SlDK
“Her şeyde doğru olma” anlamında Kur’anî bir kavram. “Sa.Da.Ka” fiilinden masdar olan “Sıdk”, “konuşanın inancı itibariyle söz ve fiilinin birbirine uygun olması”dır. Bir va’din yerine getirilmesi bakımından sözün doğru olması “sıdk” olduğu gibi bir olayın haber verilmesi bakımından da sözün doğru olması “sıdk” dır. Kur’an-ı Kerim de “Hadis (olayları haber veren söz) bakımından Allah’tan daha doğru olan kimdir…” (en-Nisa, 4/87) ve “Allah (c.c) hak olarak va’detti. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır…” (en-Nisa, 4/122) buyrularak Allah (c.c)’ın hem haber verme, hem de va’dini yerine getirme bakımından hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği şekilde “sıdk” sahibi olduğu belirtilerek meydan okunuyor. Kur’an’da daha çok rasûller için kullanılan “sıddîk” ise sıdk’ı en fazla olan, yani asla yalan söylemeyen kimse demektir.
Yukarıda luğat anlamı kısaca açıklanan “sıdk” terimi, peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Risalete ehil olabilmek için her peygamberin bu sıfatı üzerinde taşıması gerekir.
Öyle ki; içerdiği sözü ve yaptığı anlaşması, ciddiyetle mizahı ve olay nakletmesi gibi bütün sözleri, süzgeçten geçirilirse, gerçeğe uygun düşer. Bu sıfat herhangi bir suretle yerinde olmazsa risâlet davası temelinden sarsılmış olacaktır. Çünkü insanlar doğru söylemeyen bir peygambere güvenemez. Doğru olan peygamberin herhangi bir surette gerçeğe ters düşen bir söz söylediği görülmemiştir.
Bir peygamberin Allah namına davet ettiği şeyi kendi nefsinde yaşaması gerekir. Çünkü risaletin en büyük gayesi Cenab-ı Hakkın insanları mükellef kıldığı ahkâmı onlara tebliğ etmektir. Çünkü Allah ile ilişkisi olan kimse herkesten daha çok O’nun azametine müdriktir. Dolayısıyla O’nun hiç bir emrine karşı gelmez. Zira Ona karşı gelmek ihanettir. Hain olan kimse de Allah’ın risaletinin ehli olamaz.
Kur’an-ı Kerim’de bir çok peygamber için doğruluk vasfı kullanılmakta, bazılarına “sıddîk” denilmektedir.
“Kitap’ta İsmail’i de an. Çünkü o va’de sadık rasul bir nebi idi” (Meryem, 19/54).
“Yusuf, ey sadık kimse!. ” (i’usuf, 12/46).
“Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü o sıddîk nebi idi” (Meryem, 19/41).
“Kitap’ta İdris’i de an: Çünkü o sıddîk bir nebi idi” (Meryem, 19/56).
Yine son nebi Hz. Muhammed (s.a.s)’in de sadık olduğu, yalancılardan olmadığı Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde anlatılmakta, İslâm tarihine, özellikle risaletin Mekke dönemine bakıldığında Rasûlüllah (s.a.s) gerçeğin şehadeti, inananların ve düşmanların şehadetiyle “Sadıkul-Va’dul-Emin” olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sıdk kavramı, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın va’dettiği şeyleri yerine getirmesi özelliği olarak da kullanılır:
“Rabb’ının sözü sıdk (doğruluk) ve adâlet bakımından tamamlanmıştır. O’nun kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O hakkıyla işiten ve bilendir” (el-En’âm, 6/115);
“İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini onlardan kabul ederiz ve onların kötü amellerinden vaz geçeriz: onlar Cennet ashabı arasındadırlar. Bu, onların va’d oluna geldikleri sıdk (dosdoğru) bir va’ddır” (el-Ahkaf, 46/16).
Sıdk, aynı zamanda Kur’an-ı Kerimin bir ismidir.
