SECÂVEND
Kur’andaki âyetlerin neresinde durulmak, nerelerde durulmadan geçilmek lâzım geldiğini belirten işaretler; Secâvendler tecvid ve kıraat ilimleriyle ilgili olduğu için, hafızlar bunları hocalarından öğrenir.
Secâvendler, Türkçedeki noktalama işaretlerine benzer. Okunan yerin manâsı göz önüne alınarak konulmuşlardır. Bu işaretleri ilk defa Muhammed b. Tayfur es-Secâvendi (öl: 560/1165) koymuştur ki, daha sonra konulan bazı işaretlerle birlikte hepsine birden, onun ismine izafeten “Secâvend” denilmiştir (A. Çetin, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 150).
Kur’anın okunuşu kendine has özellik taşır. Onun okunuşunun özel kuralları vardır. Secâvendlere riayet ederek okumak hem manâ ile, hem de tecvidle ilgilidir. İmam Cezerî’ye göre (en-Neşr, I, 230-231) secâvend olarak bildiğimiz bu işaretlerin kelimeler üzerine yerleştirilmesinde imamların muzafun ileyh’siz muzaf üzerinde, failsiz, fiil, mef’ülsüz fail, habersiz mübtedâ, mevsufsuz sıfat, isimsiz “inne” ve ehavâtı, “kâne” ve ehavâtı, cevapsız kasem, cezasız şart, sılasız mevsûl, mâtufsuz matûfun aleyh üzerinde vakıf câiz olmaz (Demirhan Ünlü, Kur’an-ı Kerim Tecvîdi, s. 159).
Yüce Allah: “Kur’anı tertil ile (açık açık, tane tane) oku!” (el-Müzzemmil, 73/4) buyurmuştur. Hz. Ali âyette geçen tertili, “harfleri tecvîd ile okumak ve vakıfları (durulacak yerleri) bilmek” şeklinde açıklamıştır.
Ümmü Seleme (r.anha)’dan gelen bir rivayette onun, Rasûlüllah (s.a.s)’in Kur’an okuyuşunu harf harf tefsîr edilen bir kıraat olarak vasıflandırmıştır (Ebû Davûd, Vitr, 20; Tirmizî, Fedâilul-Kur’ân, 23).
İbn Nasr’ın naklettiği bir haberde ise Hz. Aişe (r.anha) Rasûlü Ekrem (s.a.s) Efendimizin okuyuşunu,”Okuduğu zaman
Errahmânirrahîm
Elhamdülillahi rabbil âlemîn
Bismillâhirrahmânirrahim
şeklinde okuyarak âyet âyet keserdi” sözleriyle tarif etmiştir (Ebû Davûd Terc., N. Yeniel-H. Kayapınar, V, 441-442). İşte tertil üzere okuyuş bu iki rivayette belirtilen okuyuştur.
Kur’an âyetlerinin hangi kelimelerinde durulacağını ve durmadan geçileceğini belirtmek için ez-Zeccâc (v. 311/923), İbnul-Enbârî (v. 328/940), Ebu Ca’fer en-Nehhas (v. 338/950), Hasan b. Abdullah es-Seyrâtî (v. 368) ed-Dânî (v. 444/1053), el-Ummanî (v. 400/1009) ve İbn Tayfûr es-Secâvendî (v. 560/ 1165) müstâkil eserler yazmışlardır. Fakat bunlar arasından Ebu Abdullah Muhammed b. Tayfür el-Gaznevî es-Secâvendî (v. 560/1165)’nin tasnif ettiği eser ve koyduğu vakıf alâmetleri, Mağrib tarafları hariç, İslâm âleminde daha fazla benimsenmiş ve tutunmuş ve onun mensub olduğu Secâvend kasabasının ismi bu âlâmetlere verilmiştir. Secâvend, Gazne civarında, bugün Afganistan sınırları içerisinde kalan bir beldenin ismidir.
Kur’an okuyuşunu kolaylaştırmak, ona apayrı bir heybet, ahenk ve güzellik vermek için konulan vakıf işaretleri (secâvendler) şunlardır:
“Cim” Vakfın câiz olduğuna işaret eder ki, böyle yerlerde durmak da, geçmek de câizdir. Fakat durmak daha evlâdır.
