hz. Ömer, kelale meselesinde Hz. Ebu Bekr’e uymuş ve “Ona muhalefet etmekten utanırım” demiştir. Taklit caiz olmasaydı Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’e uymazdı.
4. Sahabe, cemaatle kılınan namazın bir bölümünü kaçırınca, önce bu bölümü kılıyor, sonra imama uyuyorlardı. Hz. Muaz ise önce imama uydu, imam selam verince, kalkıp kaçırdığı bölümü eda etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Muaz size yol gösterdi, artık öyle yapın” buyurdu.
5. Allah Teâlâ kendine, Resulune ve ulü’l-emre itaati emretmiştir, (en-Nisa, 4/59). Ulü’l-emr, yöneticiler ve bilginlerdir. Yönetici ve bilginlere itaat, verdikleri fetvayı taklitle olur.
6. Allah Teâlâ, muhacir ve ensara iyi bir şekilde ittiba edenleri övmüş, onlardan razı olduğunu bildirmiştir (et-Tevbe, 9/100). Hz. Peygamber de, “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uysanız doğru yolu bulursunuz” buyurmuştur. Bunlar taklidin tasvibi ve övülmesi anlamına gelir.
7. Müctehid bilginler açıkça taklidin caiz olduğunu söylemişlerdir. Sözgelimi Muhammed bin el-Hasen, “Alimin daha bilgin olanı taklit olması caizdir”; İmam Şafîî de, “Bazı meselelerde Ömer’i, Osman’ı, Zeyd’i taklit ederek söylüyorum” demiştir.
8. Allah insanları çeşitli yeteneklerde yaratmış, öğrencinin hocasını, çırağın ustasını taklidini zorunlu kılmıştır. Her insanın müctehid olmasını istemesi, O’nun bu adet ve hikmetine aykırıdır.
İçlerinde İbn Hazm, İbn Teymiye, İbnu’l-Kayyim ve Sevkanî’nin de bulunduğu bazı İslam bilginleri ise bid’at olarak niteledikleri taklidin haram olduğunu savunmuşlardır. Bunlar da görüşlerini delillerle desteklemeye, taklidi savunanların delillerini çürütmeye çalışmışlardır:
1. Allah Teâlâ’nın mukallidleri zemmetmesi (el-Maide, 5/104; Lokman, 31/21; ez-Zuhruf, 43/22-23), Kitap ve Sünnet’in hakim kılınmasını emretmesi ve ihtilaf çıkınca Kitap ile Sünnet’e başvurulmasını istemesi (en-Nisa, 4/59), hükmün yalnız kendisine ait olduğunu bildirmesi (el-En’am, 6/57; Yusuf, 12/40), dinde Allah ve Resulunden başkasına dayanmayı yasaklaması (et-Tevbe, 9/16), kendinden başkasının helal ve haram kılacak rab ve veli ittihaz edilmesini yasaklaması (et-Tevbe, 9/35), Kitap ve Sünnet’e davet edilen bir kimse, hangi nedenle olursa olsun, onu terk ederse, kendisine büyük bir bela isabet edeceğini bildirmesi (en-Nur, 24/63) taklidin haramlığına delalet eder.
2. “Bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun” (en-Nahl, 16/43) ayetindeki “zikir” Kur’an ve hadis, onun “ehli” de bunları bilen kimselerdir. Meselesiyle ilgili ayet ve hadisi bilmeyen kimse, elbette bunları bilenlerden soracak ve nakledilen ayet ya da hadise uyacaktır. Selef, hiçbir zaman bunlar yerine bir kimsenin kişisel rey ve görüşünü sormamıştır.
3. Başı yaralı kişiye, bu konudaki delili bilmeden fetva veren ve onun ölümüne neden olanlara Hz. Peygamber, “Allah canlarını alsın…” diye çıkışmıştır. Bu, ilimsiz fetva vermenin haram olduğuna delalet eder. Taklit ilim olmadığına göre, onunla fetva vermek de haramdır.
