TAHAFÜT
Tahafüt; kelime olarak, genel anlamda tutarsızlık ve çelişiklik anlamlarına gelmektedir. İslâm ilimleri literatürunde ise, tahafüt denilince ilk anlamda aklımıza, İmam-ı Gazzali ile başlayan Kelam-Felsefe ilişkisi ve bu süreç çerçevesinde kaleme alınan Onun “Tahafütü’l-Felasife” isimli eseri ile bu silsiledeki diğer eserler aklımıza gelmektedir. Zira, bu silsile biraz sonra geniş olarak ele alınacağı üzere, özellikle Kelam-Felsefe literatüründe önemli bir yere sahiptir. Zira, Gazzali’nin Tahafütü Kelam ve Felsefe meselelerinin bir arada tartışılıp ele alındığı bir eser olup, bu konuda bir nevi odak olarak tanınmaktadır. Burada meseleye biraz daha geniş bir bakış açısı ile, kelam ilminin tarihi gelişimi ve Kelam-Felsefe açısından bakmak suretiyle, Tahafüt sürecine bir bu silsiledeki diğer Tahafutlere bir göz atalım;
Kelam ilmi tarihi gelişimi itibariyle ele alınacak olursa, onun konularının benzerliği sebebiyle bilhassa metafizik konularda açıkça görüşler beyan eden Felsefe ile yakın bir temasa girmiş olduğu, inkarı kolay olmayan bir gerçektir. Bu cümleden olarak Kelam-Felsefe münasebeti söz konusu edildiğinde ilk akla gelen eserler arasında Tahafütü’l-Felasife’nin ön plana çıktığı görülmektedir. Zira, Tahafütü’l-Felasife, İslâm kültür hayatında, sistemli bir tenkit metodu özelliğini taşıyan eserler arasında yer almakta olup, ilk sırayı teşkil etmektedir.
Bu sıranın başında yer alan Gazzali’nin (505/1111) bu önemli eseri, hem kendi devrinde sonra oldukça ilgi uyandırmış ve asırlar boyu canlılığını korumuştur. Öyle ki, bir nevi Tahafüt geleneği oluşmuş, aynı dönemde ve aynı yıllarda bilebildiğimiz kadarıyla dört ayrı tahafüt kaleme alınmıştır. Hatta bunların bir kısmı doğrudan devlet teşkili ile yazılmış, böylece idari kademede bile aynı etkinliğini sürdürmüştür.
Gazzali’nin yaşamış olduğu Hicrî V. yüzyıl siyasi, ilmi ve dini yönden önemli olayların meydana geldiği bir dönemdir.
Siyasi bakımdan önemli olaylar arasında; Selçuklular’ın başarıları, Fatimîler’ce desteklenen Batınler’in faaliyetleri ve İslâm ülkelerine yöneltilen Haçlı seferleri sayılabilir: (Prof Dr. Agâh Çubukçu, İslâm Düşüncesi Hakkında Araştırmalar, Ankara 1983, 64).
İlmî ve dinî yönden meseleye bakacak olursak, siyasi gelişmelerin paralelinde bir takım gelişmeler ve faaliyetler müşahade edilmektedir. O dönemin, mezhep kavgaları yönünden oldukça hareketli olduğu bilinen bir husustur. Bir yandan Şiîler, öte yandan Batınler bir diğer yandan ise Kerramîler bu mezhep kavgalarının başını çekiyorlardı. Bağdat’ta Nizâmü’lMülk tarafından kurulan Nizamiye Medreseleri, bu hususta devlet tarafından himaye edilen en büyük ilim merkezi olarak, Ehl-i Sünnet’in görüşlerini koruma ve müdafaa etme görevini yapıyorlardı. Fırkaların çoğalıp, Batınîler’in etkin oldukları bir dönemde, bu medreseler kültürel ve siyasal bakımdan oldukça önemli bir konudaydı. Nizâmü’l-Mülk’ün 484/1091 yılında Gazzalî’yi bu medreselerin başına getirmesiyle, zaten bu meselelerin içinde bulunan Gazzalî, böylece söz konusu tartışmaların içinde aktif bir görevde yerini almış olur. O, tabiatı gereği din ve insanlık namına, bu ihtilafların kalkması için elinden gelini yapar. Bu başka ifadeyle Selçuklu sultanları, Batınler’e ve diğer Sünnî akîdeye muhalif gruplara ordularıyla karşı koyarken, Gazzalî de onları kalemiyle yenmeye çalışma gayretini sürdürüyordu. Bir başka ifadeyle yapılan iş bölümünde Gazzalî’ye bu akımlara karşı kalemle karşı durma görevi düşmüştü denilebilir. Bunun bir diğer yönden faydası da Gazzalî’nin daha rahat hareket etme imkanını bulmuş olmasıydı.
