SECDE
Baş eğme, itaat etme, üstün bir varlığın önünde yere kapanma; namazda veya Allah’a ibadet niyeti taşıyarak alın ve burun yere değecek şekilde yere kapanma ve dua etme anlamında bir fıkıh terimi. Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde müslümanlar, rükû ve secde edenler şeklinde tanımlanmış; Allah’a yaptıkları secde nedeniyle yüzlerinin nurlandığı ve alınlarındaki secde izlerinden tanınacakları bildirilmiştir (el-Fetih, 48/29). Diğer yandan, secdenin, müslümanların namaz kılarken alınlarını yere koymaları dışında, aslında Allah’ın emirlerine uymak, O’nun kainattaki düzenine riayet etmek anlamına geldiği şu âyet-i kerimeyle daha iyi anlaşılmaktadır: “Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların çoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun?” (el-Hacc, 22/18). Dolayısıyla secde, Allah’ın buyrukları dışına çıkmamak anlamına gelirken; namazda yapılan secde ise Allah’a itaatin bir sembolü, bir göstergesidir. Namazda secde eden müslüman, hayatının diğer zamanlarında da O’na boyun eğiyor, buyruklarından dışarı çıkmıyor demektir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf’un kıssası anlatılırken, anasının, babasının ve on bir kardeşinin Yusuf’a secde ettikleri bildiriliyor (Yusuf, 12/100). Allah’ın dışında hiç bir varlığa secde edilmeyeceğini, bunun şirk olduğunu söyleyen İslâm alimleri söz konusu âyeti açıklarken, buradaki “secdeye kapandılar” cümlesine iki tür anlam yüklüyorlar: Ya onlar sevinçlerinden Allah’a şükür niyetiyle yere kapandılar; ya da, Hz. Yusuf’un emrine girerek hayatlarının diğer bölümünde Onun buyruklarının dışına çıkmadılar. Bir diğer anlamı, Yusuf’un önünde saygıyla eğildiler demektir. Hangi anlam kabul edilirse edilsin, Allah’ın dışında hiç bir canlıya secde edilebileceği yönünde bir anlam çıkarılamaz.
Namazın farzlarından olan secde şöyle yapılır:
Rasûlüllah’ın, “Alın, iki el, iki diz ve iki ayak uçları olmak üzere yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, II, 847) hadisi gereğince sözü edilen yedi uzvun yere değmesi gerekir. Alınla birlikte burnun da değdirilip değdirilmeyeceği konusunda tam bir görüş birliği olmamasına rağmen; hadisi rivayet eden Abdullah b. Abbâs, Hz. Peygamber’in alnını gösterirken burnunu da işaret ettiğini bildiriyor. Bir başka hadisi de Ebu Said el-Hudri rivayet ediyor: “Rasûlüllah’ın halka kıldırdığı bir namazda, alnında ve burnunda çamur eseri görüldü” (Sünen-i Ebu Davud, II, 54).