4. Hz. Ömer’in kelale meselesinde Hz. Ebu Bekir’i taklit edişi birkaç şekilde açıklanabilir: Hz. Ömer bu konuda ölene kadar kesin bir kanaate varamadığına göre, burada söz konusu olan uyma, Hz. Ebu Bekir’in söyledigi “Reyimle hükmediyorum, hata edebilirim” ilkesine ait olacaktır. Yoksa Hz. Ömer, mürted esirlerin reddi; savaşla fethedilen arazinin vakfı, hilafette veliaht tayin edilmesi gibi birçok konuda Hz. Ebu Bekir’e muhalefet etmiştir.
5. Hz. Peygamber’in Muaz’ın hareketini tasvib etmesiyle sünnet meydana gelmiş, sahabe de bu sünnete uymuştur. Kitap ve Sünnet’e uymak taklit değildir.
6. Ulü’l-emre itaat, dinin uygulayıcıları olmaları bakımındandır. Yoksa onların kendilerine itaat emredilmemiştir.
7. Muhacirun ile ensara uymaktan maksat, dini hayatta onların yolundan yürümektir. Onlardan hiçbiri Kitap ve Sünnet’in naslarını bir kişinin rey ve ictihadı için terketmemişlerdir. “Ashabım yıldızlar gibidir…” sözü de sağlam yollardan gelmemiştir. Sahih olduğu kabul edilirse, mukallidlerin imamlarından önce ashaba uymaları gerekir. Bundan da önce ashab gibi davranarak Kitap ve Sünnet delillerini öğrenip bunlara tabi olmaları gerekirdi.
8. Müctehid imamların taklidi yasaklayan söz ve davranışlarını herkes bilir. Onların Kitap ve Sünnet’ten delilini bulamadıkları birkaç meselede daha alim kimselerin ictihadlarına tabi olmaları, herkes için vacib olan taklittir ve zaruret halleriyle sınırlıdır.
9. Allah’ın insanları çeşitli yeteneklerde yarattığı, öğrenci ve çırağın hocalarını taklit etmelerinin doğal olduğu gerçektir. Ama bununla taklidin bir ilgisi yoktur. Taklit, sözü hüccet olmayan bir kimsenin sözüne delilini sormadan uymaktır. Oysa Allah, kullarının fıtratına körü körüne takliti değil, iddia sahibinden delil ve ispat isteme eğilimini yerleştirmiştir.
Konuya daha mutadil yaklaşan bazı İslam bilginleri, genel anlamda vacib ya da haram hükmünü vermek yerine, mesele ve mükellefin durumuna göre bazı şartlarla hüküm vermeyi yeğlemişlerdir. İbn Abdilba, el-Hatibu’l-Bagdadî, Ebu Same, Satıbî ve Sah Veliyullah Dehlevî gibi bilginlerin içinde bulunduğu bu grup, mükellefleri ehliyet bakımından müctehidle, müttebiler ve avam şeklinde üç bölüme ayırır. Müctehidlerin zaruret hali dışında birbirlerini taklit etmeleri caiz değildir. Müctehidlerin delillerini inceleyip bunlara göre tercih ettikleri hükümlere uyan kimseler olarak tanımlanan müttebilerin de, delile bakmaları mümkün oldukça, delile bakmadan bir kimseyi taklit etmeleri caiz değildir.
Fiili olarak delili bulmak ve anlamak imkanına sahip olmayan avam (halk), bilginleri belli şartlarda taklit edebilir. Bu şartlar şunlardır:
1. Müctehid ve bilgini bizzat itaat ve taklite ehil olduğu için değil, tebliğ ederek buna vasıta oldukları için taklit etmeleri. Çünkü bizzat itaat, Allah ve Resulune aittir.
2. Taklitlerinin basit ve zanni de olsa bir tercihe dayanması, bazı karine ve emarelerle taklit ettiği kimsenin en bilgin ve layık kişi olduğuna inanmaları.
3. Taassuptan uzak bulunmaları. Taklit ettikleri bilginin yanılabileceğini kabul edip onun görüşüne uymayan sahih bir nas ile karşılaşınca, nassı değil, imamının görüşünü terkedecek bir durumda olmaları.
4. Taklit ettikleri hususun beş vakit namaz, oruç, hac ve zekatın farz, zina ve içkinin haram olduğu gibi kesin olarak bilinmesi gereken “zarurat-ı diniye” * den olmaması.
Ahmet ÖZALP