Gazzalî burada sözü edilen ilmi ve siyasi tavrıyla İslâm kültür hayatında, belli bir dönemin ve farklı bir anlayışın başlatıcısı olarak tanınmakta ve öyle bilinmektedir. O’nun önderliğini yaptığı anlayışın ve ilmî tutumun en önemli yanlarından birisi, mantık ilmine karşı takındığı tavır olmaktadır. O, ilk defa Aristo mantığını ele alır ve onu İslâm anlayışa aykırı olmayan esaslarla yeniden düzenleyerek, İslâm ilimlerle mezceder (Doç. Dr. S. Hayri Bolay, Aristo Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması, İst-1986, 20). Bu konuda Mihakku’n-Nazar ve Mi’yaru’l-İlim adlarında iki ayrı eser yazar. O’na göre Mantık’ta dine taalluk eden menfi veya müsbet bir husus yoktur. Esasları genellikle doğrudur, nadir olarak hata bulunur (Gazzalî, Makasıdu’lFelasife, Kahire-1331, 32). Gazzalî’nin ilk defa Mantık ilminin dine ve akidelere aykırı olmadığını ileri sürmesi üzerine, eski kanaatların aksine, Mantık ilmi lüzumlu sayılmış ve bu ilmi bilmeden sağlam bilgiler elde edilemeyeceği kanaati, Gazzalî’ye dayalı olarak hakim olmuştur (Prof. Dr. Nihat Keklik, İslâm Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı, İst-1970, s. 13,16,19).
Burada şunu söylemek mümkün olabilir: İslâm kültür hayatına, Mantık ve Felsefe’nin ilk defa girmesi, her ne kadar M.9 ve 10. asırlarda tercüme faaliyetleri sonucu olmuş olsa da, özellikle Mantığın sadece girmiş olmakla kalmayıp, kendi bünyesini değiştirip, İslâmi ilimlerle mezcedilerek ve terminolojisine varana kadar bir değişiklikle Kelam ilmi içinde yer alması, ilk defa Gazzalî ile mümkün olabilmiştir. Nitekim ünlü tarihçi, İbn-i Haldun’a göre, bu metod üzerine yani Mantık ilmi metodlarına göre, ilk önce Kelam ilmine dair eser yazan Gazzalî’dir. Fahreddin Râzî ise, O’nu takip etmiş ve aynı usulü kullanmıştır (İbn Haldun, Mukaddime, I/537)
Dini ilimlere Mantığın girmesiyle ne olmuştur? Mantığın kullanılır hale gelmesiyle, bu ilimlere belli bir sistem gelmiş, terminoloji oturmuş, neyin hangi metodun, nerede kullanılacağı gündeme gelmiştir. Sadece ikna etme ve kendi fikrini hakim kılma gayreti, yerini müdellel konuşmaya, aklî istidlallere daha fazla yer vermeye, tedrici tenkide ve iknaya terketmiş, metodlu tenkit kullanılır hale gelmiştir. Zira, o zamanki gelişmelere ve felsefi ilimlerle olan diyalog karşısında böyle bir tutum zaruri idi. Bunun için Gazzalî öncelikle bu konuya yani Mantık ilminin din ilimlere dahil edilmesine önem vermiştir.
şte, asırlar boyu etkisi ve canlılığı devam eden Tahafütü’l-Felasife, böyle bir dönemde ve bu dönemin başlatıcısı tarafından yazılmış olup, böylece de aynı etkinlikle devam edegelmiştir.
Bir başka ifadeyle, Tahafütlerin ilki, Mantığın ve felsefi usûllerin Kelama girmesi döneminde Gazzalî tarafından yazılmış, diğerleri ise bu usûllerin yaygınlaştığı, kelam eserlerin, felsefi özellik taşıdığı dönemlerde kaleme alınmıştır. Zira, Gazzalî sonrası kelam alimlerinin eserlerine baktığımızda bu eserlerde, felsefi konulara ayrılan yerin diğer konulardan bir hayli fazla olduğu gözlenecektir. Şerhu’l-Mevâkıf ve Şerhu’l Makasıd’ı bu hususun en canlı örneği olarak ele almak mümkündür. Zira, gerek Şerhu’l-Mevakıf ve gerekse Şerhu’lMakasıd’da, eserlerin yaklaşık yarıdan fazlası felsefi konulara ayrılmış olup, altı ana bölümden sadece ikisini kelam konular oluşturmaktadır. İbn-i Haldun da aynı konuya değinerek Gazzalî ve Razî sonrası alimlerin eserlerinde Kelam ve Felsefe konularının birbirinden ayrıdedilemeyecek bir hale geldiğini ifade eder (İbn Haldun, Mukaddime, 538).