Secde, rükudan doğrulduktan sonra yapılır. Hanefi alimlerine göre rükudan doğrulduktan sonra “Semiallahü limen hamideh Rabbena lekel hamd” denir ve ardından “Allahu ekber” diyerek secdeye gidilir. Ancak, değişik hadis-i şeriflerde, bunların dışında da duaların yapılabileceği ve hatta rükûdan sonraki duruşun kıyamdaki kadar uzun olabileceği bildirilmiştir. Bu konuya örnek olması açısından; Enes b. Malik diyor ki:
“Kısalıkta ve uzunlukta Rasûlüllah’ın arkasında kıldığım namaz kadar hiç bir kimsenin arkasında kılmadım. Rasûlüllah (s.a.s) ‘Semiallahü limen hamideh’ dediği vakit biz (içimizden) ‘herhalde şaşırdı’ diyecek kadar ayakta durur, sonra tekbir alır ve secdeye varırdı. İki secde arasında da biz, ‘herhalde namazda şaşırdı’ diyecek kadar otururdu” (Sünen-i Ebû Davud II,16). Cemaatle kılınan namazlarda “Semiallahü limen hamideh” sözünü imam açıktan söyler, cemaat ise bunu söylemeyip ardından sessizce “Rabbena lekel-hamd” der. Secdeye giderken, hadis-i şerif gereğince önce dizleri sonra elleri yere koymak gerekir. Rasûlüllah’ın bu konuda, ellerin dizlerden önce konulmasını emreden hadisleri varsa da, bunların daha sonra neshedildiği hakkındaki rivayetler daha güçlüdür. Ancak, İmam Malik, sözkonusu hadisler uyarınca secdeye inerken önce ellerin sonra dizlerin konması görüşündedir. Hanefi ve Şafiîler ise şu hadise göre amel ederler: “Vail b. Hucur’dan; Rasûlüllah’ı secde ederken dizlerini ellerinden önce koyduğunu, secdeden kalkarken de ellerini dizlerinden önce kaldırdığını gördüm” (Sünen-i Ebû Davud, II, 5):
Secdedeki duruş ve ne okunacağı: Secdede el ve ayakların kıbleye doğru olması gerekir. Yukarıdaki hadis gereği burun da dahil yedi uzuv aynı anda yere değdirilir. Göğsü ve dirsekleri yere değdirmemek, büzülmeyip kolları açık tutmak ve düz durmak sünnettir. Rasûlüllah buyuruyor:
“Sizden biriniz secde ettiği vakit ellerini köpeğin döşediği gibi döşemesin, uyluklarını bitiştirsin” (Ebu Davud, II, 48). Ayaklar, parmak uçları yere değecek şekilde dik tutulur, secde anında ayaklar yerden kalkmamalıdır.
Secdede alnın konulacağı yer çok yumuşak olmamalıdır. Hafif bir yumuşaklık olduğu halde, alın, yerin katılığını hissederse bu secde caiz olur; ancak yün, pamuk, saman, kar gibi şeylerin üzerine yapılan bir secdede yüzün tamamen gömülmesine rağmen alın yerin katılığını hissetmezse bu secde olmaz. Temel şart, yüzün gömülmemesi ve alnın yerin katılığını hissetmesidir.
Secde edilecek yer ayakların bastığı yerden diz boyundan yaklaşık otuz santimetreden fazla yüksek olmamalıdır. Bundan daha azı ise namaza bir zarar vermez. Ancak cemaatle kılınan bir” namazda yerin darlığı nedeniyle secdeyi yerde yapma imkanı olmadığı durumlarda arka saftaki cemaat ön saftakilerin sırtına secde edebilir. Bu ise, secde yapanla sırtına secde yapılan kişinin aynı vaktin namazını kıldığı durumlarda geçerlidir.
Secdede okunacak dualara gelince; Hanefiler, Hz. Huzeyfe’den gelen şu hadis uyarınca secdede “sübhane rabbiyel a’la” duasını okurlar. Huzeyfe (r.a) diyor ki: “Hz. Peygamber rükuunda ‘sübhane rabbiyel azim’; secdesinde de ‘sübhane rabbiyel a’la’ derdi” (Ebu Davud, II, 30). Kaç defa söylenileceği hakkında da ölçü alınan hadis şudur: Abdullah b. Abbas bildiriyor: “Sizden biriniz rükû yaptığı zaman üç defa sübhaneke rabbiyel azim desin. Üç, tesbihin en az miktarıdır. Secde ettiği vakit de üç defa sübhâneke rabbiyel a’lâ’ desin; bu, tesbihin en azıdır” (Ebu Davud, II, 40). Ancak Rasûlüllah’ın secdelerinde bunun dışında da değişik dualar yaptığı bir gerçektir. Örneğin, “Sebbih isme rabbikel a’lâ”; “sübhâne rabbiyel a’lâ ve bihamdih”; “Subbuhun, kuddusün, Rabbul melâiketihî ve’r-rühi”; “Sübhâne zil-ceberüt vel-meleküt, vel-kibriyâi velazameh”; “Allâhümme Rabbenâ ve bihamdike, Allâhümmeğfirlî”; “Allâhümmeğfirlî zenbî küllehu diggahu ve cillehu ve evvelehu ve âhirehu alaniyetehu ve sırrahu”; “Eüzu bi rıdâke min sehatike ve eüzu bimuâfâtike min ukûbetike ve eûzu bike minke lâ ahsî senâen aleyke, ente kemâ esneyte alâ nefsike” gibi duaları Hz. Peygamber secdelerinde okurdu (Ebu Davud, II, 28-35).
