SIFAT-I İLAHİYYE
Sıfat-ı ilahiyye (es-sıfatül-ilahiyye), “Allah Teâlâ’nın sıfatları” veya “ilahi sıfatlar” demektir.
Allah Teâlâ, kemal sıfatların hepsiyle muttasıf olup, bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve berîdir. Mümkin olan şeyleri yaratıp yaratmamak, Yüce Allah hakkında caizdir. Mümkinattan dilediğini yaratır, dilediğini de yaratmaz. Hadd-i zatında Yüce Allah’ın kemal sıfatları sonsuzdur. Fakat öğrenip bilmemiz için İslam âlimleri bunları başlıca 5 kısımda toplamışlardır.
1- Sıfat-ı Nefsiyye (Vücûd),
2- Sıfat-ı Selbiyye (Tenzihat),
3- Sıfat-ı Sübûtiyye (Sıfat-ı Meânî),
4- Esmaül-Hüsna’nın delâlet ettiği manalar ve sıfatlar,
5- Sıfat-ı Haberiyye.
1- Vücûd: Cenab-ı Allah’ın hakkıyyetini ve varlığını gerektiren ve vücûd ile muttasıf olduğunu belirten bir sıfattır. Bazı Kelâm âlimleri Yüce Allah’ın vücûduna “sıfat-ı nefsiyye” demişlerdir. Ebul-Hasenil-Eş’ari ve Ebul-Hüseyin el-Basrî gibi bazı kelâmcılar da Yüce Allah’ın vücûdunu, zatının aynı kabul ettikleri için sıfat saymamışlardır. Cenab-ı Hakk’ın vücûdu, bütün sıfatlarının aslı ve merciidir. Vücüdun zıddı olan adem (yokluk), onun hakkında muhaldir.
2- Sıfat-ı Selbiyye (Tenzihat): Bunlar Cenab-ı Allah’tan her türlü noksanlığı nefy eden ve mahlukata benzerliğini kaldıran sıfatlardır. Bu sıfatların, müslümanların bilmesi lazım geçen asılları beş tanedir.
a) Kıdem: Allah Teâlâ’nın varlığın ezelî olması, başlangıcı olmaması ve varlığına yokluğun sebkat etmemesidir. O’nun hakkında kıdem ve ezeliyyet vacib; bunun zıddı olan hudüs, muhaldir.
b) Beka : Allah Teâlâ’nın varlığının ebedî ve devamlı olması ve sonu olmaması demektir. Kıdem ve Beka, Vacib li-Zatihi ve Vacibül-Vücûd olan Allah Teâlâ’nın zorunlu özelliklerindendir. Fena ve yokluk, Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Kıdem ve Beka’ya “sermediyyet”de denilir.
c) Muhalefetün li’l-havadis: Allah Teâlâ’nın zat ve sıfatlarında hiç bir şey ve varlığa benzememesidir. Başka şeyler mümkin, varlıklarında muhtaç, hâdis ve fanidirler. Cenab-ı Hakk ise, Vacib li-zatihi (zatından dolayı varlığı zorunluğu), ihtiyaçsız, ezelî ve ebedîdir. Her şey O’na muhtaçtır. Yüce Allah, mümkin olan varlıkların bütün özelliklerinden münezzehtir. “O’nun benzeri hiç bir şey yoktur. O her şeyi işitici ve görücüdür” (ey-Şura, 42/11).
d) Kıyam bi-zatihi (Kıyam binefsihi): Cenab-ı Allah’ın varlığında ve varlığının devamında hiç bir şeye, zamana ve mekana muhtaç olmayarak zati ile kaim olması ve her türlü ihtiyaçtan münezzeh olması demektir.
e) Vahdaniyyet: Allah Teâlâ’nın zat, sıfat ve fiillerinde bir ve tek olması, O’nun şeriki ve ortağı olmaması demektir. Yani, Yüce Allah, zat ve sıfatlarında tektir. Yegâne hâlik (yaratıcı) ve hakiki müessir O’dur. Yegâne ibadete layık olan O’dur. O’ndan başka mabud, ibadete layık başka bir zat ve nesne yoktur. Bunlardan birini kabul etmeyen, asla mü’min ve muvahhid olamaz.