Şimdi biraz da Gazzalî’nin getirdiği ve onun zamanına kadar görülmeyen tedrici tenkit metodundan kısaca söz ederek, onun eserlerinde bu metodun kullanılışına, dolayısıyla Tahafütlerdeki genel metodolojiye bir göz atmak istiyoruz.
Gazzalî, Tahafütü’l-Felasife’yi belli bir alt yapıdan sonra kaleme almıştır. Bilindiği üzere, iki yıl felsefi ilimlerle uğraşır, bu süre sonunda bir yıl da bu ilimler üzerinde düşünür ve mukaddemede bulunur. Bu ön hazırlık safhasından sonra eser kaleme alma safhası başlar. İlk olarak, filozofların maksatlarını ve görüşlerini, herhangi bir tenkide ve tahlile tabi tutmadan, olduğu gibi, objektif olarak ortaya koymak amacıyla “Makasıdu’l-Felasife”yi kaleme alır. Böylece, Tahafütün, bir başka ifadeyle filozofları tenkidinin ilk adımını atmıştır. Ona göre onların görüşlerini tam bilmeden, herhangi bir tenkitte bulunmak doğru değildir, hatta böyle bir hareket karanlığa atış yapmak ve körü körüne gidiştir (Gazzalî, Makasıd, 31). O, bu eserinde ne yapacağını şöyle açıklar: “Bu kitapta hakkın bâtıldan iyinin kötüden ayırdedilmesiyle meşgul olmadan, onların ilimlerinden bahsetmeyi, onları anlatmayı istedim. Bundan sonra Tahafütü’l-Felâsife’de batılları iyice anlaşılıncaya kadar açacağız” (Gazzalî, Makasıd, 18).
Gazzalî daha sonra ikinci adımını atar ve kendisinin biraz önceki sözünde belirttiği üzere Tahafütül-Felasifeyi kaleme alır. O böyle bir eser kaleme alacağını Makasıdu’l-Felâsife’nin bir başka yerinde de şöyle ifade eder: “Onların hangisinin batıl olduğunu Tahafüt’te izah edeceğiz. Yani batıl olarak kabul edilmesi gerekenler Tahafüt’te açığa çıkacaktır. Öyleyse şimdi doğru ve yanlıştan bahsetmeksizin kısa ve öz olarak açıkladıklarımızı anlayalım. Bunu bitirince filozofların tutarsızlığına ciddî olarak eğilir ve o konuya tekrar başlı başına bir kitap ayırırız ve ona Tahafütü’l-Felasife adını veririz” (Gazzalî, Makasıd, 12) Kısacası Makasıd arz, Tahafüt ise tenkit kitabı olarak düşünülmüştür.
Gazzalî için, Tahafüt’u yazmakla mesele henüz sonuçlanmış değildir. Zira Tahafüt’u mantık meselelerine pek fazla girmez. Bu konuda “Mi’yaru’l-İlim” adında bir eser daha yazılacağı ifade eder ve bunu da gerçekleştirir (Gazzalî, Tahafüt, 45, 4, Mukaddime). Bu eser, daha önce de geçtiği gibi bir Mantık kitabıdır. Burada, Tahafüt’teki ıstılahların izah ve açıklamalarını yapar. O’na göre “Mi’yaru’l-ilim”, Tahafüt’ün maksadını anlatmak için bir vasıtadır. Bu husustaki kendi fikirlerini ise “Kavaidu’l-Akaid” isimli eserinde açıklayacağını haber verir ve bu eseri de yazar. Gazzal’nin bu eseri müstakil olarak tanındığı gibi onun “İhya’u Ulumi’d-Din” isimli eserinin bir bölümü olarak da bilinmektedir.
Burada şunları söylemek mümkündür. Gazzalî, kendisine kadar pek fazla görülmeyen tenkit metodunu getirmiş, doğrudan tenkit yerine, belli bir alt yapı ve hazırlayıcı safhadan sonra tenkide geçmeyi tercih etmiştir. Bunu da özelikle yaptığını, zira tenkitte ancak böyle bir yola başarılı olunabileceğini zaman zaman çeşitli vesilelerle ifade etmiştir.
Kısacası; Gazzalî, önce problemleri ortaya koymuş, daha sonra, onları sırasıyla çözmeye çalışmıştır. Hangi kitabında, hangi meseleyi, ne ölçüde ele alacağını, ele aldığı meselelerin başka meselelerle olan ilgisini, bunların başka hangi kitapta ele alınması gerektiğini gayet iyi bilmekte ve bunu da eserinde uygulamaktadır. Hatta felsefe tarihinde bu kadar sistemli bir şekilde düşünüp yazan ve düşüncelerini gerçekleştiren hemen hemen hiçbir filozofun olmadığı söylenebilir. Aristo’nun bile hangi kitabını, hangisinden önce veya sonra yazdığı meselesi, tam olarak halledilmiş değildir (Doç. Dr. Süleyman Hayri Bolay, a.g.e, 13).