“Sıdk (doğru olan Kuran)ı getirene ve onu tasdik edenlere gelince, işte müttakiler onlardır” (ez-Zümer, 39/33);
“Allah hakkında yalan uydurandan ve kendisine gelen sıdkı (doğru olan Kur’an-ı) yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Kâfirler için Cehennem de yer mi yok sanki?” (ez-Zümer, 39/32).
Kur’an-ı Kerim’de genel olarak doğruluktan ve doğruluğun faziletinden bahseden pek çok âyet-i kerime vardır. Bu âyetler mü’minlerin sadıklarla beraber olmalarını emreder. Allah (c.c) buyurur ki: “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz ” (et-Tevbe, 9/119).
Gerçekten sadakat kıyamette kulun kurtuluşu için bir garanti mahiyyetindedir. Allah’ın gazabından kurtuluşa sebeptir; Onu Cennete götürür. Allah buyurur ki: “…Bu (gün) doğru söyleyenlerin (sadıkların) sıdk (sadakat) larının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Altında ırmaklar akan cennetler -ki orada daimi ve ebedi kalıcıdırlar- onlarındır. Allah kendilerinden razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saadettir” (el-Maide, 5/119).
Doğruluğun esasi; bir şeyin meydana gelmesi tamamlanması kuvvetinin kemâle ermesi kısımlarının bir araya toplanmasıdır.
Doğruluk (sıdk; sadakat) niyet söz ve âmelde olur. Niyette doğruluk son derece azimli olmak ve Allah’a yönelmek için iradeyi kuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır. Bu ise Allah’ın farz kıldığı şeylere koşmakla elde edilir. Bunun da başında Allah yolunda cihad gelir. Cihadın bir türü de Allah’a davettir. Davete mani olan herkesten yüz çevirmek, bunlardan uzaklaşıp nefret etmek gerekir. Çünkü onlar gaflet içinde yaşayan insanlardır. Dünyada gördüklerinden başka bir şey bilmezler. Onların ulaştıkları bilgi derecesi budur. Gerçekte ise, cehalet ve nefsanî arzunun kendisidir. Doğru kimsenin kalbi çok hassas olur; davete mani olan kimselere karşı tahammül edemez. Bunun için de onlardan sıkılır; onlarla komşuluk, arkadaşlık yapamaz; onlarla düşüp kalkamaz, onlardan uzak kalmakla gönlü açılır; Allah’a seyr ve sülûkunda ve ona davet hususunda acele etmeye teşvik eden kimselerden hoşlanır.
Sözde sadakat, dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böyle alışınca, artık hiç bir bâtıl konuşmaz.
Amelde sadakat, şer’î yollara uyarak Rasulullah (s.a.s)’e tabi olmak suretiyle olur. Müslüman sözde, niyette ve amelde sadakatı gerçekleştirince, sıddıkiyet derecesine ulaşır. Bu derece ise, Cenab-ı Hakkın mü’min kullarından istediği Rasûlüllah (s.a.s)’e hitap ile yönelttiği bir derecedir. “Ve şöyle de; Rabbim, beni sıdk (ve selamet) girdirişiyle girdir; sıdk (ve selamet) çıkarışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver” (el-İsra, 17/80).
“Sıdk girdirişi ve çıkarılışı” demek, müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu terkinin Allah için ve Allah ile olmasıdır. Yani yaptıkları ve yapmadıkları Allah’ın rızasına bağlıdır. Kul bunları eda ederken Allah’tan yardım dileyerek yapar. Maksadı da Allah’ın rızasıdır. Gayesi de yalnız Allah’dır. “De ki: Benim namazım da ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de, hiç bir ortağı olmayan alemlerin Rabbı olan Allahındır” (el-En’am, 6/162-163).
Müslüman sıddıkiyetin bu derecesine erince, hayatta onun nazarında rağbet edilecek başka bir gaye kalmaz. Ancak bunun ayakta kalışı Allah’ın rızasına vesile olacaksa ayakta kalmayı tercih eder. Şayet bu gayeyi kaçırır veya elde edemeyeceğini anlarsa, hayattan yüz çevirir ve ölümünü ister.