3- Sıfat-ı Sübûtiyye (Sıfat-ı Zatiyye): Bu sıfatlara Sıfat-ı Zatiyye, (Sıfat-ı Me’ânî) ve Sıfat-ı İkrâm isimleri verilmiştir. Sıfat-ı Sübûtiyye, Yüce Allah’ın zâtı ile kaim olan ve O’nun zatına mukaddes bir manâ ilave eden zatî, vücûdî, sübûti ve hakiki sıfatlardır. Sadece itibari mefhûmlardan ibaret değildir. Ezelden beri Yüce Allah’ın muttasıf olduğu, O’ndan ayrılmayan ve onunla beraber mevcut bulunan sıfatlardır.
Selef âlimlerine göre, bizler Allah’ın sübûti sıfatlarına inanmakla mükellef olup, bunların hakikatını ve Zat-ı Bâri’ye zâid olup olmadığını bilmekle yükümlü değiliz.
Ehl-i Sünnet-i Âmme dediğimiz halef âlimleri olan Eş’ariyye ve Matüridiyye’ye göre, bu sıfatlar, Allah Teâlâ’nın zatına zâid, hakiki ve vücûdî (O’nun zatı ile kaim olarak mevcut bulunan) sıfatlardır. Ehl-i Sünnet-i Âmme âlimleri Yüce Allah’ın bu sıfatlarını şu şekilde ispat ederler:
a- Kur’ân âyetleri ve hadislerle sabittir ki Allah Teâlâ hayy, âlim, kadir, mürîd, semi’, basir, mütekellim ve hâlıktır. Böyle olduğunda filozoflar da dahil İslâm âlimlerinin hepsi ittifak etmişlerdir. “Hayy” demek, hayat sahibi demektir. “Âlim”, ilim sıfatı olan demektir. Hayatı olmadan hayy (diridir), ilmi olmadan âlimdir, kudretsiz kadirdir, demek mümkün değildir. O halde Hakk Teâlâ bu sıfatlarla muttasıftır.
b- Âlim, kadir kelimeleri, ism-i fail ve mübalağa siğası olarak fer’dir, birer mastardan müştaktırlar. Müştakk (türemiş) olan bu kelimelerin manâlarının Cenâb-ı Bâri’de sabit olması, bunların asıl olan masdarlarının (me’hazül-iştikaklarının) da sabit olmasını gerektirir. Çünkü fer’in sübutu, aslının da sübutunu lâzım kılar. Bir kimse âlim (bilen) olup da onda ilim (bilme) aslının olmaması muhaldir. Allah Teâlâ; âlim, mürid, kadir… olup da O’nda bilme, irade ve kudretin bulunmaması muhaldir.
c- Kur’ân-ı Kerim, Yüce Allah’ın İlim ve Kudret sıfatlarını te’vile ihtimal bırakmayacak şekilde ispat etmektedir: “… Bilin ki Kur’ân Allah’ın ilmiyle indirilmiştir” (Hûd, 11/14);
“Şüphesiz, asıl rızık veren, çetin kuvvet sahibi Allah’tır” (ez-Zariyot, 51/58).
Mu’tezile, Allah’ın zatıyla kaim, zatına zait hakikî ve vücudî sıfatlarının mevcudiyetini reddeder. Yüce Allah’ın sıfat-ı sübûiyyesini es-sıfatül-maneviyye şeklinde kabul eder. es-Sıfatül-maneviyye Allah Teâlâ’nın hayy, âlim, murid, kadir, semi’, basir, hâlik ve mütekellim olmasıdır. Halbuki Ehl-i Siinnet-i Âmme’ye göre, es-sıfatul-maneviyye, Yüce Allah’ın zatıyla kaim hakiki sıfatların neticesidir. Mu’tezile, Allah’ın zatıyla kaim sübuti sıfatları olduğunu reddetti. Çünkü, Allah’ın sıfatlarını kabul etmek, Allah’ın zatından başka teaddüd-i kudemayı (Kadimlerin çokluğunu) gerektirir, iddiasında bulundu. Bu konuda Mu’tezilenin gerekçeleri şöylece özetlenebilir:
a- Allah Teâlâ’nın zatıyla kaim, ona zaid hakiki mevcud sıfatları olsa, bunlar ya kadim olur ki, kadim olan bir şey ise kendi zatıyla kaim olur ve başkasına muhtaç olmaz. Bu takdirde sıfatların sayısına teaddüd-i kudemâ (kadimlerin çokluğu) lazım gelir. Kadimlerin çokluğunu kabul etmek ise tevhid inancına aykırıdır.