“Ta” Vakfın mutlak olduğuna işaret eder ki, daha sonraki cümlenin, durulan yerin öncesiyle ilgisi yok demektir. Böyle yerlerde durulduktan sonra, durulan yerden sonra başlamak manâ itibariyle güzel olur. Bu işaretin olduğu yerde vasl yapmaya gerek yoktur.
“Mim” Vakfın lâzım olduğuna işarettir. Muhakkak durulması gereken yerdeki vakıftır. Durulmadığı takdirde manâ fâsid olur, bozulur.
Buradaki lüzum şer’î değil ıstılâhidir. Caiz ifadeleri de böyledir. Şer’î lüzum farz ve vacib demektir. Bu ise böyle değildir. Vücûbu fennî veya vücûbu sınaî yahut vücûbu tertilî demek daha doğru olur (Demirhan Ünlü, Kur’an-ı Kerîm Tecvîdi, s. 164).
” Ze” Vakf-ı mücevvez işaretidir ki, okumayıp geçmek evlâdır.
“Sad” Vakf-ı murahhas işaretidir ki, okuyucunun nefesi yetişmediği takdirde zarurete binaen durulabileceğini gösterir. Bu işarette durulduktan sonra tekrar evvelinden alınarak okumaya devam edilir.
“Kaf”Kurrâ’nın bir kısmına göre vasl âlâmeti olmakla beraber vakfetmek de câizdir.
“Vakfet, dur!” manâsına olan bu işarette durmak evlâdır.
“Kef” “Kezâlik” işaretidir ki bu evvelki vakf işareti ne ise, bu da onun hükmüne tabi demektir.
“Lamelif” Durulmaz işaretidir. Fakat nefes daralırsa durulur, sonra evvelinden alınarak okumaya devam edilir.
Vakf-ı muânâka veya vakf-ı murakabe” işaretidir. Bunlar iki tane ile noktadır. Bunlardan birincisinde durulmazsa ikincisinde durulur, demektir.
“Ayn” Bir kıssa veya konunun bittiğine işaret eder. Namazda Kur’an okuyan kişinin rükû’a gitmesi için en uygun işaret kabul edildiğinden buna “Rükû alâmeti” denilmiştir.
Okuyucu bu işaretlerin haricinde olan yerlerde durmaz. Herhangi bir sebeple durduğu takdirde öncesinden alarak okumaya devam eder.
Kur’an-ı Kerimde vakfın vacib veya haram olduğu bir yer yoktur. Bununla beraber durulması câiz olmayan yerlerde kasten duran bir kimse, manâ bozulacağı için, günahkâr olur ki, bunu da iman sahibi bir mü’minin yapacağı tasavvur olunamaz (Celâleddin Karakılıç, Tecvîd İlmi, s. 74-75; D. Ünlü, Kur’an-ı Kerimin Tecvidi, s. 158-167).
Vakfın fıkıhla ilgisine gelince; Kur’an okunurken vakıf yerinden başkasında durulsa veya başlansa bakılır: Eğer bununla manâ değişmezse, namaz, icma ile fasid olmaz. Manâ değişirse bunda ihtilâf vardır. Fetva verilen kavle göre bununla da namaz fasid olmaz. Müteahhirûn * ulemanın hepsinin görüşü budur. Çünkü bunda belvây-ı âmme vardır; herkes manâyı bilip ona göre okuyamaz. Nefesi kesilmek, unutmak gibi ârızalardan kurtulamaz.
Buna binaen (Lâilâhe) diye vakfedilip sonra (İlâhû) denilse veya (vegâletilyehüde) diye vakfedilip sonra (Azira ibnallah) diye başlansa, muhtar olan kavle göre, namaz fasid olmaz.
İmam Saîd Necîb Ebû Bekr; “Namaz kılan kimse, kıraati tamamlayıp rükû için tekbîr almayı istediği zaman, eğer bitim senâ ile ise, “Allahu Ekber”e vasletmek (bitiştirerek geçmek) evlâdır. Şayet senâ ile değilse, arasını ayırmak evlâdır” demiştir.
(İnne şenüeke hüvel ebter) sözünden sonra çok cüz’i miktarda durulup “Allahü Ekber” lâfzına geçmek böyledir (Ö. Nasuhî Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 219; Fetâvây-ı Hindiyye terc., I/268-269).
İsmail KAYA