Secdede ne kadar süre kalmak gerektiği hakkında da yine hadis-i şerif gereği en az üç kez sübhane rabbiyel a’la’ diyecek uzunlukta durmak gerektiğini kabul eden Hanefilere göre tek rakamlı olmak şartıyla beşe, yediye, dokuza çıkarmak mümkündür, müstehaptır. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Kulun secdedeki anı, Rabbine en yakın olduğu andır; onun için (secdede) duayı çoğaltın” (Ebu Davud, II, 33). Bütün bu hadislerden çıkan sonuca göre secde (ve namaz), kesin kalıplarla kuşatılmış statik, dar çerçeveli bir bedensel hareket değil; müslümanın şartlandırılmış kurallardan kendini kurtarıp içten, Allah’a yönelmiş bir kalple Allah’ın ve Rasûlünün öğrettiği şekilde gücünün yettiği çoklukta ve uzunlukta dua edeceği değerli bir andır. Rasûlüllah’ın yaptığı gibi, gerektiğinde secdede uzun süre kalıp gözyaşı dökebilmelidir. Namaz kuru bedensel hareketlerden kurtarılmalıdır ki; ruhun derinliklerinde işlev yüklensin, insanı Allah’a yakınlaştırma fonksiyonunu kazanabilsin.
İki secde arasında gözönünde bulundurulması gereken hususlar:
Secdeleri hızlı hızlı yapmamak, Rasûlüllah’ın deyimiyle “karganın yem toplaması gibi acele etmemek” gerekir. Birinci secdeden kalktıktan sonra oturma vaziyetine geçmeden aceleyle ikinci secdeye gitmek namazın adabına aykırıdır. Hanefi mezhebine göre iki secde arasında sağ ayak parmaklar üzerine dikili, sol ayak içe bükülerek onun üzerine oturulur; bir kez sübhanellah’ diyecek uzunlukta durulduktan sonra ikinci secdeye gidilir. Bu oturuş anında eller dizlerin üzerine konur, bakış ise secde yapılan yere doğru çevrilir. Hanefi mezhebinin bu kuralları Peygamberimizin hadislerine dayanmaktadır; ancak Rasûlüllah’ın değişik zamanlarda farklı şekillerde namaz kıldığı bir gerçektir ve yine iki secde arasında uzun süre oturup dua etmek de onun sünnetlerindendir. Bir hadis-i şerifte; onun rükû, secdesi ve iki secde arasındaki duruşu aynı uzunlukta olduğu bildirilirken; bir diğer hadiste, Ashab, O’nun çok uzun durmasını garip karşılayıp yoksa şaşırdı mı? diyecek hale geldiği yukarıdaki hadis-i şeriflerden birinde geçti. Bu oturuşlarda da çeşitli şekillerde dua yapan Peygamberimizin şu duayı yaptığı rivayet ediliyor: “Rabbi’ğfirlî”. Secdeye kapanırken ve kalkarken Allahü ekber diyerek tekbir alınır.