Şimdi biraz da Tahafütlerde gözlenen muhteva yapısına ve konuların genel sistematiğine bir göz atmak istiyoruz.
Bilindiği üzere Gazzalî’nin Tahafüt’ü yirmi meseleden oluşmaktadır. Her ne kadar Hocazade bunu yirmi ikiye çıkarmış bile olsa, esasta konular, Gazzalî’nin işlediği yirmi mesele üzerinde dönüp dolaşmaktadır. Onun yirmi iki meseleye çıkarması ve bir kısım meselelerin temelindeki hususları ayrı bir konu olarak ele almasıyla, bir kısım meseleleri de iki ayrı başlıkta ele almasından kaynaklanmaktadır.
Tahafütlerin iskeletini teşkil eden meselelere muhteva açısından dikkatle bakıldığında, Gazzalî’nin bu eserinde Kelama ait diğer eserlerden farklı bir yol izlendiği fark edilecektir.
Dikkat edilirse, Tahafüt’ün ilk konusu “alemin kıdemi” meselesidir. Onu “alemin ebediyeti” meselesi takip etmekte, daha sonra ise, alemin bir yapıcısının (sâni’) bulunduğu konusu ele alınmaktadır. Bunları takiben de, Allah’ın birliği, sıfatları ve özelliklerine dair meseleler işlenip, sonlara da salt felsefi meselelere, tabiatla ilgili konulara geçilmektedir. En son olarak ise, her şeyin bir son bulacağı ifade edilmek istenircesine “Haşr” meselesi üzerinde durulmaktadır .
Konuların böyle sıralanışı, bu eserin kelam olmaktan çok felsefi bir eser olarak ele alındığı izlenimini uyandırmaktadır. Zira, klasik kelam kitaplarına baktığımızda onların, önce Allah’ın varlığı, birliği ve O’nun ispatını işleyen konularla başladığı görülecektir. Daha sonra diğer meselelere geçilmektedir. Yani, o tip eserlerde, Kelam’ın ana prensibine bağlı kalınarak “Tanrı’dan aleme” gidiş söz konusudur. Gazzalî’nin Tahafütünde ise bunun aksi müşahede edilmektedir. Önce alemle ilgili konular ele alınıp, daha sonra, Tanrı ile ilgili konulara geçilmiştir. Yani, bu eserde filozofların prensiplerine bağlı kalınarak, “alemden tanrı’ya gidiş” esas alınmıştır.
Buradan şunu çıkarmak mümkün olabilir. O, Tahafüt’ü kelâm bir eser değil, felsefi bir eser olarak düşünmüş ve öyle kaleme almıştır. Bunun öyle olması onun bu hususlarda takip ettiği prensiplerine göre kaçınılmaz olarak görülebilir. Zira, madem ki tedrici tenkidi esas almış, bunu dört merhalede gerçekleştirmiş ve hiç bir tenkitte bulunmadan, tam bir felsefe tarihi mahiyetindeki Makasıdu’lFelasife”yi yazmıştır. Öyleyse, ikinci merhalede ele aldığı Tahafütü’de, bu felsefi usul ve metotlara göre yazmış olmalıdır. Şayet böyle yapmasa idi, şekli açıdan bir uygunsuzluk söz konusu olabilirdi. Bir başka ifadeyle filozofları kendi sistemleri içinde, kendilerini tenkit etme yolunu özellikle tercih etmiştir, diye düşünmek mümkündür.
Tahafüt’lerde işlenen konuları genel bir gruplamaya tabi tuttuğumuzda, üç ana konunun işlendiğini görmek mümkün olacaktır. Bunlar;
a- Tanrı-alem ilişkisi,
b- Tanrı ile ilgili meseleler veya onunla ilgili zâti hususlar,
c- Tabiat (salt alem) meseleleridir,
Tahafütlerdeki bu konuların ayrımına bağlı olarak, Tahafütler arasında bir takım bölüm farklılıkları görülmektedir.
Nitekim İbn-i Kemal ve Karabâği, bu bölümlemenin ışığında, eserlerinde söz konusu yirmi meselenin hepsini değil, bir kısmını ele almışlardır. İbn-i Kemal, Tanrı ile ilgili meselelerle, Tanrı-alem ilişkisini bitirdikten sonra eserine son vermiştir, tabiat meselerine pek fazla değinmemiştir. Karabâği ise, genel anlamda sadece, Tanrı-alem ilişkisini ele alıp, diğer konulara değinmek istememiştir.
