TAÇ
Serpuş, külah; asalet, güç, ihtişam ve saltanat simgesi olarak başa giyilen başlık. Tarikatlarda şeyhlerce giyilen özel başlıklara da taç denir. Tarikat başlıkları tac-ı şerif ve fahr olarak da anılır. Kimi tarikatlar ise taçlarına kendilerine özel isimler vermeyi yeğlerler.
İlk dönemlerde mutasavvıflar ayrı bir başlık giymezlerdi. Ama sonradan, diğer insanlardan kendilerini ayırmak için, taç adı verilen başlıklar kullanmaya başladılar. Taç giyen ilk mutasavvıfın Ebu Kasım Ali el-Cürcanî (11.yy) olduğu söylenir. Ebu Kasım’ın davranışı zamanla mutasavvıflar arasında yaygınlaşarak gelenekleşti.
Taçların üst kısmına kubbe, başa geçen kısmına lenger adı verilir. Ayrıca üzerine destar denen bir sarık sarılır. Yaygınlaşmasından sonra taç ve destar da hırka ile birlikte “cihaz-ı tarikat”, diğer bir deyişle mutasavvıflara özgü giysiler arasına katılmıştır.
Zamanla taçların biçimi, rengi değişerek farklılaşmış, tarikatların birbirinden ayrılmasını sağlayacak bir yapı kazanmıştır.
Sikke adı verilen Mevlevî tacı düz, tek parça bal rengi ya da beyaz, tepeye doğru darlaşan, dilimsiz, bir karış dört parmak uzunluğunda, iki katlı bir keçeden yapılırdı. Mevlevî şeyhlerinden seyyid olanlar bu taç üzerine yeşil, diğer şeyhler beyaz, halifeler ise siyaha yakın koyulukta mor destar (sarık) sararlardı. Mevlana soyundan gelen Çelebiler destarı, alttan sikkeyi tam kapatacak biçimde, diğer şeyhler ise altta bir parmak kalacak biçimde sararlardı. Müridler ise Dal-Sikke denilen çıplak sikke giyinirlerdi.
Bektaşilerin taçları beyaz keçeden, bir karış uzunluğunda, tepeye doğru darlaşan, kubbesi Oniki İmam’ı simgelemek üzere oniki, lengeri dört kapıya işaret olmak üzere dilimlidir (terek). Tepede “düğme” ve “mühür” denilen baş parmak tırnağı büyüklüğünde, üzeri iplikle işlenerek dikilen bir keçe parçası vardır.
Dilimler ayrı ayrıdır ve içten dikildikten sonra dıştan küçük düz dikişlerle işlenerek pekiştirilir. Bu taca “Tac-ı Hüseynî” ve “Tac-ı Celâlî” denir. Tepesinde düğme bulunmayan ve dilimleri dıştan dikişli olmayan, kubbesi oniki, lengeri dört dilimli taca da “Tac-ı Kalenderî” adı verilir. Beştaşilerde taca yalnız babalar destar sarabilirdi. Muhibler ise yalnız Dal-Tac denilen destarsız tac giyerlerdi .
Rifâiye, Kadiriye, Bedevîye ve Sa’dîye tacları da oniki dilimliydi. Fakat bunların lenger kısımları düz ve dikişsizdi. Rifâîler bu dikişsiz yere siyah, Kadirîler yeşil, Bedevîler kırmızı, Sa’dîler beyaz destar sararlardı. Şazililerin tacları dilimsizdi ve üzerine beyaz sarık sarılırdı. Kadirilerin ayrıca üst tarafı sivri, üzeri nakışlarla süslenmiş, altı koyun yünüyle çevrelenmiş bir tacları daha vardı. Bu taca Müjganlı Tac (Kirpikli Tac) derlerdi. Halvetilerde ise dal, halı ve yekta adlarını taşıyan üç çeşit taç vardı.
Tarikatlarda taç, “tekbirleme” denilen özel tören ve dualarla giydirilirdi. Mevlevilik ve Bektaşilik dışındaki tarikatlarda müridler taç giyemezler, arkıye (arakiye) denilen terlikler giyinirlerdi. Arkıye de taç gibi tekbirlenerek giydirilirdi.
Gelenekleştikten sonra, mutasavvıflar taca büyük önem vermeye başladılar ve önemini göstermek üzere kimi rivâyetler yaymaya başladılar. Buna göre Hz. Âdem Cennet’te iken taç giyinmiştir; yeryüzüne inince de Hz. Cebrail başını tıraş etmiş, taç giydirmiştir. Diğer peygamberlere de gökten özel taçlar inmiştir. Mutasavvıflar tacın önem ve özelliklerini anlatmak üzere özel kitaplar yazmışlardı. Seyyid Seyfettin’in Taçname, Salahi-i Uşşaki’nin Taç-ı Kemer, Abdullah Nuri’nin Risaletü’t-Taç, Müstakimzade’nin Risale-i Taç, Yenişehir Fenerli Nimetullah’ın Risale-i Taç ve Hırka adlı eserleri Osmanlılar döneminde en çok ün kazanan tacnamelerdir.
Ahmet ÖZALP