Hz. Ömer (r.a)’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Üç şey olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim; 1- Allah yolunda iyi cins atlar sırtında savaşmak; 2- Gece ibadetinin meşakkat ve zorluğuna katlanmak; 3- Sözün temizini hurmanın temizini seçer gibi seçen kimselerle düşüp kalkmak”. Hz. Ömer (r.a)’ın arzu ettiği bütün bu sayılanlar Rabb’ı râzı edecek şeylerdir.
Sadık bir müslüman davetçinin sadakati yüzünden ve sesinden belli olur. Rasûlüllah’ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: “Vallahi bu bir yalancı yüzü ve bir yalancı sesi değildir”.
Davetçinin yüzünde ve sesinde doğruluk eserinin görülmesi, muhatabına tesir eder; onun sözünü kabule, ona saygı beslemeye sevkeder. Ancak, muhatapları son derece kör kalpli kimselerse onlara tesir etmez.
Ne olursa olsun, beyan ettiğimiz manâda sadakat müslüman için ve Allah’a davet eden herkes için zaruridir. Çünkü imanın esası doğruluk; münafıklığın esası da yalandır. Davetçinin yalancı olması mümkün olamaz. Peygamber (s.a.s)’in buyurdukları gibi, yalan ahlâksızlığa sevkeder. Ahlâksız bir kimsenin ise davetçi olması mümkün değildir.
Yüce Allah peygamberlerden ve inananlardan ahd olarak sadıkları ve kâzipleri birbirinden ayırmıştır:
“Biz nebilerden kuvvetle ahitlerini almıştık. Senden, Nuh’tan İbrahim’den Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan (evet) onlardan ağır bir misak (söz) almıştık “;
“Ki (Allah) o sadıklara sıdklarından sorsun, o kâfirlere de acı bir azab hazırlamıştır” (el-Ahzâb, 33/7-8);
“Mü’minlerden öyle erler vardır ki Allah’a verdikleri ahidlerinde durdular; onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir”; Ki Allah sâdıkları sıdklarıyla mükafatlandırsın, münafıklara da dilerse azap etsin, dilerse tevbe edenlerin tevbelerini kabul etsin. Şüphesiz Allah Gafur ve Rahimdir” (el-Ahzab, 33/23-24);
“İnsanlar yalnız “inandık” demekle hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekilerini sınadık elbette Allah (sınayıp) sadıkları bildirip açığa çıkaracak, kâzipleri (yalancıları) bildirecektir” (el-Ankebut, 29/2-3).
İşte yukarıdaki âyetlerde bahsedilen sadık erlere Cenab-ı Hak mükâfat olarak “sıdk”, mekânlarını “sıdk” bir va’d ile vadetmiştir:
“İçlerinden bir adama “insanları uyar ve iman edenlere Rabbleri katında kendileri için bir kademe-i sıdk (doğruluk makamı, kademesi) bulunduğunu müjdele” diye vahyetmemiz insanlara tuhaf mı geldi ki kâfirler; “bu apaçık bir sihirbazdır” dediler” (Yunus, 10/2);
“İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini kendilerinden kabul ederiz ve onların kötü amellerinden (günahlarından) vazgeçeriz. Onlar Cennet ashabı arasındadır. Bu onların (dünyada iken) va’d oluna geldikleri sıdk (dosdoğru bir va’ddır)” (el-Ahkâf 46/16);
“Muhakkak ki muttâkiler cennetlerde ve ırmaklar (ın kenarın) dadırlar “.
“Sıdk makamında (doğruluk meclisinde) gayet muktedir (güçlü) bir melikin yanındadırlar” (el-Kamer, z 54/54-55);
Allah buyurdu ki: “Bu, sadıklara sıdklarının fayda sağlıyacağı gündür onlar için altlarında ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Ondan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur” (el-Maide, 5/119)
Muammer ERTAN