Cemaatle kılınan namazlarda arka safta bulunan kadınlar, erkekler secdeden doğrulmadan başlarını kaldırmamaları gerekir. Rasûlüllah buyuruyor: “Siz kadınlardan kim Allah’a ve âhiret gününe inanmışsa erkekler başlarını kaldırmadan başını kaldırmasın” (Ebu Davud, II,15). Bu, kadınların kalplerini şeytanın vesvesesinden korumak için konulmuş bir kuraldır. Namazın farzlarından olan görünen maddi pisliklerden temizlenmek, secde yapılacak yer için de geçerlidir; dolayısıyla temiz bir yere secde yapılır. İnsanların yoğun olarak gelip geçtikleri sokaklar, gübrelik, çöplük gibi yerlerde namaz kılınmaz. En değerli secde, alnın kuru toprağa değdiği andaki secdedir; ancak hasır, kilim, halı, elbise, çimen gibi şeylerin üzerine de yapılabilir. Özürsüz dahi olsa yere serilen herhangi temiz bir şey üzerine secde edilebilir. Dışarıda yapılan secdelerde serilen şeyin amacı yerin sıcaklığından-soğukluğundan, sertliğinden, kısaca namazda insanı rahatsız edecek bir durumdan korunmak için olursa mümkündür, fakat rahatsızlık verecek hiç bir durum olmadığı halde alnını yere değdirmek istemediği için birşey sererse bu caiz olmaz. Zaruret halinde birşey sermek caizdir. İmam Mâlik’e göre ise kilim, keçe, posteki gibi yer cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur. Hz. Enes (r.a)’dan nakledilen bir hadis-i şerife göre; “sahabeler Allah’ın Rasûlü ile birlikte bulunup namaz kılarken bazıları şiddetli sıcaktan elbiselerinin ucunu secde yerine koyup onun üzerine secde ederlerdi” Ancak, özürsüz olarak el veya üzerindeki elbisenin bir ucuna secde etmek mekruhtur. Caferi mezhebine göre, secde ancak toprak ve taş cinsinden bir şey üzerine yapılabilir, camilerdeki halı ve kilim üzerine secde yapılamaz. Bu inançtan dolayı camilerde veya evlerde namaz kılarken secde edecekleri yere bir taş parçası koyarak onun üzerine secde ederler. Ancak, yere değmesi gereken “alın”ın tanımındaki farklılıklar küçük taş parçası üzerine secde edilip edilemeyeceğini gündeme getirmektedir. Bir tanıma göre alın, iki kaşın üzerinden saç bitimine kadar olan yerdir. Bu tanıma itibar edilirse secde edilecek taşın en az tarifi yapılan alın büyüklüğünde olması gerekir. Diğer bir tanıma göre ise alın, şakaklar arasında kalan kısımdır ki buna göre taş küçük de olsa olur.
Secdede dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da, baştaki takke ve sarığın alnın yere değmesine engel olmaması gerekir. Alın açık olmalı, takke veya sarık ile kapatılmamalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de secde hakkında birçok âyet vardır: “Ey iman edenler, rükû edin, secde edin; Rabbinize ibadet edin, hayır dileyin ki umduğunuza eresiniz” (el-Hacc, 22/77).
Yukarıda anlatılan namaz secdesi dışında iki tür secde daha vardır. Namazda yapılan hataları hatırlayınca namazın sonunda yapılan Sehiv* (unutma) secdesi, diğeri de Kur’an okurken secde âyetlerinden sonra yapılan Tilavet secdesi *.
Sehiv secdesi, namazın vaciblerinden birinin veya daha fazlasının unutularak terkedilmesi veya farzlarının geciktirilmesi sonucunda bunları telafi etmek için yapılır. Yapılışı ise şöyledir: Son oturuştaki dualar okunduktan sonra eğer cemaatla kılınan bir namaz ise sağa verilen selamdan, tek başına kılınan namaz ise iki tarafa verilen selamdan sonra namazı bozmadan iki defa secde yapılır, aynı son oturuştaki gibi dualar okunduktan sonra selam verilir ve namaz biter (Ayrıca bk. Sehiv Secdesi).
Tilavet secdesi ise secde âyeti okunduktan sonra ister hemen ister daha sonra kıbleye dönüp bir defa secde yapmak ve kalkarak selam vermekle olur.
Fedakâr KlZMAZ