Veyahut da sıfatlar hâdis olur. Sıfatların hâdis olması, Zat-ı Bâri’nin zâtı ile hâdis olan şeylerin kaim olması, batıl ve muhaldir.
b- Allah’ın zâtına zâid mevcud sıfatları olsa, Zat-ı Bâri’nin eksik olup başkalarıyla tamamlanmış (istikmâl bil-gayr) bulunması gerekir. Allah Teâlâ, zatıyla kâmil olup istikmâl bil-gayr’den münezzehtir. O halde Allah’ın zâtına zâid mevcut sıfatları yoktur. Allah, hayatı olmadan zatıyla hayy’dir. İlmi olmadan zatıyla âlimdir. Kudreti olmadan zatıyla kadirdir… Allah’ın bu sıfatları zatının aynıdır. Allah Teâlâ’nın zatının hayyiyet (dirilik), alimiyyet, kaderiyyet… halleri vardır. Bu halle de itibâri olup vücud ile vasıflanmazlar derler. Ehl-i Sünnet-i Âmme, Mu’tezilenin sübutî sıfatlar hakkındaki bu görüşlerine şöyle cevap verirler: “Sıfatları, Allah’ın zatının aynı değildirler; ondan ayrılan gayrı da değildirler”.
Methum itibariyle sıfattan anlaşılan anlam, zattan anlaşılan anlamdan başkadır. Eğer sıfatları Zat-ı Bâri’nin aynı kabul edilirse:
a) Zât ve sıfatlar manâ bakımından birbirlerine karıştırılır. İlmin hayatın aynı; kudretin ilmin aynı olması gerekir. Böyle olunca, “Kudret Allah’ın zatıdır, Allah’ın zatı ilimdir, Allah’ın zâtı, iradedir, yaratmaktır” demek caiz olur. Bunun batıl olduğunda ise şüphe yoktur.
b) Eğer sıfatları Zât-ı Bâri’nin aynı olsaydı, mesela “ilim”; kadir, hayy, murid, vacibül-vücud, bu âlemin hâlıkı, mahlûkâtın mabudu ve her türlü kemal sıfatları ile muttasıf olması gerekirdi. Bu ise muhaldir. Böylece zât ve sıfatları anlamada karışıklığa düşülürdü.
c) Sıfatlar Zatullahın aynı olsaydı, hiç bir bürhana ihtiyaç duymadan, Allah’ın âlim, kadir, hayy, semi’ ve basîr olduğunu bilmemiz gerekirdi.
Çünkü bir şeyin aynının kendisi olması zorunludur.
d) Allah Teâlâ’nın bu sıfatlardan (manâlardan) halî olması, onda noksanlık gerektireceğinden, bunlarla muttasıf olması zorunludur.
Zatullah, bil-icab (zorunlu olarak) kemalâtın menşeidir. Zât-ı Bâri, sıfatlarını gerektirir. Eğer, sıfatlar zatının dışından gelip Allah’a ilave olunsalardı; o zaman istikmal bil-gayr (Allah’ın başkasıyla kâmil olması) Iâzım gelirdi. Halbuki Yüce Allah, zorunlu olarak zatının gerektirdiği ve zatıyla kaim olan sıfatlarıyla tek ilâhtır.
Sıfat-ı Sübûtiyye, Allah’ın zatının gayri de değil; O’nun zatının muktezasıdırlar.
Birbirinin aynı olmayıp birbirlerinden başka bulunan iki şeye birbirlerinin gayridir (birbirlerinden başkadır) denilir. Biri diğeri olmayan ve birbirlerinden ayrılan şeyler, birbirlerinden başkadır. Sıfatları ise Allah’ın zatının ve bir sıfatı diğer sıfatının gayri değildir. Sıfatlar, vücud itibariyle Zat-ı Bâri ile birdirler.