Diğer Tahafütlerdeki farklılıklar da şöyle toparlanabilir:
İbn-i Rüşd, eserinin bir reddiye olması itibariyle, konular arasında herhangi bir farklılık göstermeyerek eserini Gazzalî’nin sistematiğinde meydana getirmiştir.
Ali Tûsî de bölüm sayılarında herhangi bir farklılığa rastlanmaz. O da eserini yirmi bölümde tamamlamıştır.
Hocazade ise, eserini yirmi iki bölümden oluşturmuştur. Bu fazla bölümlerden birisi, kendi eserine göre ilk mesele olan “Mücibu’n-Bi’z-Zât” meselesi ki, kendi görüşüne göre, bu mesele “alemin kıdemi” meselesine temel teşkil edecektir. Nitekim onun bu tutumu İbn-i Kemal ve Karabâği tarafından tasvip edilmektedir. Diğer ilavesi de, öteki konuların bir kısmını parçalamak; bir kısmım da birleştirmek suretiyle olmuştur. Bu tutumu ise pek tasvip görmemiştir. Zira onlara göre gereksiz yere bölünmeye gidilmiştir.
Bugüne kadar üzerinde çalışılmış olan altı Tahafüt arasında bölüm farklılıklarını, ayrı ayrı ifade etmek yerine toplu bir halde tablo halinde göstermek istedik. Böylelikle hangi müellifin, hangi konuyu, hangi bölümde ele aldığı ve hangisinin hangisini takip ettiği ilk bakışta görülebilecektir. Tablonun hazırlanışında, bölüm isimlerinde uzun başlıkları kısaltarak, konuyu en kısa şekilde gösterecek tarzda ifadeler kullandık. Söz konusu tabloyu bu arada vermenin, konunun akışını bozacağı düşüncesiyle bunu maddenin sonunda vermeyi uygun bulduk.
A- Üzerinde Çalışılmış Olanlar:
1- Ebû Hãmid Gazzal (505/1111); Tahafüü’l-Felasife
Gazzali’nin Tahafütü’nün Türkiye’de ve dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bir hayli el yazma nüshası bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli tahkiksiz basımları ve tahkikli neşirleri yapılmış olup çeşitli dillere de Türkçe’ye tercümeleri de yapılmıştır.
Tahkiksiz olarak basımı Gazzalî İbn-i Ruşd ve Hocazade’nin eserleri üçlü bir arada 1302 (1884-85), 1319 (1901-902)ve 1321 (1903-904)yıllarında Mısır’da gerçekleştirilmiştir.
Eserlerin bilebildiğimiz kadarıyla üç ayrı tahkikli neşri vardır:
a- Süleyman Dünya, Kahire, 1958
b- Maurice Bouyges, Beyrut, 1962
c- Macid Fahri, Beyrut, 1962
Gazzal’nin Tahafütü kısmen veya tamamen İngilizce, Fransızca, Almanca, Latince ve İbranice’ye çevrilmiştir. İngilizce’ye tam olarak iki ayrı tercümesi vardır. Bunlar;
a- Sabûh Ahmed Kemâli, Tehâfut al-Falâsıfa, Lahor, 1958
b- Simon Van den Berg, The Incoherence Philosophy, 1964
Eserin tam olarak Osmanlıca şeklinde ilk tercümesi II. Sultan Abdülhamit Han’ın isteği üzerine SerKuttâb Süleyman Hasbi Efendi tarafından yapılmıştır. Halen el yazması halinde İstanbul Üniversitesi Kitaplığı, Yıldız yazmaları, 4213 numarada kayıtlıdır. Toplam 147 varaktır (Dr. Bekir Karlığa, Tahafütü’l-Felâsife Tercümesi, İstanbul, 1981, XXIV).
Günümüz Türkçesine tercümesi ise, Dr. Bekir Karlığa tarafından 1981 yılında yapılmış ve aynı yıl Çağrı Yayınları tarafından basılmıştır.
2- Ebu’l- Veld Muhammed b. Rüsd (595/1198-99); Tahafütü’t Tahafüt
Gazzal’nin Tahafütü’ne reddiye mahiyetinde yazılmış olan eserinde İbn-i Rüşd, yer yer Gazzal’yi meseleleri yanlış ve farklı anlamakla ve eleştirilerinde haksız olmakla tenkit etmektedir.
bn Rüşd’ün eserinin de bir hayli el yazma nüshaları olup, tahkiksiz baskıları, tahkikli neşirleriyle çeşitli dillere ve Türkçe’ye tercümeleri vardır.
Tahkiksiz olarak, biraz önce sözü edilen Gazzalî’nin eseri ile birlikte yapılan baskıları vardır.