İki şeyin birbirlerinden ayrılması mümkin olursa, bunlar da birbirlerinin gayridir. Ayrılmak ya mekanda olur, iki cisim gibi; ya da baba oğul gibi zamanda olur. Veyahut da mevcud ve ma’dum (yok olmuş) varlık ve yokluk itibariyle olur. Bu şekillerde sıfatlar, Allah’ın zatının gayri olsa, sıfatların birden fazla vücudlarının olması ve dolayısıyla teaddüd-i Kudema (Zatullah’tan ayrı kadimlerin bulunması) lâzım gelir. Bu ise batıldır. Sıfatı İlahiyyenin Zatullah’tan ve birbirlerinden ayrılması ve başka şeylere hulûl etmesi ve yok olması asla mümkin değildir. Bir kimse “evde Zeyd’den başkası yoktur” der ise; kimse “evde Zeyd’den başka onun eli, kalbi, beyni de var mıdır?” demez. Gerçi Zeyd’den elinin, kalbinin… ayrılması mümkündür. Allah’tan sıfatlarının ayrılması asla caiz ve mümkin değildir. Hak Teâlâ’nın zatı sıfatsız, sıfatları da zatsız tasavvur edilemez. Allah zat ve sıfatlarıyla beraber tektir. Sıfatları vücudu Zat-ı Bâri’ye tâbi ve onunla kaim olan manalardır. 10 rakamı kendisinde bir adedi olmadan; 10 rakamının biri de 10 sayısından ayrı olarak tasavvur edilemez. 10’dan 1 veya iki ayrılınca o rakam 10 olmaz.
Doğrusu Allah Teâlâ’nın bu kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğuna inanmak dinin gereklerindendir. Bunlarla nasıl muttasıf olduğunun bilgisi Allah Teâlâ’ya havale edilir. Şüphesiz, sıfatlarıyla nasıl muttasıf olduğunu ancak Hakk Teâlâ bilir.
Sıfat-ı Sübütiyye, Matüridilere göre, sekiz; Eş’arilere göre yedi’dir.
1- Hayat: Cenab-ı Hakk’ın bütün hayatların kaynağı olan ezelî ve ebedî, hakiki bir hayat ile muttasıf olmasıdır. O’nun hakkında bunun zıddı olan memat (ölü olmak) muhaldir.
2- İlim: Cenab-ı Allah’ın olmuş ve olacak her şeyi bilmesidir. O’nun hakkında bilgisizlik muhaldir.
3- Kudret: Cenab-ı Hakk’ın her şeyi (mümkini) yaratmaya ve yok etmeye gücünün yetmesidir. O’nun hakkında acz muhaldir.
4- İrade: Allah Teâlâ’nın mecbur olmadan yaratacağı her mümkini istediği şekilde dilemesi ve her şeyde serbest irade ve ihtiyar sahibi olmasıdır. O’nun dilemesi olmadan hiç bir şey vukua gelmez.
5- Basar: Allah’ın her şeyi görmesidir.
6- Semi’: Allah’ın her şeyi işitmesi.
7- Kelâm: Allah Teâlâ’nın zatına mahsus kelamı ve konuşmasıdır.
8- Tekvin: Cenab-ı Hakk’ın dilediği şeyleri yok iken yaratması, vücuda getirmesi, var olanları da yok etmesidir. Matüridilere göre, Tekvin sıfatı Yüce Allah’ın zatıyla kaim ezeli ve hakiki bir sıfattır. Terzik, tasvir, ihya, imate (öldürme), inma’ (büyütme) ve diğer bütün işlerin mercii (masdarı) tekvin sıfatıdır. Allahın var edeceği her şey ve iş bu sıfatın teallukuyla vücûda gelir.
Eş’arilere göre, Tekvin, diğer yedi sıfat gibi müstakil ve hakiki bir sıfat olmayıp Cenab-ı Hakk’ın yaratacağı şeylere kudret sıfatının hâdis olan teallukunun ismidir. Tekvin, kudret sıfatına racidir. Cenab-ı Hakk’ın bütün işlerinin mercii, Kudret sıfatıdır. Allah her mümkini ezeli iradesi ve ilmine uygun olarak kudret sıfatıyla yaratır.