Tahkikli olarak ise, iki ayrı tahkikli neşri vardır;
a- Maurice Bouyges, Beyrut, 1930.
b- Süleyman Dünya, Kahire, 1980
İbn Rüşd’ün eseri, Calonymus ben David ben Todros tarafından 1328 yılında İbranice’ye çevrilmiştir. Calo Calonymus tarafından da, bu İbranice çevirisinden Latinceye çevrilmiştir. XIV. Yüzyıl başlarında ise, “Destructio Destructionum” adıyla Latince’ye çevrilmiş, bunun on dört meselesi Augustinus Nifus (1473-1546) tarafından yayınlanmıştır.
Günümüz Türçesine “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” adıyla Prof. Dr. Kemal Işık ve Prof. Dr. Mehmet Dağ tarafından çevrilmiş ve 1986 yılında Ondokuz Mayız Universitesi Yayınları arasında yayınlanmıştır.
3- Muslihu’d-Din Mustafa Hocazade (893/1487-88); Tahafütü’l-Felasife
Gazzalî ve İbn-i Rüşd’den yaklaşık üç asır kadar sonra Fatih döneminde Tahafütler tekrar canlılık kazanmış, ilme ve ilmî çalışmalara merakı ve teşviki ile tanınan Fatih Sultan Mehmed, Gazzalî ile İbn-i Rüşd arasındaki tartışmanın açıklığa kavuşturulmasını istemiştir. Bunun için Hocazade ve Ali Tûsi’den bu konuda birer eser yazmaları istenir. Bir nevî aralarında müsabaka açılmış olur. Hocazade eserini dört ayda, Ali Tûsi ise altı ayda tamamlar. O günün uleması tarafından Hocazade’nin eseri daha üstün kabul edilir. Fatih, her iki müellife onar bin dirhem mükafat verir. Ayrıca Hocazade’ye bu paraya ilave olarak, eserin üstün kabul edilmesinden dolayı bir de katır hediye eder ki, o gün için oldukça büyük bir hediyedir. Katip Çelebi’nin bu rivâyeti kaydederken belirttiğine göre, Ali Tûsi’nin Acem diyarına gitmesine bu fazla hediye verilmesi sebep olmuştur (Bkz. Katip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, I/513; Ayrıca Bkz. Taskoprülüzade, Mevzuâtu’l-Ulum, 1/632-33; Şakyık, 153).
Hocazade’nin Tahafütü esas itibariyle şerh olmasına rağmen muhakame ve mukayese amacıyla yazılmış olması ve kısmen de olsa bunu gerçekleştirmesi itibariyle sadece Tahafütü’l Felasife ismiyle tanınmaktadır.
Eserin bir hayli el yazmaları mevcuttur. Biraz önce bahsettiğimiz, Gazzalî ve İbn-i Rüşd’ün eserleriyle beraber basılmış olan tahkiksiz neşrinin dışında müstakil bir neşri, bilebildiğimiz kadarıyla mevcut değildir. Türkçeye de tercümesi henüz yapılmamıştır. Ancak, gerek İbn-i Kemal’in ve gerekse Karabâği’nin eserleri Hocazade üzerine yapılan birer çalışma olmaları itibariyle her iki eserin tercümesi yapılırken, Hocazade’nin eserinin büyük bir kısmı onlarla birlikte tercüme edilmiştir.
4- Alaaddin Ali Tûsi (887/1482-83); Kitabü ‘z-Zãhıra
Alaaddin Ali Tûsi’nin de, Hocazade’nin Tahafütu ile ilgili bilgi verirken sözünü ettiğimiz hadise vesilesiyle bir Tahafüt yazdığı bilinmektedir. Kısaca “ez-Zahira” ismiyle bilinen bu eserin esas ismi “ez-Zahira fi’l-Muhakeme beyne’l-Gazzalî ve’l-Hukema” dır. Ayrıca sadece Tahafütü’l-Felasife ismiyle de tanınmaktadır.
Ali Tûsi’nin eserinin bilebildiğimiz kadarıyla (1318/1900-901) yılında Haydarâbad’a basılmış tahkiksiz baskısıyla, Dr. Rıza Saade tarafından yapılan ve 1981 yılında Beyrut’ta basılan tahkikli baskısı vardır (Alaaddin Ali Tûsi, Kitabu’z-Zahira, Tah.; Dr. Rıza Saade, Beyrut-1981, 436 s.)
Yukarıda da belirildiği gibi Hocazade ve Ali Tûsi’nin eserleri devrin idarecisinin isteği üzerine kelamcılar ve filozoflar arasındaki meseleleri muhakeme ve mukayese amacıyla kaleme alınmıştır. Ancak, o günün ilim adamlarının ve idarenin temayülü Hocazade’nin Tahafütü üzerinde yoğunlaşmış ve onun üzerinde müsbet olarak sonuçlanmıştır. (Bu iki eserin yazılışları ve her ikisi üzerindeki mütelaalar hakkında geniş bilgi için bkz.; Mubahat Türker (Küyel), Üç Tahafüt bakımından Felsefe-din Münasebeti, Ankara-1956,53-61).
Bilindiği üzere Hocazade’nin Tahafütü ana hatlarıyla ve genel temayülü açısından Gazzalî’nin yanında olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Bunun için de onun eseri Gazzal’nin yanında olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Bunun için onun eseri Gazzalî’nin bir şerhi mahiyetinde tanınmaktadır. Ali Tûsi’nin eseri ise, eğer bir sınır çizmek veya bir noktaya koymak gerekiyorsa, daha çok İbn-i Rüşd’ü haklı çıkarır tutumu gözlenmektedir. Yapılan musabaka sonucunda Hocazade’nin daha üstün görülmesinde de bu durumun etki etmiş olabileceği göz ardı edilmeyecek bir ihtimal olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Ali Tûsi’nin bu eserinin tercümesi de Dr. Recep Duran tarafından yapılmış olup, Kültür Bakanlığı Yayınları arasında yayınlanmıştır (Alaaddin Ali Tûsi, Tahafatü’l-Felasife (Kitabu’zZuhr), Çev. Recep Duran, Ankara, 1990-XXIII-291 s).
5- Kemal Paşa-zâde (940/1533-34); Hâşiye’alâ Tahafütü’l-Felâsife
İbn-i Kemal adıyla da tanınan Mevlânâ Şemseddin Ahmed b. Süleyman b. Kemal Paşa’nın da Tahafüt silsilesi içinde bir eseri mevcuttur ki, Hocazade üzerine yapılan bir haşiyedir.
İbn-i Kemal’in eserinin bir çok el yazma nüshası bulunmasına rağmen, bu güne kadar üzerinde tahkikli bir neşir çalışması yapılmamıştır. Bilebildiğimiz kadarıyla her hangi bir baskısı da mevcut değildir.
İzmir Ege Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Ahmet Arslan, İbn-i Kemal’in bu önemli eserini hem tercüme etmiş hem de tahlilini yaparak Türk okuyucusunun hizmetine sunmuştur. Yapılan bu çalışma, Tahafüt silsilesinde önemli bir boşluğu doldurmuş, bir Tahafüt daha bu silsilede üzerinde çalışılmış eserler arasına girmiştir.
6- Muhyiddin Muhammed Karabâği (942/1535-36); Ta’lîka alâ Tahafütü’l-Felâsife li Hocazâde
Hocazâde’nin eseri üzerine yapılan çalışmalardan birisi de, Tahafüt silsilesinde bir çok eserin kaleme alındığı dönemde, Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesinden olan Muhyiddin Muhammed Karabaği tarafından kaleme alınan talik çalışmasıdır. Aslen Karabağ bölgesinden olup, önce İstanbul’da eğitim öğretimini tamamlayarak daha sonra Bursa-İznik’te uzun süre bulunan ve orada vefat eden Muhyiddin Muhammed Karabaği, Kelam ve Felsefe sahasında önemli eserler veren bir müellifimizdir. Karabaği, bu silsilede önemli sayılabilecek bir eser meydana getirmiştir. O, genel çerçeve olarak her ne kadar Gazzalî yanlısı bir tavır sergilememiş olsa da sık sık yeri geldiğinde ve konunun akışına göre, hem Gazzalî’yi hem de Hocazade’yi hem de Rüşd’ü tenkit ettiğine şahit olmaktayız. Bu da bizde onun objektif ve tarafsız bir ilim anlayışı ortaya koyduğu izlenimini oluşturmaktadır.
Karabaği’nin eseri, esas itibariyle Hocazade’nin Tahafütü’ne bir talik tarzında yazılmış bir eser olup, yapılan tesbitlere göre, sadece İstanbul Süleymaniye Kütüphanesinde tek bir el yazma nüshası bulunmaktadır. Eserin son aylarda hem tahkikli neşri, hem tercümesi hem de diğer Tahafütlerle genel bir tahlili yapılmış, tercüme ve tahlili Kültür Bakanlığı Yayınları arasında yayınlanmıştır (Bkz. Abdurrahim Güzel, Karabaği ve Tahafütü, İstanbul-1991, XIV-272 s).