Bu sekiz sıfattan hayat, ilim, irade, kudret, tekvin nakil ile isbat edildiği gibi, doğrudan doğruya akıl ile de isbat edilebilir. Diğerleri ise özellikle nakli delil ile isbat edilir. Sıfat-ı Sübütiyyeden irade, kudret ve tekvin, mümkinlere tealluk eder; vacib ve muhallere (mümteni’âta) tealluk etmez. Çünkü vacib, varlığı zatın muktezası olup ezelî ve ebedî olandır. Muhtaç olmayandır. Yaratılan her şeye hâdis (sonradan var edilmiş) ve varlığında ve varlığın devamında yaratıcısına muhtaç olur. Muhal vukuu aklen imkânsız ve çelişik olandır. Mesela; bir masa aynı anda iki yerde olmaz. Aynı masa aynı anda iki yerde olursa birin iki etmesi gerekir. Bir her zaman birdir; birin iki olması aklen muhaldir.
Hayat sıfatı bir şeye tealluk etmez. İlim ve Kelam sıfatları, vacib, mümkin ve muhallere tealluk eder. İlim, keşif ve açık olma yoluyla; Kelâm, delâlet yoluyla tealluk eder. Sem’ ve basar; mevcudâta yani işitilmek ve görülmek şanından olan şeylere tealluk eder.
4- Esmaül-Hüsna’nın delalet ettiği sıfat ve manalar:
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde zikredilen el-esmaül-hüsna’nın (bk. Tirmizi, Daavat, 83; Hakim, Müstedrek, I,16-17) her bir sıfat-ı ilahiyeden birine delâlet eder. Esmaül-Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) çoğu, Allah’ın sıfat-ı selbiyye, sıfat-ı sübûtiyye ve fiili sıfatlarını açıklayıcı durumdadır.
Esmaül-Hüsna’nın bir kısmı da Yüce Allah’ın rububiyyet, azamet, celâl ve cemâl sıfatlarıdır. Mesela, Rabb, Rahman, Rahim ve Malik (melik) O’nun rubûbiyyet sıfatlarını bildirir. Kuddüs, sıfat-ı selbiyyenin hepsine delâlet eder. el-Hakem, el-Adl, el-Halim, el-Azim, el-Gafur, eş-Şekur, el-Aliyy, Allah’ın celâl ve cemal sıfatlarına delâlet eder. Bunlardan bazısı sıfat-ı mütekabiledir (birbirlerine karşıt olanlardır). Rızâ, sehat, hubb ve buğz, afv ve intikam gibi… Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarının her biri birer kemaldir. O’nun kemâlâtına nihayet yoktur.
5- Haberî Sıfatlar Kur’an-ı Kerim ve hadislerde zahir manaları ile Cenab-ı Hakk’ın tenzih etme esası ile uyuşmayan bir takım sıfatlar varid olmuştur. Sırf nakil ve haberlerde geldiği için bu sıfatlara es-Sıfatül-haberiyye (haberlerde varid olan sıfatlar) denilmiştir.
Selef âlimleri, bu sıfatları, teşbihsiz, tecsimsiz (mahlukatın sıfatlarına benzetmeksizin ve cismiyet vermeksizin) temsilsiz ve keyfiyetini Allah’a havale ederek kabul etmişler ve bunlar hakkında herhangi bir te’vile gitmemişlerdir ve yorum yapmamışlardır.
İmam Eş’arî ile İmam Matüridî bu konuda selefin yoluna uymuşlardır.
Haşeviyye (sahih, zayıf demeyip buldukları her hadisi alıp bunların zahirlerine bağlananlar) ile Şia’dan bazıları haberlerde varid olan bu lafızların zahirine tutunarak teşbih vadisine düştüler. İlk defa Hişâm b. Hakem ve Hişâm b. Salim el-Cevâlikî, Allah Teâlâ’yı insana benzeterek O’na insanların organları gibi bir takım organlar isnad edip Müşebbihe ve Mücessime mezhebini ihdâs ettiler. Kerramiye mezhebinin kurucusu Muhammed b. Kerram da Yüce Allah’ın Arş’ın üzerinde durduğunu ve Arş’a temas ettiğini söylemiştir.