Karabaği, eserinde, Hocazâde tarafından ele alınan 22 meseleden sadece ilk 12’sine değinmiş ve eserine son vermiştir. Bir başka ifadeyle tekfir konusu olan üç meseleden sadece ilk mesele olan kıdem meselesini ele almış, diğer iki meseleye gerek görmemiştir. Zaten buna benzer durum, İbn Kemal de de görülmüş olup, da sadece ilk 15 mesele üzerinde durmuştur. Bu duruma kısmen yazımızın başında değinmiş ve bunun Tahafütlerdeki konu bütünlüğünü ve bölümlemeyi aksettirdiğini belirtmiştik. İşte burada da bu bölümleme ve bütünlüğün tabi bir sonucu olarak böyle bir durumla karşılaşıyoruz.
B. Üzerinde Çalışılmamış Olanlar
Ş1imdi de varlıklarını kaynaklardan öğrendiğimiz halde, eserin kendisini göremediğimiz ve mevcut olup olmadığı hakkında da fazla bir bilgimiz olmayan diğer Tahafütlere bir göz atmak istiyoruz. Bunları da tarih sırasına göre şöyle sıralamak mümkündür.
1- Saîd b. Abdullah b. Hüseyin b. Hibetullah b. Hasan er-Râvendî
Ölüm tarihini kesin olarak bilememekle beraber, 562/1166-67 yıllarında hayatta olduğundan söz edilen Ravendî’ye ait bir Tahafütün varlığından söz edilmektedir (Bağdatlı İsmail Paşa, İzahu’l-Meknun (Keşfu’z-Zunun Zeyli), 1/340; Mu’cemu’l-Müellifin, 4/225).
Ancak, eserin mevcudiyeti hakkında her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Müellifin yaşadığı döneme bakılırsa, Gazzali’ye yakın bir dönemde yaşadığı görülmektedir. Bu itibarla Ravendî’nin eserinin bir hayli önemli olduğu ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan da bu sahada çalışacak olan araştırmacıların dikkatine bu eseri önemli sunmak gerekecektir. Zira, meraklı ve gayretli araştırıcıları beklemektedir.
2- Necmeddin Ali b. Ömer el-Kazvîn (908/1502-503)
Kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre Hakimşâh Kazvîni’nin de bir Tahafütü mevcuttur (Brockelmann, CAL, G.I. 466; Keşfu’z-zunun, I/513;Mu’cemu’l-Müellifin, 13/21). Katip Çelebi bu eserden “Tahafütü Hâkim Şah” diye bahsedip, müellifin vefatını vermeyerek sadece eserin isminden sözetmektedir.
3- Yahya b. Ali b. Nasûh el-Kostantin Nev’ Efendi (940 – 1007/1533 – 1599).
XVI. asrın önemli Türk şairlerinden olan Yahya Nev’ Efendi’nin Hocazâde’nin Tahafütü’ne bir haşiye yaptığı bilinmektedir (Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Arifin ve Esmau’l-Müellifin, 2/531; Mucemu’lMüellifin, 13/21). Ancak eser hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz.
4- Abdu’l-Vahhâb b. Abdurrahman b. Ali el-Amasyav Müevyedzâde (970/1562-63)
Kemal Paşazade’nin öğrencilerinden olan ve Abdullah Çelebi diye de tanınan Müeyyezdâde’nin bir Tahafüt kaleme aldığı bilinmektedir. Şakâik zeyllerinden Atâî’de O’ndan bahsedilirken Tahafüt ile ilgili olarak şu ifadeler geçmektedir. “… Şeyhu ‘l-İslâm Kemal Paşazâde Efendi hazretlerine ittisal etmişti. Medrese-i ifâdalarında mutasarrıf-ı iâde iken Tahafütü Hocazade’yi kıraat eyleyüp, Molla, ol kitâb-ı müstetâb üzere bir şerhi bînazîr imlâ eyledi…” (Atâi, 32)
Ayrıca diğer bazı kaynaklarda da O’na ait bir Tahafüt bulunduğu zikredilmektedir (Hediyyetü’l-Arifn, 1/642; Mu’cemu’l-Müellifin, 6/223; Brockemann, CALL, G.II/227 ve s.11/319)
5- Mestcizâde Abdullah Efendi ( 1148/1735-36)
Metcizâde ismiyle meşhur olan Abdullah b. Osman b. Musa’nın da bu sahada bir eseri olduğu için çeşitli kaynaklarda zikredilmektedir (Mu’cemu’l-Müellif n, 6/95; Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, 1/399 (Burada eserin ismi “Ma Sebete Kıdemuhu İmtenea Ademuhu” şeklinde geçmektedir); Hediyyetü’l-Arifin, 1/483; İzahu’l-Meknun, 2/483; Şeyhi, 1/84; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 2/65) Keşfu’z-Zunûn zeylinde eserin ismi “el-Mesalik fi’l-Hılafiyyat Beyne’l-Mütekellimin ve’l-Hukema” şeklinde geçmektedir.
Abdurrahim GÜZEL