Eş’ariyye ve Matüridiyye kelâmcılarının müteahhirîni “müslüman halk bu lafızların zahirlerine bağlanarak Allah Teâlâ hakkında teşbihe düşer” korkusuyla haberî sıfatları mecaz manalarına hamlederek te’vil etmiş ve bunlara Cenab-ı Hakk’ın azametine layık olan birer manâ vermişler ve verdikleri manâ da kat’idir dememişler ve bunların murad edilen gerçek anlamım ve keyfiyetini Allah bilir demişlerdir.
Kur’an-ı Kerim de geçen haberî sıfatlardan örnekler ve müteahhirine göre anlamları:
1- İstivâ’: Rahman olan Allah Arş üzerine istiva etmiştir” (Ta-Ha, 20/5). İstivâ’ya kalır, galebe, istilâ, hüküm, idaresi ve tedbiri altına alma, tasarruf, ulûvv (yücelik) anlamı vermişlerdir.
2- Yed, Yedeyn: Kudret, nimet, teşrif Rabbi şöyle demişti:” Ey iblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir” (es-Sad 38/75).
3- Vech: Zât, vücûd (bk. er-Rahman, 55/27).
4- Kabza: Kudret, mülk, tasarruf (bk. ez-Zümer, 39/67).
5- Yemîn: Tastamam kudret ve kuvvet (bk. ez-Zümer, 39/67).
6- Ayn, A’yün: Basar sıfatına irca’ olunur (bk. Ta-Ha, 20/39; Hud, 11/37). Nezâret, gözetim, bakım demektir. Muhafaza ve yardım etmeyi de ifade eder.
7- Cenb: Türkçede, yan ve kat anlamına gelen bu kelimeyi emir ve taat olarak yorumlamışlardır: “Her bir nefsin, Allah cenbinde (katında) işlediğim kusurlardan dolayı vay hasret ve nedametime diyeceği… “(ez-Zümer, 39/56).
8- İstihyâ: Türkçede utanmak anlamına gelen bu kelimeye; terk etmek, çekinmek, sakınmak (istinkaf) anlamını vermişlerdir: “Gerçekte Allah, bir sivri sineği ve bunun üstündekini (büyüğünü) mesel ve (misal) getirmekten çekinmez…” (el-Bakara, 2/26).
9- İtyân ve Meci’: Bu kelimelerin mahlukat hakkındaki gelmek, bir yerden bir yere intikal etmek anlamlarından Cenab-ı Hakk münezzehtir. “Ve cae Rabbüke” (Rabbinin emri geldi) (el-fecr, 89/22); “En ye’ti-yehümullahü: Allah’ın âyeti ve azabının gelmesi ” (el-Bakara, 2/210).
Cenab-ı Hakk, büyüklüğünü ve kemallerinin sonsuzluğunu kullarına anlatıp tanıtmak ve onların anlamlarını kolaylaştırmak için Kitab-ı Kerim’inde bu kelimeleri mecaz olarak kullanmıştır. Yoksa Cenab-ı Allah, haberî sıfatlardaki geçen bu kelimelerin mahlukâtı hakkında geçerli olan manalarından münezzehtir. (Sa’deddin et-Taftâzânî, Şerhul-Makasıd, İstanbul 1305, II, s. 61-79, 108-111; Şerhul-Akaid, İstanbul 1310, s. 65-84; es-Seyyidü’ş-Şerif el-Cürcânî, Şerhul-Mevakıf, İstanbul 1239, s. 147, 471-479; İmam Zeyneddin Mer’î, Ekavilü’s-Sikat Te’vilül-Esma-i ve’s-Sı)at, Beyrut 1406/1985; Ahmet Asım, Merhu’f-Meâli Şerhul-Emali, İstanbul 1304; Abdüllatif Harput, Tenkihul Kelam, Abdüsselam, b. İbrahim el-Lakkanî, Şerh-ü Cevherati’t-Tevhid; İzmirli İsmail Nakkı, Yeni İlm-i Kelam; Şehristanî, el-Milel ve’n Nihal).
Muhiddin BAĞÇECİ